Hep derim ya… Anadolu’dan İstanbul’a ‘iş/aş bulmaya’ gidenler ‘adam bulunamadığından’ televizyoncu, yazar veya şucu bucu olurlar ama, siz bu “olmuş vasıfsızları” eleştirirseniz, üstelik de, Karadeniz’in bir ucu denilebilecek bir yerden, “Selam Tarabzon’uma”dansanız, televizyonculuğun, yazının veyahutta şuculuğun buculuğun ya da bilginin ‘ustası’ da olsanız, ‘abdurahman çelebilir hasbelkader İstanbul’dalar ya’, size oradan “taşralı” diye bakarlar… ‘bir apartmanda iş bulmak’ isterken sadece gazeteci olmamışlar, fotoğrafçı, sinemacı, profesör, yönetici, mühendis, vb… de olmuşlar; ‘bize’ çırak bile olamazlar ama, anormalliğin “normal olarak” yaşandığı bu ülkede, anlaşılamazsak da anlatacağız, ‘akıl’ biterse de ‘yeninden dolduracağız’…

Allahsız gazeteci kansere yakalanınca” başlığı atılarak bir yazı yazılmış;  “Fotoğrafa baktığımda önce tanıyamadım. Yazıyı okumaya başladığımda bu saçları dökülmüş, yaşlı adamın Christopher Hitchens’in ta kendisi olduğunu anladım. Yıllardır Vanity Fair dergisindeki…yazılarını takip ettiğim…kaleminin müthiş kıvraklığına hayran olduğum yazar, özofagus kanseriydi. Haziranda aniden rahatsızlanmış, temmuzda teşhis koyulmuş…Özellikle ‘Tanrı Büyük Değildir’ kitabıyla dindarları öfkeden çıldırtan Hitchens, hastalığının duyulmasıyla bu defa din adamlarının “Allah seni de kurtarsın” duaları ile “Cehennemde yanasın inşallah” diyenlerin arasında kalmış!…Sırf ateist olduğu ve dinleri acımasızca, fütursuzca eleştirdi…İslam başta olmak üzere bütün dinlerin savunduğu tezleri acımasızca sorguladı…11 Eylül sonrası Irak işgalinin en ateşli savunucularından oldu.” deniliyor (1)… Yazar ve Yazan “farkı var” der dururum ya, yazılan yazıda, “‘Tanrı Büyük Değildir’ kitabıyla dindarları öfkeden çıldırttı” deniliyor ama; söz edilen “dindarların” kim olduğu, mesela da, ülkemizde Christopher Hitchens adını duyan bile neredeyse olmadığı için, bahsedilendindarların Müslümanlar olmadığıortada ama, dindarlar ifadesi denilince onları da kapsıyor. Ayrıca da, söz edilen “tanrı”nın, “Tanrı/İsa anlayışı” olduğu ya da Christopher Hitchens’e gönderilen, “Allah seni kurtarsın” duaları ile, “Cehennemde yanasın inşallah” diyenler arasında, “inanç/mezhep farkları” bulunduğu, bu ‘fark’ sebebiyle kimi Katolik Hıristiyan’ın Hitcens’e “ateist” demesi yanında, muhtemelen kimi Protestan’ın da “ateist” denilen bu adama (yazıda, Allah seni de kurtarsın, ifadesinde tanrı denilenin ismi, Allah, olarak yazılmış ama, bu durum yanlış; çünkü, Hıristiyanlar, Allah demedikleri için) “Allah seni kurtarsın” değil, “tanrı seni kurtarsın” gibi bir dua edildiğinin söylenmesi gerekiyor… “Allahsız gazeteci…denilenChristopher Hitchens”in geçmişinde, Katolik Kilisesi’ni fena halde hedef alan yazılar bulunması ise, “Katolik Hıristiyanların” ona “ateist” dediklerini teyit ediyor. Dahası ise, Bosna, Kosova ve Irak’a müdahaleyi savunan yazılarıyla neocon’ların (fundemantalist Evangelistlerin) gözbebeği de olan bu adam için, aklı başında bir Müslüman’ın da, “hayr” dilemeyeceği de zaten akledilebiliyor. Fakat, buna rağmen de, kendisine Müslümanların da “iyi dileklerini” sundukları, bütün din/lerin (!) Hitchens’i “kötü adam” görmedikleri söylenebiliyor. Böylelikle de, Christopher Hitchens “vakası”, hem “ateist”, hem de “bütün din/ler” onu seviyor, oluyor/muş!..

