Kişi, değişik yerlerde yetkili sayılabilecek zatlardan Arapça okuyabilir, hafızlık da yapabilir veya vaaz edebilecek bir kıvama da gelebilir… ama yine de kendine soracağı ya da kendisine sorulacak pek çok çelişkili soruyu/konuyu cevaplayacak durumda değildir. Kendisine soru soranlar ya da başkaları da, –Ne kadar bilgili zat deseler de, hem kendi müşkilâtının içinden çıkamaz, hem de başkalarını da müşkülata sokar, farkında bile olamaz. “Bilimin, Allah’ın ilmi” olduğunu lafzen kabul etse de, bunu kalb-i olarak yaşamadığı, bilimsel gelişmelerden bihaber olduğu için, beyninde oluşan parçalanmayı çözemez. Kesin doğru zannettiği/sahip olduğu ‘yanlış bilgi’ ile, “zıt” şeyleri bağdaştıramadığı için de, manevi sıkıntılar çekmeye başlar. Diyelim ki de, boşinan bir/köktendinci iddia olan Darwinsel görüşlere ait bir kitabı okusa, ardından da Kur’an’da, ‘ilk insan Adem aleyhisselamın’ yaratılışına ait kıssaya baksa veya konuyu tefsirlerden de okusa, yine de sorununun altından çıkamaz. Çünkü, “Allah’ın ilmi” olan bilimsel gerçekler onun gerçekleri değildir, hâliyle de, gelen ‘saldırıları’ cevaplayamaz, çünkü o, “kendi” değildir… ‘İslami eser’ satan kitapevlerine baktığınızda, oralarda bilim kitapları bulunamayışı da zaten, günümüz Müslümanlarının, ‘Allah’ın ilminden’ bihaber olmalarını açıklar niteliktedir…

Buna karşın, ‘bilimin Allah’ın ilmi’ olduğunun savunucusu 4 ismi yazıya/tarihe dökmem gerekiyor. ‘Bilimin Allah’ın ilmi’ olduğu uğraşısı vermiş üç isimden ilkini  rahmetle, diğer ikisini de selametle anıyorum… İlk’i Dr.Haluk Nurbaki, iki ve üçüncüsü isim ise, Fizik Müh.Taşkın Tuna ve Prof.Dr.Cevat Babuna oluyor. Dördüncü isim de, bendeniz; okumakta olduğunuz bu satırların da yazarı, Jeo.Yük.Ahmet Musaoğlu oluyor… Bu dört kişiden hiç biri ilahiyatçı değil; ilahiyat ‘öğretisi’ de, ‘İslam dininin’ sadece ve sadece minik bir kısmı, ama ne yazık ki de, “İslam adına” konuşanlar hep, ilahiyat/ilahiyatçılar oluyor. Daha açık ve net de; en ünlüleri de dahil, –genel bilim dallarını bilmeyen– ilahiyat/ilahiyatçıların, size/bize öğreteceği fazla bir şey de bulunmuyor. Oysa, eğer bilebilirseler, ilahiyat ile genel bilim dallarını “birleştirebilseler”, bilgi patlaması yaşanır, ama nedense bu olmuyor. Rahmetli Mehmet Akif’in andığı; “Kur’an’dan alıp ilhamı, asrin idrakine söyletelim İslamı” diyecek isimler ortalıkta olmadığı, ortalıkta, –sanki birkaç bin yıllık belgeli bulgulu insanlık tarihinde cinsellik yokmuş gibi cinsellik keşif yapıp– İslamı cinsellik olarak anlatan ‘ilahiyatçı denilen’ pek çok bulunduğu için de, “İslam olan” adına ortada olan hem “İslam olmuyor”, hem de ‘gelenek’ olarak ortada olan “gerçek gelenek” olmuyor. Sahip olunan “yanlış gelenekten” uzaklaşılamadığı için de, bir yığın çelişki içinde kalınıp, hem sıkıntıçekilebiliyor, hem de başkalarına, ‘İslama da’ sıkıntı çektirebiliyor… Çünkü karşımıza çıkan, ‘bugünkü tasavvuf anlayışı” sorunu oluyor…

Din sadece ‘o olan’ İslamı, hayatına sokmamaya özen gösteren bilgisizlerin oluşturduğu sıkıntılara değinmeyeceğim, “bugünkü tasavvufun” ‘sıkıntı’ oluşturduğu alana değineceğim; çünkü, sıkıntı soru oluşturuyor, bir sevgili kardeşimce sorulan da şu oluyor:

