ZAMAN İÇİNDE ZAMAN: TRABZON (1)

(14.02.2005)

Merak edilir diye öncelikle Şehrengiz’in anlamını veriyor; bir yerin tabii ve sosyal özelliklerinden bahseden bir nazım türünün adıdır, diyorum…

Bir yer… Yaşadığımız mekan, Trabzon olan yer…

Yoğunluğum ne kadar izin verir bilemem; (Karadeniz Haber Gazetesi’nde) her Perşembe çıkan haftalık yazılarım yine devam edecek de, bu köşede bu günde, ama yine on beş günde bir mi, ya da ne nasıl; henüz karar veremedim, nasipse bir yazı dizisi şeklinde, tüm Trabzon’u anlatmayı düşünüyorum…

1950 yılı doğumluyum… Akıl baliğ yıllarımdan değil, daha öncesinden, 50’li yılların sonlarından başlayarak, bazen 1970’li yıllara, belki de 80’lere, bazen de bugünlere kadar çıkıp, şehrimizi yazacağım. Her işin başı ‘Bismillah’, bu kelimeyle başlıyorum yazmaya…

Öncelikle bir sorum var, o da şu: Benim çocukluğumdaki Trabzon’u kim nasıl tarif edebilir? Cevabınızı bekleyemeyeceğime göre, cevabımı siz öğreneceksiniz; benim yapacağım tanım da çok basit: Trabzon; Doğu-Batı doğrultusunda birbirine (yaklaşık 50-100 m. aralıkla) ‘paralel’ uzanan ‘iki cadde’nin, bir bölümünün adı olsa da, tamamına Uzun Sokak ve Maraş Caddesi (kuzeyde olanı) diyebileceğimiz ‘iki uzun cadde’nin, o dönemdeki şehrin ‘doğu çıkışı’ demek olan Değirmendere’de ve de ‘batı çıkışı’ demek olan Ayasofya Camii (zoraki Müze) civarında birleşmesi ile biçimlenen yer.

Bu iki cadde arasında kalan alana bir de, biri yine Değirmendere’den başlayıp da; Hayali garajı, Maşatlık, Boztepe, Yeni Cuma, Bahçecik, Erdoğdu, Askeri Hamam sonrası inilen, Kabakmeydan-Ayasofya’da sonlanan güzergahı; yani, Uzun Sokak’ın güneyinde kalan ‘yarım ay’ şeklindeki alanı ve yine Değirmendere’den başlayıp; Liman-Çömlekçi, Kalepark önü, Kalhane Sokak, Deniz Sokak, Küçük Sokak, Öğretmen Okulu Sokak, Kazancılar Sokak, derken Semerciler; sonrasında birbirine paralel olan, Kemeraltı ve Bedesten Caddesi, rahmetli babamın dükkanının bulunduğu Trabzon’un eski iş merkezi, Pazarkapı Mahallesi, derken Kale Dibi, Faroz, İncirlik, Yeni Mahalle, sonrasında Ayasofya; yani Maraş Caddesi’nin kuzeyinden geçen bu ‘yarım ay’ şeklindeki alanı da eklersek, bu; ‘Eski Trabzon’; söz ettiğim tüm bu toplam alan üzerinde çeşitli mahallelerin bulunduğu yer…

Oval bir şekil (İki yarım ay birleşmesi) olarak görebileceğimiz bu mekanın merkezi, Eski Vilayet Binası olan, halen Trabzon İl Kültür Müdürlüğü olarak kullanılan binanın olduğu yer, Ortahisar

Ortahisar: Trabzon’un kalbi mesabesinde olan bir yer…

Bu kalb-i merkezden doğuya, Belediye binasının bulunduğu Meydan Semtine doğru, Hükümet Binası’nın önünden çıkarsak yola, dar virajdaki yıllanmış Olcay Matbaası’nı döndüğümüzde, neredeyse ilk adımı da atmış oluruz şehrin iki deresinin, Kuzgun Dere ve Zağanos Deresi’nin üzerinde bulunan iki köprüden birine; Kuzgun Dere üzerindeki Tabakhane Köprüsüne

Tabakhane Köprüsü’nden geçiyoruz…

Tabakhane Köprüsü… Çocukluğumda üzerinden geçerken baktığımız sol (kuzey) alt bahçede, “kabaramazsın  kel Fatma” tekerlemelerimize muhatap olan hindi’ler dolaşırken, sağ (güney) alt tarafta  Belediye’ye ait olan bahçede ise, köprüde yürüyenlere her türlü çiçek sunan mükemmel bir görünüm vardı… Heyhat… Köprü üzerinde yürürken bize hoşluk veren bu iki güzellik, uzun zamandır orada değil, artık görmeyeceğimiz durumda. Bir şey daha vardı ki, o da şu: Köprüden her geçişte hoşluk duyarken korku da duyardım, hala hatıralarımda. Çünkü o günlerde, bel seviyesinden de aşağıda duran ve sallanan motifli korkuluklar yüzünden korkmadan geçemezdik köprü üzerinden. Hem bir an evvel, hem de çiçek bahçesini daha uzun süre görebilmek için, yavaş yavaş geçmek isterdik köprüden… Fakat, her sonlu şey gibi o da biterdi, bir de bakardık ki varmışız köprünün sağ ayağı üzerindeki artık orada olmayan, bugünlerde yerinde bir büfe olan, Kahvehanenin önüne, debbağların (deri işleyicilerin) bulunduğu Tabakhane Semtine

Dabbağcılar semti, Tabakhane…

Küçük bir meydan olan bu alandan, güneydoğuya doğru çıkan yokuşu tırmanırsak eğer; varırız Hacıkasım Mahallesi’ne, oradan da geçilir Kuzgun Dere Mahallesi’ne; ki orası, o günlerde Bahçecik Mahallesi’nden sinemaların olduğu Meydan Semti’ne kestirmeden ulaşabilmek için geçtiğimiz bugünkü Zafer Mahallesi. Bu yazımızda bu iki mahalleye de girmeyeceğiz, biz yine Tabakhane Merkeze dönüp yolumuza, Meydan Semtine doğru devam edeceğiz… Fakat yine de yola koyulamıyorum, çünkü size hatırlatmak istediğim bir yer daha var diyorum… Tabakhane meydanının sol (batı) tarafında olan dükkanların; o dönemdeki bakkalların, en kuzeyindeki ile, hemen yan tarafındaki Ekmek Fırını arasındaki küçük dar yol, ‘Kırk Merdiven’in de başı… Buradan başlayan ‘kırk’ adet dik merdiveni indiğimizde, varırdık Pazar Yeri’nin (Hal’in) başına, bugün de yaşanan hâl yine aynı, çünkü ‘Kırk Merdiven’ halen de orada… Bir farkla ki, yaşım bayağı geçkin olmasına rağmen her çıktığımda beni yormuyor; ama nedense çocukluk günlerimde Kırk Merdiven’i çıkmak, gözümde büyüdükçe büyüyordu… Zaman ‘Kırk Merdiven’i mi yumuşattı, yoksa bizi mi sertleştirdi ne, biz yine dönelim kaldığımız yere… Ortahisar’dan başlamış, Tabakhane Köprüsü’nü geçmiş, Meydan’a gidiyoruz ya, artık çıkmalıyız Tabakhane Semti’nden… Camii’ni geçip, vurunca Tabakhane yokuşuna, bu defa da kalırdık; bayırın sağ tarafındaki kaldırımın bittiği yerde başlayan yamaçta… Çünkü, Fuat Kuşdil Amca’nın, bel seviyesindeki duvar üstüne satmak için serdiği kitaplar, orada olurdu, gitmek istesek de, bizi çeker dururdu!… Uğramadan ya da bakmadan geçmezdik oradan, ya okuyup ya da satın alarak geçtik mi, varırdık yokuşun ortasında, hâlâ da oradaki Kuruyemişçi’ye… Sarı ya da beyaz leblebi alalım derken, beyazı tercih edip ilk leblebileri yemeye başlarken, biterdi tabakhane rampası, başlardı rampasız, düz bir yol, işte o; Meydan’a kadar sürecek olan cadde, Uzun Sokak oluyor

Sokak değil cadde : Uzun Sokak…

Adında sokak olan, uzun ve dar bir cadde… Sokak değil, sanki bir ‘tat’.  Ben dahil, üzerinde yürüyenleri eskitmiş olan cadde… Trabzon’un en ünlü  güzergahı…