“Christopher Hitchens vakası”, böyle ortaya koyulduğuna göre, bu ‘vaka’ için bir başka şey söylemek, başka bir deyişle de, son zamanlarda sıklıkla okuduğumuz, “ateizm yaygınlaşıyor” iddialarının arkasında başka bir şey aramak gerekiyor. Bugün bunu yapacağız ama, önce; “Tanrı varmış, Yokmuş!” zırvalığına feğiniyoruz…

‘Kusura bakmayın Tanrı var’, değil…

Hatırlayınız, bundan birkaç yıl önce, Dünyanın dört bir yanındaki akademisyenlere ateizm konusunda ilham verdikten sonra, fikir değiştirdiğini söyleyen İngiltere’nin en ünlü ateisti, 81 yaşındaki felsefe profesörü Antony Flew’in; fikir değiştirdiği ve “Tanrı’nın var” olabileceğini kabul ettiği haberlerini. Bu durum ülkemizde, “Kusura bakmayın Tanrı varmış” başlıkları ile haber yapıldı (2). ELLİ yılı aşkın meslek hayatında, bilimsel bulgularla ateizm teorisini desteklemek için çalışan Antony Flew, bilimsel bulguların sadece kainatın nasıl oluştuğuna dair teorileri desteklediğini ve bu bilgilerin hayatın kökenini açıkladığınıkabul ediyordu. Bu noktada belirtmeliyim ki, bu tür “dönüşler”, “Gerçek Tanrıya/dine” dönüş değil, dönülen sadece,  “Ezeliyet olmadığına, Yaradılışın (ilk başlangıcın, sonradan oluşun) inkâr edilebilir olmadığına”, dolayısıyla da, “Tanrı var”a oluyor…

Tanrının “var” olduğu gerçeği, aklıbaşında hiç kimse tarafından artık, inkar edilebilir olmuyor. Bilimsel gelişmeler, “Yaradılış” yaşandığını, dolayısıyla, “Tanrı var” olduğunu kesinleştirmiş bulunuyor. Dahası, İngiliz fizikçi Dr. Stephen Unwin, 200 yıllık bir matematik formülüyle, “Tanrı’nın var olma” ihtimalinin yüzde 66.66 olduğunu da hesaplamış bulunuyor. ABD Enerji Bakanlığı’nda nükleer kaza ihtimallerini hesaplayan risk analizi ve yönetimi konusunda en önemli uzmanlardan biri olarak tanınan İngiliz fizikçi Stephen Unwin, “Tanrı’nın var olma ihtimalini 18. yüzyılda İngiliz matematikçi Thomas Bayes’in geliştirdiği, P(GE) = A xP(G)xP(EG) eşitliğiyle tarif edilen Bayes Teoremi’ne –denklemdeki G faktörü Tanrı’nın var olduğu önermesini, E ise bunun kanıtını temsil ediyor– göre hesaplayan –bir Hıristiyan olarak Tanrı’nın varlığına yüzde 90’ın üzerinde ihtimal verdiğini belirten– Dr. Unwin, sonuçta Tanrı’nın varlığının…yüzde 66.66 olduğunu tespit etmiş bulunuyor (3). Zaten de, var olan evrene baktığımızda, bizim kendi evrenimizi “yöneten kuralların” tam da bizim varlığımız için gerekli olan bir “ince ayara” sahip olduğunu görmemiz de, “Tanrı’nın var olduğunun” delili oluyor.