Sonsuzluk biraz da ürkütücü (mü?)…

Cennetin sonsuzluğu hakkında…

Orada sonsuz bir hayat var…

Hep daha fazla istiyorum… isteklerim hep oluyor…

Zaman kavramı yok, sağlığım yerinde, yaşlanmıyorum…

Sevdiklerimle hep ordayız…

          Eeee…           

Sonra? Sonra… ??? Sonra…

Devam ediyor bu böyle… Bu böyle devam ediyor. Sonra…

Sonra sonra sonra… Sonra?…

Yeter!.. Son yok! Nasıl iş bu…

Her şey güzel hoş da “son yok” yaa…

Ben:  sıkıldım… diyorsun!..

Ne bileyim…

En azından dünyada ölüm var. Başka bir aleme geçilecek,

Yanında sevdikleri, yeni yeni keşifler yapıyor,

Yeni şeyler tanıyor, hak ediyor gittiği yeri,

Ordan dönmek istemez bidaha,

Ama sonsuz olunca

Ah!!! Karıştım çözün beni…

Sorduğum bir hocaya göre…

Orayı da Allah’ın ilmi bilirmiş… Allahı’n ilmi ile bizimki bir değil yani..

Biz Allah’ın nasıl var olduğunu bilmiyoruz,

O konuda da sınırlı bilgi verilmiş,

Mevlana diyor ki;

Biz en sonunda/ varlıkta yok olacağız.

Yani cennette bir düzen var, evet zaman kavramı yok ama,

Bir süre orada /cennet/ kalıp sonra yükselticez derecemizi,

Sonra, enerji haline dönüşüp varlıkta son bulacağız…

Artık nasıl olacaksa o!

Nasıl olacaksa o…”

‘Nasıl olacaksa o’ değil, şöyle olacak o…

Selçuklu devrinin tanınmış alim ve şairlerinden Ömer Hayyam’ın da, –Nereye Gidiyoruz– isimli rubaisinde sorduğu, insanlığın en eski ve en heyecan verici sorusudur bu: Nereden geldik, nereye gidiyoruz?..

Herşey nasıl başladı? Gökler ve yeryüzü nereden geldi? Evren sistemimize ilişkin ne biliyoruz? Niçin ortaya çıktı? Nereden gelip nereye gitmektedir? Evrenimizin bir başlangıcı ya da bir sonu? Eğer sonu varsa, bu son nasıl olacaktır?.. Ve de… Sondan sonraki başlangıcın da sonu var mı?..

Yaşadığımız alemin (evrenin) varlığı üzerine yapılan tartışmalar yakın tarihlere kadar, ya “evren, hiç değişmeyen bir durumda varlığını sürdürmektedir” iddiasını ileri süren -Durağan Evren- modeli, yada “evren, çok uzak olmayan bir geçmişte, aniden başlamıştır” iddiasını ileri süren -Standart Model- öngörüleri üzerine yapılıyordu. Fakat, artık aranan cevap bulunmuş, ezelden (sonsuzdan) beri varolmayı öngören -Durağan Evren- modeli, artık dönmemek üzere yerini, “geçmişte sonlu bir zaman öncesinde başlangıcı olan ve gelecekte sonlu bir zaman sonra da yokolacak olan” –Genişleyen Evren– modelinebırakmıştır. Böylece de, evrenin başlangıcı var mıdır (?) yok mudur (?) tartışmaları bitmiş, Evren Sistemi’mizin bir “başlangıcı” olduğu kesinleşmiş bulunmaktadır.

Bilinen bir başka şey de, “bizim” ve “evrenimiz” için gelecek “son” da bellidir; o ölümdür; Evren Sistemi’miz de ölümlüdür. Öyle olduğu için de, hiç kimse, –Gezegenimizi, Evreni durdurun, inmek istiyorum demek lüksüne sahip değildir. Kaçınılmaz “son (yokoluş!)” gelecek, yaşadığımız Evren (kainat) Sistemi yokolacak, Varoluş (Big Bang) Yokoluş (Big Crunch) ile özdeşleşecektir…

İşte, hiç kimsenin bilemeyeceği önümüzdeki bir tarihte yaşanacak olan sözkonusu bu “son   

        (yokoluş)” için, geçmişte “başlangıç” olmuş…

Evren Sistemi’miz -Aniden Yokluktan Varlığa- çıkmıştır:

-Büyük Patlama (Big Bang) ile Aniden ortaya çıkmıştır,

-Büyük Patlama’dan beri Evren ‘Genişleme Hareketi’ Yapmaktadır,

-Herşey hareket halindedir,

-Çatlaklı Arz  (-Yerkabuğu Parçaları) hareket halindedir,

-Çatlaksız Göklerde de hareket var,

-Evren Sistemi dengededir, ama…

-Evrenin Dengesi her an bozulabilir yapıdadır

-Evren hayatı sonlu, ölüm kesin bir gerçektir

-Yokoluş/Kıyamet (Big Crunch) Aniden Gelecek…

-Gelince…

-Herşey (Evren Sistemi) Yokolacak..

Önümüzdeki (görebileceğimiz veya göremeyeceğimiz) bir tarihte yaşanacak olan sözkonusu bu -son-, sadece Dünya’mızın, ya da gezegenimizin de içerisinde bulunduğu Güneş Sistemi’nin sonu değil, herşeyin sonu olacak, tüm Evren Sistemi yokolacaktır. Evren Sistemi’mizin ölümünden (yokolmasından) sonra geriye kalacak olan ise, sistemi ortaya çıkaran olacak, Big Bang (Varoluş) ile açılmış Evren Kitabı, Big Granch (Yokoluşu/Kıyamet) ile kapanacaktır.

Önümüzdeki (görebileceğimiz veya göremeyeceğimiz) bir tarihte yaşanacak olan sözkonusu bu -son-, sadece Dünya’mızın, ya da gezegenimiz Dünya’nın da içerisinde bulunduğu Güneş sisteminin sonu değil, her şeyin sonu olacak, tüm evren sistemi yokolacaktır.

Kur’an-ı Kerim, evrenin -nefes alması- demek olan “genişleme hareketi”ni bildirdiği gibi, -nefes alamaMası- demek olan “genişlemesinin duracak” olmasını da bildirmiş bulunmaktadır (bu yönüyle Yüce Kur’an, başlangıcı da, sonu da bildirmiş bulunmaktadır):

“Göğü kendi ellerimizle biz kurduk ve biz (onu) elbette genişleticiyiz.”

       Zariyat (51) 47

“Göğün ve yerin O’nun buyruğu ile DURMASI da O’nun (varlığının) delillerindendir…”

                      Rum (30) 25

Sözkonusu “durma”, Kıyamet öncesinde olacak, evren’in -genişlemesinin durması-, Kıyamet kopması olacaktır (genişleme hareketinin durması ile Kıyamet kopacak; bu durumda genişlemenin tam tersine olarak bir büzülme-sıkışma, sonrasında ise çökme yaşanacaktır):

Ortaya çıkışından beri “genişleme hareketi”ne dayalı nefes alan bir sistem olarak çalışan evren sistemi, “son günü” nefes alamayacak (nefes alması Duracak), evrenin “sonu”, “genişleme hareketini”n durması (nefes alamaması), Yokoluşu da olacaktır.

Yok olmayıp, geriye kalacak olan ise, sistemin “dışında” olup da onu ortaya çıkaran, sadece “O”nun zat-ı (Allah) olacaktır:

“….O’nun zâtından başka her şey yok olacaktır….”  : Kasas (28) 88

“O, (her şeyden önce mevcut olan) evveldir ve (her şey helak olduktan sonra geriye kalacak) ahirdir.” Hadid (57) 3

Evren Sistemi tamamen yokolacak, geriye kalacak olan da ‘O’ olduğuna göre, O; Tanrı, Evrenin (kainat sisteminindışında, ‘Sanatkâr’, eserinin ‘ötesinde’ olmalıdır…

İşte, bir kısım insanlara, –üzülmeyin, sevinin– denileceği, diğer bir kısım insanlara da –sevincin yasak olacağı– gün, (Sur sesi ile) yokoluş başlayacak, Kıyamet kopacaktır…  

Evren Sistemi çökecektir / Big Crunch: 