Hemen girişinde, Tabakhane yokuşunun bitip de Uzun Sokak’ın başladığı yerde, ama yolun sağ tarafında; bugün mobilyacı olan büyük bir dükkanın, geçmişte, küçük, dar mı dar; belki de ancak bir metre genişlikteki bir alanda, bir gazete satış dükkanı vardı… Yedi cücelerden biri gibi gelirdi insana, oradaki gazeteci Agah Efendi… Onun karşı tarafında, yolun bu defa solunda, iki merdiven ile çıkılan bir terzi dükkanı, bazı hanımların kıyafet dikimi için iltifat ettiği Hikmet Abi’nin, Rekor… Hemen yanında eski amatör futbolcu, Ergin Nalça’nın eczanesi; karşı tarafında da, bugün Sağlık Ocağı, 1960’larda Doğum Evi olan taş bina… Ocağın biraz ilerisinde, 1960’lı yıllarda küçük bir kitapevi, ismi Selamet; Hopalı Mehmet Şen kurmuştu ama, sonradan sahibi orada çalışan rahmetli Selahattin olmuştu. Bitişik yanında Ofluoğulları’nın evi; evin altında o dönemin ünlü şekercisi, Hızır Abbas Büyükbekir’in dükkanı… Abbas abi hâlen sağmış, İstanbul’da, küçülmüş olan dükkanı da yakınları işletiyor, hâlâ orada, Karabekir Şekerleme olarak duruyor… Karşısında, yolun sol tarafında, İskenderpaşa İlköğretim Okulu’nun güney kapısı orada yerinde olsa da, bitişiğindeki kitapevi; kitap kurtlarının uğrak yeri, Milli Eğitim Kitapevi ve hemen arkasındaki çocuk kitapları okuma salonu, artık yok… Derken varırdık, bugünkü Trabzonspor; geçmişin İdmanocağı Kulübü’nün lokaline giden ara yolun başına; orada, kapısı ara yolda, ama kendisi anayol üzerinde kalan Şehir Kulübü vardı, eski havası yok ama, hâlen orada. Onu geçince, bugünkü Öğretmen Evi’nin olduğu yerde, 1960’lı yıllarda genç erkeklerin yüreğini hoplatan kızların bulunduğu okul kapısı, geçmişte Kız Orta Okulu vardı. Meydana doğru, Uzun Sokak yürüyüşümüz devam edip gidiyor, varıyoruz Konak Camii’nin olduğu yere; su içtiğimiz çeşmeleri o zamanki yerinde olamasa da, kendisi orada duruyor… Camiyi geçip de, sola, Uzun Sokak’ı, Maraş Caddesine bağlayan ara yola dönersek eğer, bugünkü Özel İdare’nin hemen yanı başında Taç Kulüp, karşısında, bugün Trabzon Esnaf Kooperatifi’nin bulunduğu yerde de ünlü doktorumuz, rahmetli Süreyya Erim Bey’in muayenehanesi ama, her ikisi de zamana takıldı, şimdi dönmeyelim bu ara yola, devam edelim Uzun Sokak’tan Meydan’a olan yolumuza (ARA NOT: Doktor Süreyya Bey’i lakabıyla anmam, ailesini üzmüş; yazılmış olanda üzülecek bir şey olmadığı belli  oluyordu ama, sene 2009/Mart, lakabını yazımdan çıkardım; aileyi üzdüğüm için üzüldüm, özür dilerim)… Bugünkü Diyanet Kitapevi’nin olduğu yerde, geçmişte; zaman zaman alışveriş yaptığımız Şen Bakkal vardı ama, ondan biraz ilerde, 1970’lerde ‘Koza’, dönemin bir marketi olarak çıktı karşımıza… Karşısında, o dönemin milliyetçi gençlerinin ´en havalısı´ diyebileceğimiz, benim de nazımı çekmiş olan rahmetli Kürşat Karanis’in babasının ‘Karanis Kırtasiye’ dükkanı; hemen bitişiğinde de, oturmak ya da oyun oynamak için takıldığımız kahve, şimdiki Erkuloğlu Pasajının olduğu yerde, İnci Kıraathanesi… Oyun oynarken Koza’dan satın aldırdığımız Tulum peyniri ve Trabzon Simit’i karışımını, gelen çaylar ile desteklerken, ortaya çıkan yemek zevkimizi ya da oyun keyfimizi, kimse bozamazdı, hatta kahvenin sahibi Yaşar abi bile, bizi oturduğumuz sandalyelerden kaldıramazdı. Kız Sanat Enstütüsü’nün belalı (!) kızları bile geçmezdi bizi görmeden, oradan; belki sonra anlatırım, şimdi geçelim! İnci Kahvesi’nin hemen bitişiğinde, bir ‘kültür yuvası’, Karaali Kardeşlerin sahibi olduğu 24 Şubat Kitapevi’nin, nezih havası vardı. Tam karşısında, bugünkü İnci Garajının olduğu yerde ise, açık havada bir sinema; tahta sandalyelerinde muhabbetle film izlerken, eşek şakalarının ortaya çıkardığı acayip seslerin duyulduğu, Yazlık İnci Sineması… Hemen sonrasında ünlü tabelacımız Mustafa Boğuşlu’nun yeri, onun bitişiğinde, halen Kristal Pasajı’nın olduğu yerde, o yılların iki ünlü kahvesi, sırasıyla önce Örnek, bitişiğinde de Kristal. Bu kahvehanelerin karşısında da, onlar gibi şimdi artık mevcut olmayan, zaman zaman girip gezdiğimiz Sağlık Müzesi… Kristal kahvesi, sanırım 1970’lerde Kristal Lokantası oldu, herhalde o dönemde paramız daha boldu, çünkü kebabını yemeden geçmezdik… ‘Pilav üstü’ der, yerdik orada, sonrasında çıkardık sokağa. Hemen bitişiğinde, Uzun Sokak ile Zeytinlik Mahallesi’ne giden ara sokağın kesiştiği yerde, ünlü marketimiz, Narin Köşe’miz… Bir an için oradan, yani Uzun Sokak’ın o köşesinden Zeytinlik Mahallesi’ne ayrılan yola girersek, çıkar karşımıza Boztepe ve Hacıkasım Mahallesine giden yol ayrımı. O köşede, bugünkü Trabzon Müzesi var; geçmişte Kız Sanat Enstütüsü, hemen önünden Hacı Kasım Mahallesi’ne giden yola devam edersek, eskinin Karagöz Bahçesi denen eğlence yerinde, şimdi Cudi Bey İlköğretim Okulu olan yerde; ilk talebelerinden biri olduğun Ortaokulum, Karma Ortaokulu vardı ama, şimdi söz etmeyeceğimize göre, biz dönelim yine köşemize, Narin Köşe’nin olduğu yere… Narin Köşe’nin karşı tarafında, bazen peynirli yediğimiz iki katlı bir Ekmek Fırını vardı, herhalde toprağından olacak, aynısı olmasa da, Kır Pidesi hüküm sürüyor bugün orada… Fırının hemen yanında, şu anki Şeref Perde’nin olduğu yerde geçmişte, evimizin olduğu Ortahisar’dan komşumuz, Öğretmen Okulu Müzik Hocası, ‘kör’ lakaplı Süleyman Hatipoğlu’nun oğlu Emin Hatipoğlu’nun Ferah Eczanesi. Biraz ilerisinde, bugünkü Kılıçoğlu Pastanesi’nin olduğu yerde de, kız-erkek, Trabzon gençlerinin takıldığı, o dönemdeki Trabzonsporlu bir futbolcuya da isim babası (!) olan, önünde bile durulmakla havalandıkça havalanılan yer, Aydın ağabeyin Piknik pastanesi… Piknik’i geçip dönünce sola, Maraş Caddesi’ne inen bu arayolda sağ tarafta; Ekmek Kadayıfı, üstüne Tavuk Göğsü, onun da üstüne Dondurma koydurup yediğimiz Ali Dayı’nın Tatlıcı Dükkanı. Yiyip çıkınca, az aşağısında karşısı hizasında, bugünkü Kardeşler İş Hanı’nın bulunduğu yerde, iki katlı As Sineması… Balkondan sinema keyfi yaşamak isterdim de, orada (yerinde) ‘langırt’ oynadığımız salonun olmayışı gibi, artık sinemada yok, bu sebeple biz dönelim yine güzergahımıza, Uzun Sokak yolu ile Meydan’a… Şimdiki Belediye Kültür Müdürlüğü’nü geçtik mi, Vardallar’a geçmeden gelirdi küçük, ama şirin bir pastane, adı Aksu, onu da geçtik miydi, ulaşırdık sıklıkla gittiğimiz yerlerden birine; ‘Birinci’ denilen ilk 15-20 sırası 40 kuruş, onların arka tarafında sıralanan Koltuklar, 60; Locaları, Balkonu derken, otururduk filmimizi izlemeye. Çünkü artık, şimdiki Saray Pasajı’nın olduğu yerde, eskiden var olan Saray Sineması’ndayız… Ama, sinema orada artık yok, bu yüzden ne film seyredeceğiz, ne de şimdiki Royal sinemalarının, geçmişte ise, iyi giyimli bayanların, bayların, gittiği mekan olan Konak Sineması’nın, bulunduğu ara yola girmeyeceğiz, çünkü; yolumuza, Meydan’a doğru yürümeye devam edeceğiz