Çünkü, mutlaka yapılması gereken “ince ayarı” yapan, “O / Tanrı” oluyor… Ateist diye bilinen Stephan Hawking bile, ünlü eseri “Zamanın Kısa Tarihi”nde; “Bilim yasaları, şimdi bildiğimiz  biçimiyle, elektronun elektrik yükünün niceliği ve proton ve elektronun kütlelerinin oranı gibi pek çok temel sayı içerir….Şaşılası gerçek ise bu sayıların değerlerinin yaşamın gelişimini olanaklı kılmak için çok ince ayar edilmiş gibi gözükmesi. Örneğin, elektronun elektrik yükü azıcık değişik olaydı yıldızlar ya da hidrojen ve helyumu yakamayacak, ya da patlamayacaktı….Bu Yaradılış’ta ve bilim yasalarının seçiminde Tanrısal bir ereğin tanıtı olarak, ya da güçlü insancı ilkenin bir desteği olarak görülebilir.”  diyordu (4). Bu açıklama, bir ateist denilenin ağzından, “Tanrı’nın (Yaradılışın) var olduğunun” kabul edilmesi, bu gerçeğin “reddedilememesi” de oluyor. Söz edilen “ince ayar”a, “antropik ilke=insancıl ya da insan merkezli ilke” denilse de, esas adı, “Tanrı var” gerçeği” oluyor. “Dünya Bir Tiyatro Sahnesi“ deyip de, “Yönetmeni” kabul etmemek de zaten, “normal aklın” yapacağı bir itiraz olmuyor.

Yaradılışın/Tanrı’nın “var olduğu” kesin gerçeğine bazı kişiler tabii ki itiraz edebilir, kabul da etmeyebilir; dahası ise, “kendi cüz-i iradesi” ile “kendi tekstini” yazıyor olduğunu da “sanabilir”, ama bunun için, kendisine; bir yaşam gezegeni/Dünya, bir Güneş Sistemi, bir Galaksi Sistemi, bir Evren Sistemi inşâ etmesi gerekiyor. Bu yapılamayacağı için de, “yaşanmakta olan gerçeği” kavrayamayan için, “kendim ettim kendim buldum” türküsü, minik bir izah oluyor!…

‘Kusura bakmayın Tanrı var’… demiyorum -kişi çatlasa da-, “Tanrı var” diyorum. İtirazım “bilgisizliğe” olduğu için de, “ateizm yaygınlaşması” denilen şeyin aslında bir “tuzak” oluşunu sunacak olan da yine ben oluyorum, imdi…

Ateizm yaygınlaşmıyor, ‘tuzak’ sırıtıyor…

Dikkatle takip edin, ülkemizde,  “Müslüman sol” hurafesi üretiliyor… Son yıllarda “atezim” yeniden formüle ediliyor, Avrupa ölçeğinde yayılmakta olan bir ateizm dalgası gözlemlenebiliyor. Ulusal basının ‘en iyileri/tehlikelilerinden’ ikincisi; ‘Tek kişilik tarikat sahibi, pusulasız keşiş’Ertuğrul Özkök ve ‘Aramızdaki Küçük Amerikalı’ Serdar Turgut ikilisinden ‘ikinci sıradaki’, ateist yaygınlaşmadan bahsetmiş bulunuyor: “Ateist hareketin başlangıç noktası ilginç…Avrupa ölçeğinde İslam’ın yükselişe geçtiğini ve Avrupa’da yaşam biçimlerine yönelik esaslı bir değişim talebi ortaya koyduğunu fark eden insanlar, yaşam biçimlerine tehdit olarak gördükleri bu gelişmeye karşı Hıristiyanlık çerçevesinde karşılık vermenin Avrupalılık ruhuna aykırı olacağını, bunun tam bir medeniyetler çatışması şeklinde algılanacağını düşünmüşler. Çözümü ateizmi formüle ederek bulmuşlar. Yani tüm dinleri ve Allah’ın varlığını reddeden bir tavrı benimsemişler…Tek bir dine karşı olmak yerine tüm dinlere karşı olacak ateist bir pozisyon geliştirmişler.” diyor (5). Sözettiğim ‘ikili’, “Anglosakson-Judea ortaklığı”nın ülkemizdeki basın sözcüleri gibi, “gelecekte neler olacağını” onlar öngördükleri için, yapılan açıklamayı dikkate alıyorum. Fakat,  ateist hareketin başlangıcının “Avrupa’da İslamın yüselişi” iddiasına dayandırılmasına kandırmaca diyorum. Çünkü, “İslam olan”, bırakın Avrupa’yı, başta ülkemizde olmak üzere, İslam coğrafyasında da batı(rılı)yor. Olmakta olan, İslam, “hedef (korkulan)” gösterilerek halklar üzerinde, “İslama karşı bütün olma” hâli sağlanması oluyor. Amaçlanan, –ateistliğin yaygınlaştırıldığı– Katolik Hıristiyan ülkelerde, ama asıl da İslam coğrafyasında, inançlara ‘darbe vurularak’ inanılan mezhep-din/ler yok ediliyor. Amaç, “Yeni/Tek” “Din/İnanç” inşâ etmek; kurulan ‘tuzak’ bu oluyor. Dolayısıyla da, Avrupa’da olan, “ateizm (inançsızlık) ile, inancın (!) çatışması” değil, amaçlanan bu misyonun inşâsı oluyor.