-Varoluş (Big Bang) Yokoluş (Big Crunch) ile özdeşleşecek,

-Diriden (Evrenden) Ölü(m) Çıkacak,

-Geleceğe (Ahret Yurdu’na) Kapılar Açılacak,

-Evrenimizin Çıkış Kapıları Kara Delikler olacak,

-Yokolan Evren ile Ahret Yurdu’nu birleştirecek köprüler Kurt Delikleri olacak,

-Yeni Evrenin (Ahret Yurdu’nun) Giriş Kapıları Ak Delikler olacak

-Yeni bir Evren’de (Ahret Yurdu’nda) Yeniden Yaşam (Diriliş) başlayacak,

-Kabirden kalkılacak,

-Mahşerde toplanılacak,

“Yeryüzü, Rabbinin nûru ile aydınlanır, kitap konulur, peygamberler ve şahitler getirilir ve

         aralarında hakkaniyetle hüküm verilir….” Zümer (39) 69

-Şeytan, -Size yalancı çıktım, diyecek

-Adalet Terazileri kurulacak,

Ayrım olacak,

-Cehennem Tutuşturulacak, Cennet Yaklaştırılacak,

-Ateş (Cehennem), kazanılanın (Tercihin) karşılığı olacak…

-Artık Ahiret Yurdu’nda yaşanacak…

  (Hâlen varolup da işlememekte olan Ahret Yurdu, artık işlemeye başlayacaktır.)

………

Peki de, orada (Cehennemde veya Cennette) ebedi mi kalınacak?…

Sonsuzluk (Ebedilik) sürekli mi olacak?…

Yaşadığımız evrenin son bulmasından sonra işleyecek (yaşanılacak) yeni evren (Ahiret Yurdu), artık –son– bir evren mi olacaktır?. Yoksa, o da yok mu olacaktır?..

Mevcut evrenimizin maddesinin (evrenimizin sonu sırasında) içine sıkışacağı sonsuz yoğun ve sıcak “tekillik” noktasının, bir sonraki Büyük Patlama için hazır olacağı, evrenimizin sonu (Big Cranch) ile ortaya çıkacak olan “son tekillik” noktasının, evrenimizi ortaya çıkaran Büyük Patlama (Big Bang) gibi yeniden patlayacağı (yeni Big Bang ile yeni genişleme başlayacağı), bu şekilde yeni bir evren ortaya çıkacağı, bu ikisinin de tekrarlanabileceği (süreklilik olacağı) ileri sürülmektedir. Büyük Çatırdı’da (Big Crunch) herşeyin yokolmasıyla, tüm öykü yeniden başlayabilir, yeniden başlayacak bir Big Bang ile de yeni bir evren ortaya çıkabilir ve bu şekilde bir süreklilik olabilir öngörüsü oluyor bu…

Sonu olmayan bir son hayali için ileri sürülen bu görüş, “Tekil nokta”ların patlamaları ve çöküşleri ile devam edip gidecek, bir hiperuzaydaki sonsuz sayıda evren olmasını konu edinmektedir. Paul Steinherd ve öğrencisi Neil Turok, evrenin patlamayla başlayıp çöküşle sona eren kozmik evrelerinin birbiri peşisıra sonsuza kadar sıralandığı bir model önermişlerdir. Steinhard Modeli, sonsuz sayıda genişleme ve büzüşme evresinin birbiri ardına sıralandığı bir evren tablosu çizmekte, resmedilen bu tablo, zamanda ne bir “başlangıca”, ne de bir “son”a gerek bırakmaktadır! Bu modelin, salınımlı modellerden farkı, “kapalı ve sonlu (ölümlü)” bir evren yerine, sonsuz ve düz (ölümsüz) bir evreni esas almasıdır.

Hâl bu olunca da, Büyük Patlama (Big Bang) ile ortaya çıkan evrenimizin, daha önceki genişleyen bir evrenin çöküşü (külleri) üzerinde ortaya çıkmış olabileceği gibi, bizim evrenimizin külleri üzerinde de yeni bir evren ortaya çıkabileceği, bunun bu şekilde devam edip gidebileceği (devam edegiden bir çevrim olduğu) ileri sürülmektedir.

Bir başka soruşla da, işlemeye başlayacak olan Ahiret Yurdu’muzun sonu olmayacak mıdır (?) sorusu da bu oluyor.

Bilim, hemen yanıbaşımızda bir başka evrenden (Ahret yurdu’ndan) bahsedebiliyor olsa da, bu soruya cevap veremeyeceği için, cevap için, bütün bilim dallarının “köken kitabı” olan Kur’an-ı Kerim’in, bu konudaki ‘bildirisi’ne bakmamız gerekiyor.