Dabbağcılar semti, Tabakhane…

Küçük bir meydan olan bu alandan, güneydoğuya doğru çıkan yokuşu tırmanırsak eğer; varırız Hacıkasım Mahallesi’ne, oradan da geçilir Kuzgun Dere Mahallesi’ne; ki orası, o günlerde Bahçecik Mahallesi’nden sinemaların olduğu Meydan Semti’ne kestirmeden ulaşabilmek için geçtiğimiz bugünkü Zafer Mahallesi. Bu yazımızda bu iki mahalleye de girmeyeceğiz, biz yine Tabakhane Merkeze dönüp yolumuza, Meydan Semtine doğru devam edeceğiz… Fakat yine de yola koyulamıyorum, çünkü size hatırlatmak istediğim bir yer daha var diyorum… Tabakhane meydanının sol (batı) tarafında olan dükkanların; o dönemdeki bakkalların, en kuzeyindeki ile, hemen yan tarafındaki Ekmek Fırını arasındaki küçük dar yol, ‘Kırk Merdiven’in de başı… Buradan başlayan ‘kırk’ adet dik merdiveni indiğimizde, varırdık Pazar Yeri’nin (Hal’in) başına, bugün de yaşanan hâl yine aynı, çünkü ‘Kırk Merdiven’ halen de orada… Bir farkla ki, yaşım bayağı geçkin olmasına rağmen her çıktığımda beni yormuyor; ama nedense çocukluk günlerimde Kırk Merdiven’i çıkmak, gözümde büyüdükçe büyüyordu… Zaman ‘Kırk Merdiven’i mi yumuşattı, yoksa bizi mi sertleştirdi ne, biz yine dönelim kaldığımız yere… Ortahisar’dan başlamış, Tabakhane Köprüsü’nü geçmiş, Meydan’a gidiyoruz ya, artık çıkmalıyız Tabakhane Semti’nden… Camii’ni geçip, vurunca Tabakhane yokuşuna, bu defa da kalırdık; bayırın sağ tarafındaki kaldırımın bittiği yerde başlayan yamaçta… Çünkü, Fuat Kuşdil Amca’nın, bel seviyesindeki duvar üstüne satmak için serdiği kitaplar, orada olurdu, gitmek istesek de, bizi çeker dururdu!… Uğramadan ya da bakmadan geçmezdik oradan, ya okuyup ya da satın alarak geçtik mi, varırdık yokuşun ortasında, hâlâ da oradaki Kuruyemişçi’ye… Sarı ya da beyaz leblebi alalım derken, beyazı tercih edip ilk leblebileri yemeye başlarken, biterdi tabakhane rampası, başlardı rampasız, düz bir yol, işte o; Meydan’a kadar sürecek olan cadde, Uzun Sokak oluyor…

Sokak değil cadde : Uzun Sokak…

Adında sokak olan, uzun ve dar bir cadde… Sokak değil, sanki bir ‘tat’.  Ben dahil, üzerinde yürüyenleri eskitmiş olan cadde… Trabzon’un en ünlü  güzergahı…

Hemen girişinde, Tabakhane yokuşunun bitip de Uzun Sokak’ın başladığı yerde, ama yolun sağ tarafında; bugün mobilyacı olan büyük bir dükkanın, geçmişte, küçük, dar mı dar; belki de ancak bir metre genişlikteki bir alanda, bir gazete satış dükkanı vardı… Yedi cücelerden biri gibi gelirdi insana, oradaki gazeteci Agah Efendi… Onun karşı tarafında, yolun bu defa solunda, iki merdiven ile çıkılan bir terzi dükkanı, bazı hanımların kıyafet dikimi için iltifat ettiği Hikmet Abi’nin, Rekor… Hemen yanında eski amatör futbolcu, Ergin Nalça’nın eczanesi; karşı tarafında da, bugün Sağlık Ocağı, 1960’larda Doğum Evi olan taş bina… Ocağın biraz ilerisinde, 1960’lı yıllarda küçük bir kitapevi, ismi Selamet; Hopalı Mehmet Şen kurmuştu ama, sonradan sahibi orada çalışan rahmetli Selahattin olmuştu. Bitişik yanında Ofluoğulları’nın evi; evin altında o dönemin ünlü şekercisi, Hızır Abbas Büyükbekir’in dükkanı… Abbas abi hâlen sağmış, İstanbul’da, küçülmüş olan dükkanı da yakınları işletiyor, hâlâ orada, Karabekir Şekerleme olarak duruyor… Karşısında, yolun sol tarafında, İskenderpaşa İlköğretim Okulu’nun güney kapısı orada yerinde olsa da, bitişiğindeki kitapevi; kitap kurtlarının uğrak yeri, Milli Eğitim Kitapevi ve hemen arkasındaki çocuk kitapları okuma salonu, artık yok… Derken varırdık, bugünkü Trabzonspor; geçmişin İdmanocağı Kulübü’nün lokaline giden ara yolun başına; orada, kapısı ara yolda, ama kendisi anayol üzerinde kalan Şehir Kulübü vardı, eski havası yok ama, hâlen orada. Onu geçince, bugünkü Öğretmen Evi’nin olduğu yerde, 1960’lı yıllarda genç erkeklerin yüreğini hoplatan kızların bulunduğu okul kapısı, geçmişte Kız Orta Okulu vardı. Meydana doğru, Uzun Sokak yürüyüşümüz devam edip gidiyor, varıyoruz Konak Camii’nin olduğu yere; su içtiğimiz çeşmeleri o zamanki yerinde olamasa da, kendisi orada duruyor… Camiyi geçip de, sola, Uzun Sokak’ı, Maraş Caddesine bağlayan ara yola dönersek eğer, bugünkü Özel İdare’nin hemen yanı başında Taç Kulüp, karşısında, bugün Trabzon Esnaf Kooperatifi’nin bulunduğu yerde de ünlü doktorumuz, rahmetli Süreyya Erim Bey’in muayenehanesi ama, her ikisi de zamana takıldı, şimdi dönmeyelim bu ara yola, devam edelim Uzun Sokak’tan Meydan’a olan yolumuza (ARA NOT: Doktor Süreyya Bey’i lakabıyla anmam, ailesini üzmüş; yazılmış olanda üzülecek bir şey olmadığı belli  oluyordu ama, sene 2009/Mart, lakabını yazımdan çıkardım; aileyi üzdüğüm için üzüldüm, özür dilerim)… Bugünkü Diyanet Kitapevi’nin olduğu yerde, geçmişte; zaman zaman alışveriş yaptığımız Şen Bakkal vardı ama, ondan biraz ilerde, 1970’lerde ‘Koza’, dönemin bir marketi olarak çıktı karşımıza… Karşısında, o dönemin milliyetçi gençlerinin ´en havalısı´ diyebileceğimiz, benim de nazımı çekmiş olan rahmetli Kürşat Karanis’in babasının ‘Karanis Kırtasiye’ dükkanı; hemen bitişiğinde de, oturmak ya da oyun oynamak için takıldığımız kahve, şimdiki Erkuloğlu Pasajının olduğu yerde, İnci Kıraathanesi… Oyun oynarken Koza’dan satın aldırdığımız Tulum peyniri ve Trabzon Simit’i karışımını, gelen çaylar ile desteklerken, ortaya çıkan yemek zevkimizi ya da oyun keyfimizi, kimse bozamazdı, hatta kahvenin sahibi Yaşar abi bile, bizi oturduğumuz sandalyelerden kaldıramazdı. Kız Sanat Enstütüsü’nün belalı (!) kızları bile geçmezdi bizi görmeden, oradan; belki sonra anlatırım, şimdi geçelim! İnci Kahvesi’nin hemen bitişiğinde, bir ‘kültür yuvası’, Karaali Kardeşlerin sahibi olduğu 24 Şubat Kitapevi’nin, nezih havası vardı. Tam karşısında, bugünkü İnci Garajının olduğu yerde ise, açık havada bir sinema; tahta sandalyelerinde muhabbetle film izlerken, eşek şakalarının ortaya çıkardığı acayip seslerin duyulduğu, Yazlık İnci Sineması… Hemen sonrasında ünlü tabelacımız Mustafa Boğuşlu’nun yeri, onun bitişiğinde, halen Kristal Pasajı’nın olduğu yerde, o yılların iki ünlü kahvesi, sırasıyla önce Örnek, bitişiğinde de Kristal. Bu kahvehanelerin karşısında da, onlar gibi şimdi artık mevcut olmayan, zaman zaman girip gezdiğimiz Sağlık Müzesi… Kristal kahvesi, sanırım 1970’lerde Kristal Lokantası oldu, herhalde o dönemde paramız daha boldu, çünkü kebabını yemeden geçmezdik… ‘Pilav üstü’ der, yerdik orada, sonrasında çıkardık sokağa. Hemen bitişiğinde, Uzun Sokak ile Zeytinlik Mahallesi’ne giden ara sokağın kesiştiği yerde, ünlü marketimiz, Narin Köşe’miz… Bir an için oradan, yani Uzun Sokak’ın o köşesinden Zeytinlik Mahallesi’ne ayrılan yola girersek, çıkar karşımıza Boztepe ve Hacıkasım Mahallesine giden yol ayrımı. O köşede, bugünkü Trabzon Müzesi var; geçmişte Kız Sanat Enstütüsü, hemen önünden Hacı Kasım Mahallesi’ne giden yola devam edersek, eskinin Karagöz Bahçesi denen eğlence yerinde, şimdi Cudi Bey İlköğretim Okulu olan yerde; ilk talebelerinden biri olduğun Ortaokulum, Karma Ortaokulu vardı ama, şimdi söz etmeyeceğimize göre, biz dönelim yine köşemize, Narin Köşe’nin olduğu yere… Narin Köşe’nin karşı tarafında, bazen peynirli yediğimiz iki katlı bir Ekmek Fırını vardı, herhalde toprağından olacak, aynısı olmasa da, Kır Pidesi hüküm sürüyor bugün orada… Fırının hemen yanında, şu anki Şeref Perde’nin olduğu yerde geçmişte, evimizin olduğu Ortahisar’dan komşumuz, Öğretmen Okulu Müzik Hocası, ‘kör’ lakaplı Süleyman Hatipoğlu’nun oğlu Emin Hatipoğlu’nun Ferah Eczanesi. Biraz ilerisinde, bugünkü Kılıçoğlu Pastanesi’nin olduğu yerde de, kız-erkek, Trabzon gençlerinin takıldığı, o dönemdeki Trabzonsporlu bir futbolcuya da isim babası (!) olan, önünde bile durulmakla havalandıkça havalanılan yer, Aydın ağabeyin Piknik pastanesi… Piknik’i geçip dönünce sola, Maraş Caddesi’ne inen bu arayolda sağ tarafta; Ekmek Kadayıfı, üstüne Tavuk Göğsü, onun da üstüne Dondurma koydurup yediğimiz Ali Dayı’nın Tatlıcı Dükkanı. Yiyip çıkınca, az aşağısında karşısı hizasında, bugünkü Kardeşler İş Hanı’nın bulunduğu yerde, iki katlı As Sineması… Balkondan sinema keyfi yaşamak isterdim de, orada (yerinde) ‘langırt’ oynadığımız salonun olmayışı gibi, artık sinemada yok, bu sebeple biz dönelim yine güzergahımıza, Uzun Sokak yolu ile Meydan’a… Şimdiki Belediye Kültür Müdürlüğü’nü geçtik mi, Vardallar’a geçmeden gelirdi küçük, ama şirin bir pastane, adı Aksu, onu da geçtik miydi, ulaşırdık sıklıkla gittiğimiz yerlerden birine; ‘Birinci’ denilen ilk 15-20 sırası 40 kuruş, onların arka tarafında sıralanan Koltuklar, 60; Locaları, Balkonu derken, otururduk filmimizi izlemeye. Çünkü artık, şimdiki Saray Pasajı’nın olduğu yerde, eskiden var olan Saray Sineması’ndayız… Ama, sinema orada artık yok, bu yüzden ne film seyredeceğiz, ne de şimdiki Royal sinemalarının, geçmişte ise, iyi giyimli bayanların, bayların, gittiği mekan olan Konak Sineması’nın, bulunduğu ara yola girmeyeceğiz, çünkü; yolumuza, Meydan’a doğru yürümeye devam edeceğiz