Ateizm yok, ‘mezhep/din çatışmaları’ yaşanıyor…

Ateist denilenlerin, “biz inançsız olsaydık daha iyi durumda olurduk” iddiaları bu tuzak için malzeme yapılıyor, Katolik Hıristiyan ülkelerde din, yani Katoliklik mezhebinin yalancı çıkarılması için paralar saçılması da bu sebeple oluyor. Ateist örgütlenmelerdeki yapıların, Giordano Bruno ismini ilham alması da zaten, olmakta olanın “ateizm yaygınlaşması” değil, tıpkı Bruno ve Galileli dönemindeki gibi, Protestan Hıristiyanlık ile Katolik Hıristiyanlık “teolojisinin (akidesinin)” çatışması, yani Hıristiyanlığın Hıristiyanlığa karşı oluşu, Katolik Hıristiyanlığın yokedilişi olduğunu gösteriyor. Buna paralel olarak da, “ateist denilenlerin” de, Katoliklerin, Protestanları tanımlamaları olması olduğu da görülebiliyor. 

Felsefi bir sistem olarak Ateizmden bahsedilirken, “ilk 17. yy’da” kök salmaya başladığının ileri sürülmesi de zaten bu oluyor. “Vatikansız Hıristiyanlık isteniliyor…” başlıklı yazımda belirttiğim gibi de, Thomas Hobbes (1588-1679) ve John Wallis  (1616-1703); Isaac Newton (1642-1727), Gottfried W.Leibnz (1646-1716); Voltaire (1694 – 1778) ve John T. Needham (1713-1781) kavgaları (veya benzerlerinin savaşları) da bu çatışma, ama, Papalığın/Kilisenin, Protestan Hıristiyanları “ateist/dinsiz” olarak görmesi de oluyor (6). Haliyle de, bugün yaşananlar da, dünkü yaşananların devamı, dolayısıyla da “Din/Tanrı yokoluyor” veya “ateizm doğuyor” denilen şey, Katolikliğin yok edilmesi oluyor… 

Katolik İtalya’da, bir “inançsızın”, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidip,  “Roma Katolik Kilisesini, insanları aldatmaktan dolayı mahkemeye vermesi” ve “Hz. İsa’nın hiçbir zaman var olmadığını” iddia etmesi de, “ateizm görüntüsü” altında Katolikliğin yok edilmeye çalışıldığının delili olduğunu, Serdar Turgut’un, “Avrupa’da ateizm yaygınlaşıyor” iddiasının doğru olmadığını da gösteriyor.