Evrenimizin yokoluşu ile yaşama (işlemeye) başlayacak yeni evrenin (Ahiret Yurdu’nun), “sonu” olup olmayacağı sorusunun cevabını açıklamadan önce, bir başka sorunun cevabını açıklamamız gerekiyor

O soru şu oluyor: Evrenimizin (-dolayısıyla bizim) yokolacağımız Karadelik Tekilliği, bir başka evrenin, yani, yeniden başlatılacak bir “imtihan salonu”nun (yani, Ahiret Yurdu’muzun değil de, şu an yaşadığımız evren gibi bir evrenin) Başlangıç (Büyük atlama) Tekilliği mi (yani, yeniden bir Büyük Patlama mı) olacaktır? Ya da, bu, mutlaka olacak mıdır?..

Kur’an’ın bildirdiği, bunun olmayabileceği, ancak, “dilenirse” de olabileceği oluyor. Dilenirse, yaratılmış olanın (evrenimizin) benzerlerinin de yaratılabileceği oluyor:

“Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (ahireti) ihmal ediyorlar .” İnsan (76) 27

“Onları biz yarattık; onların yaratılışını sapasağlam yaptık. Dilediğimizde (kendilerini yok eder) yerlerine benzerlerini getiririz. .” İnsan (76) 28

İnsan-76/28’de geçen, “dilediğimizde kendilerini (yani yaşadıkları evreni) yok eder, yerlerine benzerlerini (benzer bir başka evren) getiririz (halk ederiz)” ifadesi, Big Crunch’ımızdan (evrenimizin yokoluşundan) sonra yeni bir Big Bangolmayabileceğini, yani “Big Bang” ve “Big Crunch” şeklinde devamlılık (çevrim) sözkonusu olmadığını ortaya koyuyor. Kur’an’ın, bilimdünyasına bir ‘bildirisi’ de bu oluyor:

“Ey insanlar! Allah dilerse sizi yokluğa gönderip başkalarını getirir…”  Nisa (4) 133

“Allah dilerse sizi yok eder ve yerinize yeni bir halk getirir.” Fatır (35) 16

Allah’ın, dilerse yokedip, yokettiğinin yerine yeni bir halk getireceğini bildiren ayetin (Fatır-35/16) tefsirinde Elmalı,(bu durumda), yeni bir alem (evren) kurulabileceğini ifade etmektedir; “…Yer yüzünde bütün insanları ifna eder, siler süpürür de hiç görülmedik bam başka bir yeni mahlûk, tanımadığınız bir âlem yaratır.” (E.M.H.Yazır : Fatır-35/16’nın Tefsiri). Bu durum ancak, “O’nun dilemesi ile” olur, dilemezse de olmaz. Yani, bir süreklilik (çevrimolmayıp, “kesiklik” sözkonusu oluyor.

Büyük Patlama anında ve diğer “Tekil Nokta”larda (yokoluş tekilliklerinde) bütün yasalar işlemez olacağı için, “Yaratıcı”, dilerse olacakları seçme ve yeni evreni başlatma özgürlüğüne sahip oluyor. Sönmüş küllerden yeni bir evrenin ortaya çıkması da, zaten “O”na bağlı oluyor. Eğer dilerse, yeniden varoluşu(yeni bir evreni) başlatacaktır, dilemezse de bu olmayacak, bilimin önermesi de zaten bu oluyor. 1922 yılında Alexandre Friedmann’ın çalışmalarında görüldüğü gibi de, her döngünün sonunda ve başında, evrenin yarıçapının sıfır olması, fiziksel bir sürekliliği imkansız kılıyor. Süreklilik ancak, “O (Tanrı)”, dilerse olur, dilemezse de olmuyor.

Şimdi de, evrenimizin yokolmasından (Big Cruch’tan) sonra yaşanılacak Ahiret Yurdu’muzun, yine bir Big Crunch (Kıyamet) ile son bulup, sonrasında yeniden yeni bir Big Bang (Büyük Patlama) ile “tekrar” genişlemeye başlayıp, yine yeni (bir başka) evren mi doğacaktır (varolacaktır)?.. Yoksa bunlar olmayıp Ahiret Yurdu ebedi mi kalacaktır (?) sorusunu cevaplayalım.