ZAMAN İÇİNDE ZAMAN: TRABZON (2)

(21.02.2005)

Zamanın erittiği Saray Sineması’nın sırasında, ama karşı köşede, bugün Jeans’ler satan yerde; 1960’lı yıllardan 90’lara, Allah rahmet eylesin Mehmet Ünver ağabeyin gazete-kırtasiye dükkanı. Sonrasında devamında, şimdi Canbakkal İş Merkezi, orası 60’ların ayakkabı mağazası Tarık, Adil ağabeyin ‘langırt’ salonu. Onların yerine 1961’de, ünlü helvacımız Beton Helva geldi, 1983’e kadar bölgeye orada hizmet verdi… Beton’un bitişiğinde, Tatlıcı Raif Mahdumları’nın, rahmetli kayınpederim Murat Samancı ve kardeşi Alaettin’in Nergis Pastanesi. Nergis, 1962’den sonra Remzi Usta’nın Şelale Pastanesi, üzerinde de Ferruh Bozbeyli Bey’in Demokrat Parti lokali. Muhterem kayınvalidem Ayşe Samancı’nın evi de olan bu binanın altı hâlen, LCW. Tam karşısında, 1984’e kadar, koca Tekel Binası, sonrası Zorlu Grand Otel’i. Otelin karşısında ama LCW’nin sırasında, az da ileride, Mevlana Kuruyemişçi’nin yanındaki dar kapıdan içeriye girip de bilet alınca geçmişte, yamaçlardaki localarında, film seyretmekten hoşlandığım Yazlık Sümer Sineması!… Onu Tanjant yolu ezdi geçti, biz kapısını geçip bir dükkana geldik de, kısa bir an geriye dönelim; geçmişte Saray Sineması, halen Saray Pasajı olan yerin karşısındaki kuru temizleyici Galip Temizleme ama; orada olmadan önce bu dükkanda idi, geçmişte… Zaman sevgili Kazım Abi’mizin Beton Helva dükkanına da yer değiştirtti, Galip Temizleme’nin eski dükkanının yanıbaşına, bugün ki yerine geldi! Helva’mızı ayaküstü yer, Şıra’mızı da içerken, eskiden bu yer, ayakkabıcı Atallar, üzerinde de Kemal Atal Bey’in DP İl Başkanı olduğu Demokrat Parti Lokali var deriz… Sonrasında, şimdiki Zafer Çarşısı’nı geçmişte bir görelim, Tatlıcı Ethem Akgün işte orada, babam sandıkçı(lar üstadı, hiç iltifat değil: imparatoru) Hayri ile, oturur tatlı yerdik… Tam karşı köşede, yolun solunda, bugünkü Kudret Eczanesi o zaman yok, Salim Saruhan’ın Şifa Eczanesi orada… Meydan’a neredeyse 100 metre kadar kaldı, biz yine yolun sağına, bugünkü Konak Giyim, Koton’un bulunduğu tarafa geçtik, orada 1965-70’li yıllarda, sırasıyla, önce Abbas ağabeyin Kamelya, bitişiğinde de Manolya, Çoşkun’un pastanesi… Karşılarında hâlâ da yerinde, Akademi Kitapevi. Onun yanındaki arada, şimdi Çardak Pide Salonu olan yerde, üzeri asma yaprakları ile de örtülü, araba tamir garajı… Epeydir yürüyoruz, -Artık acıktık diyoruz da, tam yerinde rast geldi, şimdiki Saray Kitapevi’nin olduğu yer, geçmişte Çınaraltı Lokantası. Eğer geceyse, tercihim ‘Arnavut ciğer’, gündüz ise ‘döner kepab’; yıl 1971, üniversite talebesiyim, ya yalnız veya boksör olacağına sınıf arkadaşım olan, Cemil Yılmaz Tosun ile berber yemeğimizi yer, o dönemde kısa bir süre kaldığım KTÜ yurdundaki odamdayım… Bu yazı dizisinde, Uzun Sokak olarak; Ayasofya’dan Değirmendere’ye kadar olan yolu kabul etsem de, Uzun Sokak denilen cadde, burada bitiyor; Meydan denilen semt, şimdi başlıyor işte…

Meydan/Park’ın köşesinde sinema…

Park alanı…Meydan… Ortasındaki parkı ile çember şeklinde bir alan… Gündüzü de, gecesi de hoşça olan parkın etrafından dönmek için, Uzun Sokak’ın bitiminden, Meydan’a ilk adımımız, şimdiki Yazıcı Eczanesi’nin bulunduğu yerden. Orada eskiden, dondurmasını ya da tatlısını (rahmetli babamla da) yediğimiz, Salim ağabeyin pastanesi. Bitişiğine geçince, Trabzon’un ‘ilk market’i diyebileceğimiz, eski Belediye Başkanlarımızdan Orhan Karakullukçu Bey’in, babasının Cumhuriyet Bakkaliyesi. Bu ünlü bakkaliyemiz, 1990’lardan sonra ortadan kalktı, yanı sırasındaki köşebaşına, 1965 yılında, Maraş Caddesi’nde bugün Bordo İşhanı olan yerden, Sümer Eczanesi taşındı. Onun yanıbaşında da, eskinin ‘şehir kütüphanesi’, bugünün Gazeteciler Cemiyeti. Bitişiğinde Halis Çebi İş Merkezi, ama öncesi kahve ve lokanta, sonra da Otel Özgür olan bina. Derken az ileride bakkaliyeler, Kadakal; en köşede de Kadir Abi’nin Ekmek-Pide Fırını var. Oradan Boztepe’ye dönmeden ya da Arafilboyu Mahallesi yolu ile şehrin ‘doğu çıkış kapısı’ diyebileceğimiz Değirmendere semtine gitmeden, Meydan Parkı’nı dönüyoruz; Kadakal ve Kadir Abi’nin fırını artık yok ama, karşı köşesinde, Ertuğrul Albayrak ağabeyimizin fırını; peynirlisini, kıymalısını yememiz için de hâlâ orada. Fırının üst katındaki yemek salonunda, Park’a güneydoğu köşesine bakan küçük odada, ‘açık kıymalı’ yerken bakarız pencereden geçmişe; işte orada, yarısı Park’ta yarısı da yolda Kışlık Sümer Sineması ve 30 balyozlu adam…