Bu noktada belirtmek isterim ki de, Batı(lı)dan gelen haberlerin ülkemizdkei çevirileri sırasında, “Allah” veya “Din” olarak yapılan çeviriler, tabii ki, Kur’an’ın Tanrısı “Allah”ı ve din olarak da “İslam dinini” anlatmıyor. Anlatmıyor ama, bu tür çevirilerle de, ülkemizde ve dünyada, “Katolik Hıristiyanlık akidesinin yok edilmesine” paralel olarak, “İslam olan”ın “reforme” edilmesi veya yok edilme arzusu da sürdürülüyor. 19. yüzyılda kurulmuş, şimdilerde canlılık kazanan İngiliz Ulusal Seküler Toplum derneği başkanı Terry Sanderson, “Din üzerine olan savaş yeniden başlıyor. Bu seferki çok zorlu bir savaş olacak” açıklaması, “İslam olan”la yapılan savaşın yanında, Fransız İhtilali ile “reforme edilen Vatikan/Kilise gücünün/akidesinin”, Anglosakson-Judea ortaklığınca yürütülen, artık “tamamen yok edilmesi” aşamasının sürdürüldüğünü, KüreselciNlerin “Küresel –Tek- Yapı” amacını da gösteriyor. “Papa/Kilisenin” yıpratıldıkça yıpratılması da bunun için sürüyor…

 Yeni Ateistlik ‘insanlığa din biçilmesine’ katkı oluyor…

Yeni ateist akım için, “dine karşı” denilse de, “karşı olması”, Katolik Hıristiyanlık ve “İslam olan” oluyor. The Sunday Times gazetesi’nin haberine göre, ateist (denilen) İngilizler, Richard Dawkins ve arkadaşı Christopher Hitchens‘ın, Katolik Kilisesi’ndeki çocukların cinsel taciz olayını örtbas etmekle suçladıkları Papa 16’ıncı Beneditc’i, İngiltere’yi ziyareti öncesine yaptıkları açıklamada, ‘İnsanlığa karşı suç’ işlediği gerekçesiyle tutuklanmasını istemeleri de bu oluyor (7). Papa’yı/Papalığı yok etmek isteyen ‘Yeni Ateistler’in de papası var, tıpkı Anglosakson fundemantalist Charles Darwin gibi, Anglosakson-Judea köktencisi diyebileceğimiz Richard Dawkins, “Yeni Atesitler’in Papası” oluyor..

“Anglosakson Papa” Richard Dawkins, Alman Der Spiegel’de; “Dinsiz bir dünya tasavvur edin. O zaman intihar bombacıları, 11 Eylül, Haçlı Seferleri, cadı avı, İsrail-Filistin çatışması, Bosna’daki katliamlar, Yahudilerin ‘İsa katilleri’ diye sürülmesi, hatta Kuzey İrlanda sorunu bile olmazdı.” diyordu (8).

Peki de, bu “Yeni Papa” ya da “Yeni Ateist” denilenler, neden sadece “Katolikliğe/Papalığa” ve “İslam olana” saldırıyor?

Tabii ki çocuk istismarı kötü ama, “Protestan (Anglosakson)-Judea ortaklığı” olan ABD’nin, “insanlığa karşı işlediği suçlar” neden sorgulanmıyor? Irak’ta, Afganistan’da ve dünyanın pe çok yerinde hemen her gün öldürülen insanlar ve ırzına geçilen kadınlar da varken, buna imkan hazırlayan Bushlar, Obamalar neden tutuklanmak istenmiyor?..

Richard Dawkins’in, “Tanrı Yanılgısı” veya  “Tanrı Aldatmacası” adlı kitaplar yazması, tabii ki “İslam olana” da ama, asıl, Katolikl Hıristiyanlık “akidesine/inancına” karşı yapılan saldırılar neden oluyor? Bu “Yeni Papa”nın (Dawkins’in) müridlerinden, “tanrı/din” sorunu olan bir diğer ‘Yeni ateist’ Christopher Hitchens; ‘İslami yüzlü faşizm’ sözüyle neden tanınıyor ya da İslam/coğrafyasını “teslim almayı” hedeflemiş neocon’ların gözbebeği neden oluyor! Ya da ‘Yeni Ateist’ hareketin temelindeki düşünceyi ve siyasi tavrı formüle eden kişi, Fransa’daki peygamberi (!), denilebilen Michel Onfray; ‘Tanrıya ihtiyacımız yok’ derken neyi anlatmak istiyor? Ya da Onfray’ın; “Bir din kurabilirim” açıklamaları, ateist denilen bu adamların da, insanoğluna “geçici olarak” sunula(n)cak “sözde din”e işaret etmiyor mu!  Ya da yine Onfray’ın, “yeni bir düzen için zamanın geldiğini gösteriyor”” açıklamaları, sözedilen “Yeni Düzen”in, ateizm olmasına değil, “Küresel (Tek) Yapı” amacını göstermiyor mu? Ya da Katolik İtalya’da, ‘Neden Hıristiyan(-yani Katolik) olamayız’ makalesiyle büyük yankı uyandıran matematikçi Piergiorgio OdifreddiKatolik Kilisesi’nin kutsama ayinini, ‘Baba Pythagoras, oğul Arşimed ve kutsal ruh Newton adına yüce logos seni kutsasın’ sloganına neden çevirerek Hıristiyanları güldürüyor! Ya da Stanford Üniversitesi’nin nöroloji uzmanı Sam Haris; “Sorun tanrının gazabı değil, tanrının kendisi. Tanrı inancı olmasaydı, ikiz kulelere bu saldırıyı yapmayacaklardı” derken, neden Katolikliğe ve “İslam olana” saldırıyor!..

Yapılan bu açıklamalar, “Yeni ateistler Bush’a ve İslam’a karşı Haçlı seferi başlattı”başlığı altında verilse de, bu saldırılar“Bush’lara, Obamalara” karşı değil –daha önce teslim alınmış– Katolik Hıristiyanlığa, ama asıl da, “İslam olana” karşı açılan ‘savaş’ oluyor. Yeni Ateistlerin Bush veya Obama gibilerle “sorunları” sadece, aynı safta sürdürdükleri çatışmadaki “uygulama/metod farklılıkları” oluyor. Kendilerine “asıl direnen” “İslam olan”ın dışında, “Katolik Hıristiyanlar” ile de sorunları olduğu için, ‘hareket’, Katoliklertarafından, “tanrısız/ateist” olarak tanımlanıyor. Ünlü aktör –koyu Katolik- Mel Gibson’un, “Da Vinci Şifresi” kitap ve filmleri ile “tanrısı İsa’ya/inanç akidesine” yapılan ‘saldırıya’ karşı, ‘Tutku ‘ filmini çevirmesi,  Papalığın bu tanımlamasına paralel oluyor. Papa 16. Benedikt’in, Avrupalı piskoposlar tarafından düzenlenen bir konferans için kızgın bir şekilde, “Nasıl oluyor da Hıristiyanlık gibi Avrupa’nın kimliği açısından büyük önem arz eden bir elementi dışarıda bırakabiliyorlar” sorusunu yöneltmesi, Katoliklikteki “endişeyi” gösteriyor.

“Katolik Hıristiyanlığa” karşı 17. yüzyılda başlatılan ve Fransız İhtilali sonuçları ile kazanım sağlayan “saldırılar” bugün yine sahnede ama, bu defa ki fark, asıl da “İslam olana” saldırılması oluyor. “Hollanda, Danimarka ve Fransa’daki popülist partiler İslamcı ideolojiyi faşizmle bağlantılandırıyor. İslam yeni Nazizm ve Muhammed de onların yeni Hitler’i. Tarih, yeni bir tarihin kopyası haline gelmiş durumda: İslam’a karşı dünya savaşı.” (9). Dünyadaki “Dinlerin birleştirilmesi”, yani “Yeni Din İnşâsı” için -artık direnemeyen- Katoliklik mezhebinin, ama başta –hâlâ direnen- İslam dininin reforme edilmesi, eğer olmuyor(lar)sa yok edilmesi, “Yeni Ateistler”le de sürdürülüyor. Bu inançsızlaştırma projesiyle “Lego dinler” üretiliyor: “Lego din/ler; bugün yeryüzündeki din/lerin, hepsinden biraz alınarak kurulacak (lego parçaları birleştirilerek inşâ edilecek) “yeni din anlayışı”, yani, “dinlerin birleştirilmesiyle” ortaya çıkacak “Yeni (tek) Din” oluyor, “Peygambersiz din” oluşturulmaya (inşâ’ya) çalışılıyor demiştim (10), pusulasız (!) Ertuğrul Özkök’ün; “Hiçbir tek tanrılı din, bugünkü dogmatik ve hayatı dışarıdan düzenleyici haliyle varlığını sürdüremez…” demesi de bu oluyordu (11). Bu “Lego dinler projesi”, dine ‘inanıyor gibi’ olup da, aslında “dinden savrulmuş insanlar üreten proje” oluyor.