Sümer Sineması ve 30 balyozlu adam…

Yıkılışının rivayeti Ali Benli büyüğümüzün söylediğine göre şöyle: Belediye Başkanı rahmetli Ahmet Rasim Karanis, Ali Benli selametliye; –Sana Rizeli, bana Vakfıkebirli derler sinemayı yıkalım demişmiş, sebep de yolun darlığı imiş. Sorun çıkmasın diye, dönemin Müddeimmum’u Hüseyin Bey’e ve Topal Hakim ‘nam’ Kamil Bey’e gitmişler, çıkartmayız fetvası (!) alınca da, 30 balyozlu adamla bir Cumartesi günü öğleyin başlamışlar, sinemayı yıkmaya. Arada 40 peynirli yenilmiş, ancak ertesi gün yıkım bitirilmiş. Ali amcamızın söylediği bir şey daha var ki ilginç; yıkım ile ortaya çıkan birkaç kanat demiri, aranıp sorulur diye, Kisarna Maden Suyu’nun batı tarafındaki büyük ağaçların altına gömmüşler! Ne oldu (?) acaba o demirler(?), haydin genç araştırmacı gazeteciler, ben yazdım, eğer rivayet doğru ise takip de sizden olsun… Başlangıçta tiyatro-gösteri binası olarak kurulan sinemayı unutup, doğu tarafından Parkı dönmeye biz devam edelim, halen ki Belediye binasının önüne dönmeyip, batıya doğru Park’ın kuzeyinden dönelim. Sağ tarafta Yeşilyurt, geçelim; artık ilk adımı atıyoruz, Trabzon’un ‘ikinci uzun’ caddesine; Uzun Sokak’a paralel uzanan Kahraman Maraş CaddesineSuluhan hemen köşede

 Maraş Caddesi – Hapishane gibi olmadan önceki Suluhan…

Maraş caddesi… Bir şehir ismi ile anılan bu caddeye ilk adımı atarken, hemen sağda köşede, bugünkü Suluhan İşhanı olan yer, yine Suluhan ama farklı, altta dükkanlar, üst katta da, nargile de içilen kahve ve de otel; bitişik arkasında da garajı-hanı. Meydan Hamamı’nın Erkek kısmı Suluhan’ın karşı tarafında, hâlâ da orada…  

Eski Suluhan’ın batıdaki köşesi, CHP Milletvekili Daniş Eyüpoğlu’nun, o dönemdeki Mobil Petrol Bayii… Petrol’ün karşı köşede, bugünkü ‘bordo’ renkli binanın olduğu yerde, 1965 yılı 30 Ağustos’unda, Cumhuriyet Bakkaliyesi yanına taşınana kadar, Sümer Eczanesi var. Hemen yakınında, yakın bir tarihte ortadan kalkan Tansa Mağazası, Tansa öncesi de Şavrole Ahmet’in garajı. Bugün İpekyolu İş Merkezi’ni gördüğümüz için Şavrole Ahmet’in garajını da, yol üzerindeki Elektirik-Su idaresini de artık göremiyoruz! Göremediğimiz bir yer de, yolun karşısında, Eski Trabzonsporlu Bülent’in salonunun olduğu aralığın köşesinde, Halıcı Abdullah. Sonrasında, Maraş Caddesindeki bankalar, Yapı Kredi’nin bugün olduğu yerde ise, Eşay Hanım’ın Trabzon Eczanesi. Aynı sırada ama epey ileride, Salim Bektaş amcamızın sahibi olduğu, altında halen Venedik Konfeksiyon’un bulunduğu bina, 1960 öncesi altı kahve, üzeri de İstanbul Otel’i. Yanındaki ´kozmetik market´in olduğu yerde de Verem Savaş Dispanseri. Onun kuzey karşı köşesinde, Tedaş’a dönen aralığın başında, 1965 yılı öncesi, Remzi Saltoğlu’nun Nilgün Pastanesi, az geri bitişiğinde de bir yeraltı tuvaleti… Pastaneyi geçip, bugünkü PTT Başmüdürlüğü’nün olduğu köşeye gelelim, kubbeleri de artık orada olmayan bir Hamam, derken PTT, geçtikten hemen sonra da, futbolcu üretim merkezi (!) Şahinkaya ailesinin evi. Sonrasında Bitpazarı rampasını inince, Pazarkapı’ya yol ayrılan, bugün İş Bankası Şubesi olan yerde, halen Bankalar Caddesinde olan Hafız Osman Sarı, geçmişte orada işte… Onu da, sıklıkla kamyon çıkan Trabzon Hali’nin güney kapısını da geride bırakıp geçtik, Ortahisar’dan Çifte Hamam yolu ile inilen, “Şehit’in yokuşu dibi” de denilen yerden karşı yola, Yetiştirme Yurdu aralığına girmeden, Maraş Caddesi yürüyüşümüzü devam ettirelim… Yurt’un şimdiki güney kapısını geçtikten sonra, Kale Kapısı Geçidi’ne varmadan hemen solda, çocukluğumuzun zevki ´tabak uçurtmaları´, Hamdi Abi’nin dükkanı… Geçidi geçip de sola dönsek eğer, bugün orada olmayan, kale suru dibindeki kalaycı dükkanı ve birkaç ev. Dönmeyip Maraş Caddesi’ne devam edip gidelim, 1960 öncesinde yerinde, birkaç evin bulunduğu bahçeyi, bugün ki Tekel Binası’nın yerini arka tarafından geçelim. Başladı yeni bir mahalle, Trabzon Lisesi’nin ünlü hocası, herkese olduğu gibi bana da ´dürzi´yi esirgemeyen baba dostu İsmail Hakkı Berkman rahmetlinin yaşadığı Sotka… Bugün ki Gima’nın hemen ötesinde, İdmangücü’lü ünlü santrafor Harun Kırman’ın evi; Vergi Dairesi ve Vilayet binasının yeri de, ANAP Eski Milletvekili Fahrettin Kurt’un evinin de içersinde bulunduğu mandalina bahçesi. Bitişiğinde, Trabzon Lisesi’nin, futbol oynadığımız arka bahçesinin ‘doğu’ duvarına kadar süren sebze üretilen bir bahçe, içersinde de, futbol oynarken topumuz bahçesine düştüğünde “kesip gönderen”, tek katlı evin sahibesi… Lise’yi geçip de yola devam edince, 1970 yılı, 18 Ağustos’u, annem rahmetlinin vefat ettiği hastane, Numune… Karşısındaki ‘Tabutçu’ nam maruf Ali Sait’in, mekanını geçtik, vardık yeni bir semte, İncirlik, sonrasında da, 1965-70’ler civarı kurulan iki katlı bahçeli evler, Yeni Mahalle… Vardık artık Trabzon’un ‘batı çıkışı’na, Ayasofya Camii’nin altı denilen, Akçaabat’a çıkış yapılan yere… Buradan, önceleri, dereboyu patika, sonrasında yapılan yol ile, çıkarız güneye, Ayasofya denilen semte