“İnancın Sonu” hareketi de denilen “Yeni Ateist” akımın bu uğraşı, ‘yaşanan inançların sonunu getirmek’ ama, amaç, “inançsızlık/ateistlik” olmuyor, “insanlığa yeni din biçilmesi düşüne” katkı oluyor. Yok edilmekte olan “din/ler” yerine “konacak  din” için, “Yeni inanç inşâ”sı gerektiğinden, inanç sahiplerinin önce, inançlarından savrulması, bir boşluğa, diyelim ki de “inançsızlığa”, yani “her dinin aynı olduğu inancına” yönlendirilmesi, “Yeni Ateistler” üzerinden de sürdürülüyor. Bu süreç en son aşamada, “insanlığın önüne” “neye inanmaları gerektiği” ile sürecek, Yeni Ateistler’in de katkılarıyla ortaya çıkartılacak olan “Lego din/inançlar” en son aşamada, “insanlığın önüne” konulacak “Küresel (Tek)İnanç/Din”de birleştirilecek. KüreselciNler, özlem duydukları “Küresel –Tek- Yapı”nın kurulumuna bu şekilde ulaşacaklarını düşlüyor. Bu düşe katkı koyan “Yeni Ateistler”, dünkü misyoner ateistler’in bugünkü versiyonları, “Yeni Misyoner ateistler” oluyor…

‘Yeni misyoner ateistler’…

Dünkü “misyoner ateistler”, 1970’li yıllarda, “aydın/entelektüel” olmanın en belirgin yolunun, “Allah’a inanmamak” olduğunu yerleştirenler oluyor. “Üniversiteye başlayan delikanlı kısa bir zaman sonra dinden imandan çıkar, evde yaman bir Allah tartışması başlardı. Sırf bu nedenle çocuklarını üniversiteye göndermek istemeyen aileler olurdu.…Arada bir Çetin Altan (o ve İlhan Selçuk, solcu gençlerin rehberiydi) neden Allah’a inanmamak gerektiğini yazarak, gençlere iman tazeleme fırsatı verirdi. Türkiye İşçi Partisi sayesinde köylerde bile Allah kavramının tartışılır olduğunu müjdelerdi…Bütün bunlar bir çeşit çocukluk hastalığı mıydı, diye düşünüyorum bazen…Son yıllarda insanlar artık eskisi kadar ‘Allah var mı, yok mu’ tartışmasına girmez oldular…‘Allah yoktur’ diyenlerin sesi eskisi kadar çıkmıyor. Tam tersine, pek çok önde gelen yazar ‘Ben teistim’, yani ‘Allah’a inanırım’ diyen açıklamalar yapıyor. Dikkat ettiyseniz Perihan Maden birkaç gün önce bu doğrultuda bir yazı yazdı. ‘Dini bir inanca bağlı olmadan Allah fikrine inanıyorum’ -veya ona yakın bir şey- dedi. Sanırım geçen yıldı, Mine Kırıkkanat da aşağı yukarı aynı şeyleri söylemişti: ‘Dini bir koşulla bağlı olmadan Tanrı fikrine inanıyorum’ demişti. Bu yazarlarımızın parantez içinde geçerken, şöyle bir değindiği bu konu yeni bir eğilimi belirliyor olmalı: Kişisel dinler, bireysel inançlar! Dini inanç bahsinde yeni bir durumla karşı karşıyayız…bu öylesine ‘kişisel’ bir Allah inancı ki, kimseye satmaya, insanları kendi inancına çevirmeye de çalışmıyor. ‘Misyoner ateistlik’ devri sona ermişe benziyor…Yalnız Türkiye’de değil, genel olarak dünyada böyle bir eğilimle karşı karşıyayız. Kim bilir, belki de ileride buna ‘dinin postmodernleşmesi’ denecektir. (12). “Vahyi Tanrı/tanımaz” Türker Alkan’a ait olan bu düşüncelerde söz edilen “dine dönüşler”, “gerçek/vahyi dönüş” olmuyor, “Yeni Misyoner ateistler” tanrı inancına inandıklarını söyleseler de, “inandık” dedikleri şey, “vahyi/Kur’an’i tanrı anlayışı” olmuyor.