 Ayasofya Camii, Hilal’i de oldu zayii…

Ortahisar’daki Eski Hükümet Konağı’nın önünden başlayıp, sırasıyla Tabakhane, Uzun Sokak, Meydan, Maraş Caddesi şeklinde devam eden turumuzu, tekrar Eski Hükümet Konağı önünde bitirmek için, bu defa döneceğiz doğuya; teşbih, “hatasız olmalı” ama, olmayacak, Uzun Sokak’ın ilk başlangıcı diyebileceğim yer olan Ayasofya’dan, Ortahisar’a doğru yürüyeceğiz… Şimdi tarihe bir not düşelim, Ayasofya Müzesi denilse de, hala orası Cami, kubbedeki Hilal ise, Belediye Başkanı Orhan Karakullukçu yüzünden zayii!… Çıkınca Ayasofya’dan, Sigorta Hastanesi derken, hemen sonrasında, geçmişte iyi öğrencilerin değil de (!) iyi futbolcuların yetiştiği Ticaret Lisesi ve Sanat Okulu’na geldik. Bu okulların karşısında, yeşil çimenlik bir alan, şimdiki Veteriner Müdürlüğü’nün, Tansa Mağazası’nın olduğu yer, ´çömlek´ fabrikası, devamında da halen Trabzon Futbol Sahası… Stadın hemen yanı başında, 1960’lı yıllarda zaman zaman top oynadığımız yemyeşil bir saha, bugün üzerinde çimi olmayan, Yavuz Selim Sahası… Kapalı Spor Salonu, Orman Bölge Lojmanları’nın bulunduğu alan ise, Trabzon futbolunun o dönemdeki toprak sahası. Hemen köşede de, oynadığımız mahalle maçları ya da yaptığımız antremanlar sonrası kana kana su içtiğimiz Şadırvan. Bitişiğinde de, bisiklet kiraladığımız, toplarımızı yamattığımız ya da şişirdiğimiz dükkanlar… Tuttuğumuz kulüp İdmanocağı, rengi sarı ve kırmızı ya, Galatasaray 1964 yılında, İdmanocağı’mız ile maç yapmak için Trabzon’a geldiğinde, girmiştim sahaya, vurmuştum ünlü golcü Metin Oktay’ın sırtına. Düşünsenize Ortaokullu çocuk beni, futbol dünyamız olan Avni Aker Mabedini! Bu alanı geride bırakıp geçtik mi, sol tarafımızda koca bir tarih, benim de Lisem, ünlü Trabzon Lisesi. O dönemlerde dersten çok futboldan yorgunuz ya, bu yüzden koşarak girerdik, şu anki Askerlik Şubesi’nin hemen yanı başındaki, köşebaşındaki bakkala; çünkü, içince bizi ferahlatacak gazozlar orada… Kısmi serinlik kazandık ya, yeniden koyulduk yola, bugünkü Vilayet Binası’nın ve Adliye’nin yeri, aşağı caddeden, Maraş Caddesi’nden geçerken mandalina bahçesi dediğim yer, 1970’lerde hem Fuar alanı, hem de Yazlık Fuar Sineması. Öncesinde neredeyse harabe, içersinde bir ya da iki hane, Kavakmeydan tarafında boş bir alan bulamadığımızda top oynadığımız yer… Maça dalıp da karşıyı unutmazdık, çünkü bizi uyaran Mezarlık halen orada. Bildiğimiz duaları okuyup, yine yola koyulduk, Sağlık Lisesi’ni geçip, geldik Gülbahar Hatun ve ipteki cambaza…

Gülbahar Hatun ve de İp’teki cambaz!…

Orta yerindeki park’ın içersinde, sayısız kitap-belge olduğu halde uğrayamadığımız Kütüphane. Yanıbaşında da Gülbahar Hatun (Hatuniye) Camii ve Türbesi, hem ibadet hem de ziyaret yeri. Türbe’nin karşısı, bugünkü Halûk Ongan Tiyatrosu, eskiden çimenlik, taşlık boş bir alan, ama çocukluğumuzun rengi, çünkü, havada gerili ip üzerinde yürüyen, Boncuk ismindeki cambaz orada!… Bugünkü Suat Oyman Parkı’nın olduğu yerde, hizmete hazır taksiler, ünlü şoförlerinden biri de, Yazar Nihat Gencin de babası, şöför Maçkalı Sabri… Artık Gülbahar’dan çıkalım, bugün Gündoğdu Mağazası olan, bana öğretilen ilk tavlayı oynadığım kahvehaneye girmeyip, Zağnos Köprüsü’ne adım atalım. Zağnos Deresi’ni ve her iki tarafındaki mandalina ve limon bahçelerini, seyrederek köprüyü geride bırakıyoruz, yeniden yola girince; solda bir kalaycı ve de sobacı dükkanı, artık yeni bir mahallede, şehir turumuzu ilk başlattığımız, Eski Vilayet Konağı’nın bulunduğu Ortahisar Mahallesi’ne girmiş bulunuyoruz…

Zaman içinde zamanı yaşıyor, tüm Trabzon’u dolaşıyoruz… İlk olarak, çocukluğum ve gençliğimin geçtiği yeri; Aşağı Hisar ile Yukarı Hisar arasında kalan alanı, Orta Hisar’ı yazacağım…

ZAMAN İÇİNDE ZAMAN: TRABZON (3)

(01.03.2005)

Sevdamız…Trabzon… Ama hiçbir şey delicesine değil, geçici mekanımız… Osmanlı’nın dört padişahına ‘taht şehri’… Kimilerimizin her şeyi Türkleştirmek adına, kimilerimizin de sanat adına konuşurken, ‘genel tarih’ bilmedikleri için, birkaç bin yıllık tarih biçtiği şehrimiz… Kuruluşu, M.Ö.700’lere kadar bile gitmeyecek bir şehir… Evliya Çelebi’ye göre, ilk kuruluşu Büyük İskender zamanında (M.Ö.300’ler) yaşamış bir kral imiş…

Trabzon’u 17’nci yüzyılda gören Çelebi’ye göre, şehir: Boztepe’nin eteği ile Karadeniz sahili arasında iç içe Üç Kaleli Hisar… Aşağı Hisar, Orta Hisar, Kule (İç Kale) Hisar… İsmi üzerinde, Güneydeki Kule Hisar ile, kuzeyde kalan Aşağı Hisar arasındaki bölge Orta Hisar… İç Kale’nin devamı, Aşağı Hisar da ‘giriş kapısı’ gibi olan mekan… Yakın tarihlere kadar şehrin idari ve dini merkezinin bulunduğu mahalle, Ortahisar…

Şehzade Yavuz Sultan Selim’in 1489 yılında 20 yaşında iken Valilik (1489-1512) yaptığı; tüm dünyanın “Muhteşem Süleyman” diye tanıyacağı oğlu Kanuni Sultan Süleyman’ın da, doğup, eğitim de görüp, Kale Valiliği ile ayrıldığı mekan, Trabzon/Orta Hisar… Osmanlı şehzadelerinin ya da idarecilerinin saray/konaklarının bulunduğu yer olduğu için, ‘Ortasaray’ da denilen mekan… Saray-ı Atik, Saray-ı Amire, Şirin Hatun gibi Osmanlı Mahallerinin Cumhuriyet döneminde, 1930 yılında tek bir isim altında birleşmeleri sonucu da Ortahisar Mahallesi

Zağnos Köprüsü’nü bitirip, batı tarafından girdiniz mi Ortahisar’a, yolun az ilerisinde sağda, şehrin eski Belediye Başkanı (1931-1937) Kadri Mesut Evren’in evi çıkar karşımıza; bugün İşitme ve Konuşma Özürlüler Rehabilitasyon Merkezi olan bina. Devam edersek eğer, Eski Hükümet Konağı olan ya da bugün Trabzon İl Kültür Müdürlüğü olarak kullanılan bina da mahallenin doğu çıkışında… Sözkonusu bu iki binanın önünden yaklaşık doğu-batı istikametinde geçen Hükümet Caddesi, böler ikiye Ortahisar Mahallesi’ni; bu şekilde iki Ortahisar, kuzey (Aşağı) ve güney (Yukarı) Ortahisar çıkar ortaya. Bu bölünme mahalledeki futbol oynayanları da bölmüştü, yolun kuzeyinde kalan Ortasaraylılar ile, güneyinde kalan biz güneyli Ortahisarlılar, kendi içimizde çekişen iki ayrı takımdık ama, iki takımdan tek bir takım çıkartırdık mahalle maçlarında…

Hükümet Caddesini, Eski Hükümet Konağı’nın hemen batısında kuzey-güney yönünde kesen yol, İç Kale (Refik Cesur) Caddesi ismi ile güneye doğru, çıkar Kindinar’a (Bahçeçik Mahallesi’ne). İç Kale Caddesini kuzeye doğru devam edersek Islahane Sokak olur, iner Kahraman Maraş caddesine. Bu iki caddenin (Hükümet Caddesi ile İç Kale Caddesinin) kesişme yerinde, ama geçmişte, hemen de solda, İç Kale Caddesi girişinde, Trabzon Kapalı Cezaevi, artık Hüseyin Kazaz Kültür Merkezi… bu caddenin devamında, karşı tarafında, sağda, Hacı Rüştülerin Konağı olan bina, halen Rusya Federasyonu Konsolosluğu… Devam ederseniz caddeyi, İç Kale Caddesi rampasını çıkmaya başladığınızda, baba evim sağda, akabinde, rampanın ortasında da, ilkokulum Gazi Paşa., devamında çıktınız mı Bahçeçik’e, ata topraklarım , hemen (bugünkü) İmam Hatip Lisesi’nin yakın (güney) arkasında…

Mahallemizin bütün ara sokakları, söz ettiğim birbirini kesen bu iki caddeye, Hükümet Caddesi ve İç Kale Caddesi’ne çıkar… Hükümet Caddesi’nin kuzeyindeki sokakları batıdan doğuya doğru sayarsak; Amasya Camii Sokak, Islahane Sokak, Saray Atik Sokak, Saray Atik Cami Sokak. Güneyindeki sokakları batıdan doğuya doğru sayarsak; Pertevpaşa Sokak, Şirin Hatun Sokak, Musapaşa Cami Sokak… Bütün bu cadde ve sokaklar çocukluğumuzda yer yer boş arsa, bu yüzden bazen çobanların koyunlar ile gecelediği geçiçi mekan, bazen de bir çeşme. Yer yer de nar, mandalina, limon ağaçları ile dolu bahçe. Bunların dışında da bahçeli Eski Trabzon evleri

Eski Trabzon evleri…

Tarih soluyan, saray/konakların yer aldığı Trabzon evleri, yüksek bahçe duvarları arkasında. Onlarda oturmak bir ayrıcalıktı, oturamayanlar da komşu olarak yaşardı. Yüksek bahçe duvarları, döneminin kültürü sonucu, bu şekilde bahçeli evlerde yaşayan insanlar ile, sokaktan gelip geçenler ayrılmış olurdu! Genellikle iki katlı olan bu evler, zemin kat, taş giriş; sofa etrafında odaların bulunduğu üst kat duvarları ise bağdadi, çatı örtüsü kiremit. Bahçede çeşitli çiçekler, mandalina ve limon ağaçları da var. Hanımelleri ya da Asma Gülleri yüksek duvarları aşıp sokaklara doğru sarkar, yoldan geçenlere hoş kokular sunardı. Bahçesinde havuz da bulunan bu evlerin, kapıları her açıldığında ya da bir fırsat bulup içeri girdiğimizde havuzlarındaki kırmızı renkli balıkları ya da beyaz renkli nilüferleri seyretmek hoşluk verirdi ruhumuza… İşte, sokaklarda gece duyulan Bekçi düdüğünün sesi de dahil bütün bunlar, evlerde yaşayanları evcil havyanları ile birlikte hepsi, bir mahalle… Habibat, Yerel Gündem 21 safsatalarını (bizleri değiştirip dönüştüren projeleri) ciddiye almam, ‘mahalle’ dediğimiz yapı ölünce, biz de öldük (!); ölen ‘kimlik (-kültür)’ olunca, mahalle de yokolup gitti… Kaybolan mahalle ile birlikte ‘kalabalık aile’ yapısı barındıran iki katlı Trabzon evleri de kayboldu gitti, yerine ‘çekirdek aile’ tipi ile, tek katlı, büyük hacimli evler geldi ama, mutluluk da göçtü gitti!…

Mutlu insanlar artık pek yaşamıyor olsa da, içersinde mutluluk yaşanan iki katlı Trabzon evlerinden birkaçı hâlâ ayaktaOrtahisar’la simgeleşen insansız bu evler, zorla yaşatılıyor adeta. Ortahisarlı ağabeyim mimar Bekir Gerçek; “Zağnos kapısının kuzeyinde (Aşağı Ortahisarve güneyinde (Yukarı Ortahisarsıralanmış simgesel özellikte Trabzon evleri, köprünün kuzeyinde kalan bedende, Ortahisar surunu nihayetine kadar devam eden bu evler, Maraş Caddesi üzerinde, Ortahisar kuzey cephesinde de sürmekte idiler. Bunlardan, köprüden itibaren kuzeye doğru olan dört ev, 1986 yılında zamanın TBBM Başkanı Sayın Necmettin Karaduman’ın duyarlı gayretleri ile geleceğe kalacak önemli mimari ve kültürel miraslar olarak korunmuşlardır.” diyor. Takdirle anarız bu hizmeti de, kabul etmeliyiz ki de, her şey ‘insan’ için, insansız evler ya da kainat, ne anlam ifade eder kimin için! Bu sebeple asıl sevgi evlere değil,  evleri üreten ‘kültüre’ olmalı, o kültür olmayınca da zorla korumaya çalıştığımız miras da yokolmakta zamanla. Tıpkı kaybolan “Eski Ortahisar” ve kolay girilemeyen ‘dört kapısı’ gibi…

Eski Ortahisar’a ´dört kapı´ ile girilirdi…

Bu kapılar, Ortahisarı batıdan ve doğudan çeviren surlarını Zağnos ve Dabağhane köprülerine açan iki kapı (Batı ve Doğu Kapıları) ile; merkez Orta Hisar ile, Aşağı Hisar ve İç Kale Hisar arasında bulunan iki kapı (Kuzey ve Güney Kapıları), eder toplam ´dört kapı´…

Batı (Zağnos) Kapısı… Şehre batı’dan girmek istediğinizde, bugün ki Zağnos Köprüsünü bitirdiğinizde çıkardı karşınıza; açılırsa ancak girebilirdiniz şehre… Doğu (Zibillik) Kapısı; Eski Vilayet Konağı’nın hemen kuzeydoğusunda, bugün ki Olcay Matbaası virajında, geçerseniz girerdiniz Tabakhane Köprüsüne… Kuzey Kapısı; halen yıkılı bulunan Çifte Hamam’ın hemen kuzeybatı köşesinde, Orta Hisar’dan sonra başlayan Aşağı Hisar’a açılırdı… Güney Kapısı; Orta Hisar’dan İç Kale’ye giriş kapısı; Gazipaşa İlkokulu rampası bitimi kapının yeri… Hükümet Konağı çevresindeki kale duvarlarını ve Orta Hisar’a giriş yapan bu kapıları, 1872 yılında, Vali Emin Muhlis Paşa yıktırmış (Trabzon Belediye Tarihi), böylece de asıl şehir Ortahisar, genel şehir Trabzon’a açılmıştır. Bekir Gerçek ağabeyimizin; Ortahisar’lı şair İhsan Topçu Bey’in, “Trabzon Sevdalanması” başlıklı şiirinde geçen, “Eski Bir Başkent Ruhu dolaşır/ İçimin Uzunsokaklarında/ dizelerinden esinlenerek tanımladığı gibi de, “Eski Bir Başkent Ruhunun Yaşandığı” mekandır Ortahisar…

Ortasaray ya da Ortahisar

Merkezinde Eski Hükümet Konağı, halen Trabzon İl Kültür Müdürlüğü ve de Fatih Camii Şerifi… Fatih Camii’nin doğu avlusunda top oynandığını kimler hatırlar? Ya da Eski Hükümet Konağı etrafının birbirine paralel uzanan iki demir boru ile çevrildiğini?… Ya da binanın batı tarafındaki boruların üzerinde oturmak ayrıcılığına kaç kişi sahip olmuştur?

İşte, ‘Ben’ o ayrıcalıklı insanlardan biriyim. İlkokul, Ortaokul ve lise yıllarımda iken oturduğum o demir borularüzerinden, bazen ben Trabzon’u tanıdım, bazen de Trabzon (-oradan gelip geçenler) tanıdı beni. Oturduğum o yerden… 1950 doğumluyum, 1967 yılına, Lise’yi bitirdiğim zamana kadar Trabzon’u izlediğim yerden… O demirlere şimdi de oturmak (!), Ortahisara yeniden bakmak istiyorum, zaman içinde zamana bakıyorum…

Mahallenin çocukları olan bizler, Ortahisar’dan doğuya, Meydan tarafına sadece sinema için giderdik. Eğlencemiz bu, Saray Sineması’ndan çıkar, hemen Sümer Sineması’na girerdik. Buna rağmen de, batıya gitmeyi daha çok isterdik. Çünkü, futbol oynamayı severdik, bisiklet binmeyi de seçerdik. Bu tercihler, Kav(b)akmeydan semti demekti, bu yüzden meydan’dan çok, oraya giderdik. Bazen de Trabzon’u seyretmek için, vilayet binasını saran demirlerde otururduk, Hükümet Konağı da arkamızda…

Biz Hükümet Konağı’na girmezdik, büyükler de bizim demirlerde oturmazdı. Fakat onlar, Konağa mutlaka uğrarlardı, çünkü 1986 yılı sonuna kadar Valilik orda. Sözkonusu bu taş-kargir bina, Osmanlı döneminden kalma binanın yıkılması sonucu yaptırılmış, 1933 yılında hizmete girip, 1986 yılı sonuna kadar Hükümet Konağı olmuş, 1992’den bugüne dek de, İl Kültür Müdürlüğü.

İçersine giremediğimiz bu konağın, bazen bahçesine girerdik; bahçıvanlarının özenle hizmet verdiği çiçeklerden hiç koparmadık diyemem ama, seyrine doyamadığımız için pek de uzanmazdık. Palmiye ağaçları hâlâ da bahçede, ruhumu okşayan çiçek bahçesi ise, artık yok, araba işgali (!) sürüyor orda da… Oturduğumuz demirlerin sadece iç tarafı değil, önündeki kaldırım da, Konağın kuzey karşısındaki kaldırım da  bahçe (!), defne ağaçları diziliydi. Pek çok Eski Ortahisarlı gibi, o güzel  görüntü de, beğenseniz de kokuları da, yok!..