Ayrıca da, Türker Alkan her ne kadar “Misyoner ateistlik devri sona ermiş” dese de, biten bir şey yok, biten sadece “eski görevler”, yoksa “yeni görevler”, “Yeni Misyoner Ateistlerle” sürüyor. Yine bir inançsız, Ece Temelkuran’ın; “Başka bir din mümkündür!” başlığı arlında “aradığı din” için  yazdığı; “Peki “Başka bir din mümkün” müdür? Karşısında saygıyla susulmasından çok tartışmayı tercih eden bir dindarlık?…Bir çocuğun dini olmaması gerektiğini, ancak yetişkinlerin dinlerini seçebileceğini söylemeye cesaret eden bir dindarlık? Olabilir mi? Ben artık “türbandan” çok bunları konuşmak istiyorum.” açıklamaları ile (13), yine “başka bir din anlayışından”birinin, “inanca inanmak” başlıklı yazısında Serdar Turgut’un; “Yaratan’ın…dünyadaki din adına yapılan savaşlara ve din adına yapılan kötülüklere veya inancın asıl unsuru olduğunu düşünerek türban için bu kadar fazla huzursuzluk yaratılmasına izin vereceğini düşünmek…doğru değildir…Tanrı’yı bu kadar detayda bir gelişme ile anlamaya çalışmak, o fikri küçültmek anlamına gelir. Halbuki dindar olmayan ama inancı sağlam düşünürler, Tanrı’ya hak ettiği büyük yeri vererek onu büyük kavramlarla düşünmüş ve inanmışlardır. Ben bu insanların arayışını anlamaya çalışıyorum. Teist olduğum için duamı eksik etmediğim Tanrı fikrinin bu dâhilerin anlamaya çalıştığı büyük fikir olduğunu sanıyorum. O yüzden de türban savaşı verenlere de onlara fanatik biçimde karşı çıkanlara da zerre kadar saygım yok. Tümünün cahil ve saygısız olduğunu düşünüyorum.” açıklaması (14), “Yeni Misyoner ateistlik”,  “dindar/vahyi olmayan inanç” görevi, “Serderamus”un koca bir cahillik ve saygısızlık sergilemesi de oluyor…

Çetin Altan, İlhan Selçuk gibi dünkü “Eski misyoner ateistler”in bugünkü versiyonları olan “Yeni misyoner ateistler”; “Küresel –Tek- Yapı” misyonu yüklenmiş “Fundemantalist Anglosakson-Judea ortaklığı”nın misyonerleri oluyor. “Eski Katolik misyonerlerin” yerini artık –Dünya genelinde-, bu tip “misyonerler ve misyonerlik” almış bulunuyor. Bu Yeni Misyonerler, “Babil Sendromu Çözümüne”, yani, “Küresel –Tek- Dil-Devlet-Din”kurma amacına ‘hizmet’ için, “bireysel tanrı/inanç (Lego dinler, inançsızlık)” oluşturulmasına katkılarını durmaksızın sürdürüyor… Yoksa, Avrupa veya Dünyada ateistlik yayılmıyor…

Her kim ki, “ateizm yaygınlaşıyor” diyor, anlayınız ki kandırılıyorsunuz…

“Tanrı Yanılgısı” da hiç sözkonusu olmadı, “yanılan”, eskisi veya yenisi “misyoner ateistler”, tabii ki de, “gerçek din/tanrı”ya ulaşamayanlar oluyor…

Gördük… şüphesiz ki, göreceğiz de!..

Ahmet MUSAOĞLU / 05.10.2010