Birkaç hatıram daha var, çocukluğumdan, paylaşayım …

  Konağın kuzey tarafındaki giriş merdivenlerinin karşısındaki kaldırım, akşam üzeri kalabalıklaşırdı. Memurların mesaisi biter, bir manga askerin, Hükümet Konağı’ndan Bayrak indirişli merasim saati başlardı. Geçenler merasimi seyrederdi ama, biz mutlaka izlemeye koşardık… Konak ile ilgili unutamadığım birkaç hatıram daha var… Kapısının hemen önündeki merdivenlerin başında, rahmetli Başbakan Adnan Menderes’i, karşıdaki kaldırımdan, sanırım 8-9 yaşlarındaydım, gördüm…  Unutamadığım bir diğer anım bir cinayet, yakındaydım yaşadım. Konağın kuzeydoğu duvarı önünde, Tos Muhtarının öldürülmesi ile ben korkuyu yaşarken, eylemi yapan kişi, silahı da elinde, demirlerde oturmakta olan Mehmet Ali Şentürk arkadaşımın önünden; –Kim bana dokunursa…. yaparım diyerek geçmiş, bitişikteki Cezaevinin kapısından girip, silahını da teslim etmiş… Konak ile ilgili bir diğer hatıram da, futbol ile ilgili; 1962-63 futbol sezonu, Orhan Şeref Apak zamanı, Trabzon’da İdmanocağı ile İdmangücü rekabeti şiddetle sürüyorken, İl Takımı kurulması öngörülmüştü. Bu iki kulübün birleşmesi için uğraşanların, konağın alt katında, halen sergi salonu olarak kullanılan yerde, o gün ki yetkili her kimse onun huzurunda toplananların gösterdikleri çabayı hatırlarım. Mahallenin küçük delikanlısı, ‘Ben’ o gün, konağa girmiştim, İdmanocağı aşkımız var ya, hadiseyi yerinde izlemiştim. Aklımda o günden kalan en önemli şey, koca bir adamın feryat figanı, –Eğer birleşme olmazsa intihar ederim diye haykırması. O gün o şahsa, -Saçmalama diyecek durumda değildim, şimdi dönebilsem oraya; –İntihar bir hastalık hali ve de günah, olmaması gereken şey hiç düşünme derdim… Değişik bir hatıram da, konağa bitişik olan binadan, çünkü Eski Trabzon Kapalı Cezaevi oradaydı.

Eski Trabzon Kapalı Cezaevi…

Eski Hükümet Konağı güney duvarına bitişik mahkûmların volta attığı koca bir alan, bitimi de kapalısı; Hicri 1301, Miladi 1883’de yapıldı. Doğu tarafından kale surları üzerine oturtulmuş, batısı da İç Kale Caddesi’ne dayalı. Yolun üzerinde (avluya açılan) büyük kapısı vasıtalar, hemen yukarı bitişiği, dar uzun bir koridorla varılan küçük pencereli kapı da ziyaretçiler ya da içeri girenler için… Ziyaret günleri genelde Ortahisar, özelde de İç Kale Caddesi’nin bu girişi mahkum yakınları ile dolup taşar, ne zaman içeride bir hadise olsa, itfaiye araçları da yola çıkar!… 1970’li yıllara kadar böyle geldi geçti, bazen mahkûm kaçtı; bazen de suçlular, belki de suçsuzlar da yakalanıp oraya getirildi. Evimiz oradan biraz yukarıda, geceler de şimdiki gibi gürültü kirliliği ile dolu değil, sessiz ya; o sessizliği bozan bazen tüfek, bazen de tabanca sesi. Bahçecik’teki yeni binası yapılınca boşlatıldı bu yer, 1983’den sonra da kültür hizmeti veriyor. Önünden geçerken olmasa da korkuturdu çocuk beni, suçluların, belki de suçsuzların yattığı Eski Cezaevi, oldu artık Hüseyin Kazaz Kültür Merkezi…

Ve geçici son…

NOT 1 : Başlattığım fakat ara verdiğim “Şehrengiz” yazılarımı bir kitap yapmayı (çok) istiyor(d)um. Bu, pek çok okurumun da benden talebi. Yoğunluğum gerçekten fazla, devam etmek istiyorum ama, nasip de diyorum…

 NOT 2 : Şehr-i bir insan olarak kabul ettiğim Orhan Karakullukçu Bey (-Şehrengiz-2 yazımda isminin geçmesi üzerine), “Trabzonla ilgili yazılarınızı çok ama çok güzel, yazılarınızı okuma şansı buldum…bunlar vesika niteliği taşıyor. KUTLARIM. Tabii vesikalar tarihe ışık tutacağı için varsa yanlış ve eksikliklerin de düzeltilmesi gerekir diye düşünüyorum. Yazınızın bir yerinde Ayasofya Müzesi (Camii) üzerindeki Hilal Orhan Karakullukçu sayesinde zayii olmuştur diyorsunuz. Bir hilali ne zaman ve nasıl zayii ettiğimi bildirebilirseniz sevineceğim.” diye bir faksla benden sordular.

Ben de cevap olarak: Hilal’in kendileri zamanında kaldırıldığını belirten bir eserde; “Hilal, 1987’li yıllarda Belediye onarımında sökülmüş olduğu anlaşılmıştır.” şeklindeki bir ifadenin yer almasını (M.Yazıcı:Trabzon Ayasofya Camii Şerifi,Trabzon-2004,s.77) kaynak olarak kullandığımı, kitabın ‘yazarı’nın bana ayrıca; Orhan Bey ile aralarında aynı konu ile ilgili bir konuşma da geçtiğini aktardığını da ifade ettim. Bunun üzerine Orhan Bey, Ayasofya Müzesinin (-Camii’nin) o dönemdeki restorasyonunu Belediye’nin değil Kültür Bakanlığı’nın yaptırdığını ifade ettiler. Bu durumda, restorasyonu “resmen” Belediye yapmadığı, Kültür Bakanlığı yaptırdığı için, kuledeki Hilal’in yerinden kaldırılmasından Belediyenin, dolayısıyla Orhan Karakullukçu Bey’in, Hilal’in kaldırılmasında bir sorumluluğundan söz edilemez. Bu gerçeği burada da tespitimin yanında, nezaket gösterip ofisime geldiklerinde sohbetimiz esnasında, Orhan Bey’e; –Ağabey, eğer siz isteseydiniz Hilal’i oraya koydurturdunuz şeklindeki hissiyatımı da kendisine ilettim.

Söz ettiğim bu paylaşımımız sonrasında beni arayan Orhan Bey, kendisi ile ilgili olarak internette yer alan bir yazıda; “İskender Paşa Câmiî’nin Doğu’sunda yolun karşısındaki çeşmenin Orhan Karakullukçu Bey’in Belediye Başkanlığı döneminde, arkasındaki garaj ve binalarla yıktırılıp, çevre düzenlemesi yapıldığı” ifadesinin yer aldığını, bunu kimin tarafından yazıldığını bilip bilmediğimi sorduklarında, sözkonusu ifadelerin “İskenderpaşa Külliyesi” isimli bir kitapta yer aldığını kendisine aktardım. Bunun üzerine  Orhan Bey, sözkonusu yıkımların Hasan Melek Bey zamanında gerçekleştiğini, Asım Aykan zamanında da çevre düzenlemesinin yapıldığını söylediler. Bu açıklamayı, Şehrengiz köşe yazılarımda değil de, Karadeniz Haber Gazetesi’nde, -İnsanın Gerçeği- köşem dışında yazdığım, -İnsanın Gerçeği/Yüzyüze- köşemde) “tarihe not düşmek için” yazdım…

Not 3 : 2009 Mart’ında telefonla arandım… Arayan bir hanımefendiydi. Babasının ismini söyledi, o an algılayamadım. Çünkü, yiğit lakabıyla anılır örneğinde olduğu gibi; babası hafızamda daha çok, lakabıyla yer etmişti. Bana, kızının internette dedesinin ismini araştırdığında, “deli” lakabı ile anıldığını görünce çok üzüldüğünü ve kendisine; -Dedem deli miydi diye sorduğunu, bu durumu web sitemde yayımlanan Şehrengiz yazılarımda okuduğunu tarafıma iletince; ben kendilerine: Rahmetlinin tabii ki deli olmadığını, lakabı ile onu andığımı, ama o lakabı kullanmakla aileyi üzmüşsem yazımda o lakabı hemen çıkaracağımı söyledim ve bunu da yaptım; ‘rahmetli Süreyya Erim’ diyerek konuyu tatlıya bağladım. Ertesi gün telefonum yine çaldı, Doktor Süreyya Erim’in kızı Şahika’nın kızı olduğunu söyleyen genç kızımız, dedesi ile ilgili düzeltmem üzerine teşekkürlerini bana iletiyordu. Bu vesile ile belirtmek isterim ki de, doktor Süreyya Erim, bugünkü pek çok doktordan daha iyi doktordu, daha da insancıl biriydi, her güzel şeyi kaybettiğimiz gibi, güzel insanları da, güzelim Trabzon’u da kaybettik!

Not 4 : Yıl 2009 Mayıs ayı oldu… Eski Trabzon yazılarımla ilgili pek çok mesaj alıyorum. Ne yazık ki Şehrengiz (Trabzon) yazılarımı hâlâ yazıp tamamlayamadım… Eyvah… canım çok acıyor!..

Ahmet MUSAOĞLU