Kur’an’ın, bilimdünyasına (da) çağrısı…

Kur’an’ın, bilimdünyasına bu konudaki bildirisi, “Big Crunch-Big Bang” şeklinde bir süreklilik olmayacağı, bir kesiklikolabileceği oluyor…

Hud Suresi’nin 107’nci ayetinin içeriğinde, Ahiret hayatının ebedi olacağının bildirilmesinin yanında (aynı ayette), bu hayatın sürekli olup olamayacağına ait bir “kaydü şart” da vardır. Çünkü, ayette, “O”nun dilediği hariç” olmak üzere hükmü de vardır:

Rabbinin dilediği hariç, (onlar) gökler ve yer durdukça o ateşte ebedî kalacaklardır. Çünkü Rabbin, istediğini hakkıyla yapandır.” Hud (11) 107

Ayetten anlaşılabildiği gibi de, Ahiret Yurdu ebedidir. Bizim evrenimizin sonunda olacağı gibi, Yaratanın “dilemesi” hariç, bir Bing Cranch (ölüm) yaşaması sözkonusu değildir. Ahiret Yurdu’nun “son”u (Kıyameti) olmayacak, (Rabbinin dilediği hariç) orada ebedi olarak kalıcı olunacaktır. Elmalı, Hud-11/107’nin tefsirinde de, sözkonusu devamlılığın (ebediliğin), Rabbinin dilemesinin dışında olduğu ifade edilmektedir: “Fakat bu namütenahi devam ve hulûd, Allah tealânın artık hükm-ü tasarrufu mümkin olmıyacak surette vücubı zatî ile vacib bir devamı tabiî tevehhüm olunmamak için buyruluyor ki: Ancak rabbın dilediği vakıt müstesna – yahud rabbının dilediğinden başka.” denilmesi bu oluyor… Ayette görülebileceği gibi de, “O”, Yaratıcı; dilerse eğer, Ahiret Yurdu’nu da ortadan kaldırabilir. Bu durumda, sürekli ebedi hayat, yani Sonsuzluk olmayacak, kesiklik sözkonusu olabilecektir. Hud Suresi’nin 108’nci ayetinde bildirilen de bu oluyor:

“Mutlu olanlara gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça onlar da orada ebedî kalacaklardır….”  (Hud (11) 108)

Yukarıdaki ayette, süreklilik gösteren evrenler dizisi (çevrimi) olmayacağını görmek mümkün oluyor. Çünkü, Ahiret Yurdu’nun sürekli olmayabileceği, kesiklik olabileceği (-evrenler arasında devamlılık olmayacağı) haber veriliyor. Ayetin Elmalıtefsirinde ifade edilen de bu oluyor: “- Öyle ki   Semavat ve Arz daim oldukça – yani ilâ gayrinnihaye – cümlesi orada muhalled olarak ancak rabbın dilediği vakıt müstesnâ – veya rabbının dilediğinden başka. Yani devam ve hulûd da vücubı zatî ile vacib ve tabiî değil Allahın meşiyyetiledir. Allah, dilerse böyle olmayabilir. Veya Cennet âleminin bu nihayetsiz devamı müddetinden Allahın dilediği bazı vakıtlar Cennette bulunmayabilir.” (Bu konu için Bakz. Ahmet Musaoğlu, Kıyamet isimli eseri).

 Bu sebeple de, bugün bazı biliminsanlarının evren sistemi için öngördükleri, sürekli yenilenen evren modelinin (her Big Bang’ı bir Big Cranch, her Big Cranch’ı da Big Bang takip edecek iddialarının) doğru olamayacağı da anlaşılmış bulunuyor. Kısaca da, bizim evrenimizden sonra ortaya çıkacak evrenin “sonu” olmayacak, (Allah’ın dilediği müstesna) ebedi olarak yaşamına devam edecektir. Fakat, “yaratıcısı” dilerse de, onu sonlandırabilecektir. Kur’an’ın bilim dünyasına bildirisi budur, zaten tercih (seçim) ile kazanılan Cennet de bu oluyor.

Böylelikle de, sevgili kardeşimin sorduğu, “hep yaşayacak mıyız(?), off…sıkıldım…” sorusunun cevabı; Allah’ın, “dilemesi halinde’ Cennet ve Cehennemin, yani sonsuzluğun (ebediliğin) olmayabileceği, ortadan kalkabileceği (Hud-107,108), dolayısıyla da, ‘hep yaşamayacağı, sıkılmayacağı da’ cevabımız oluyor… Fakat bir şey daha var…

Fiziksel sabiteler farkı da var…

Tam da bu noktada bilinmesi gereken bir başka bilgi de şu oluyor: İster, “sonsuzluk” anlayışına ait bir soru olsun, istenirse de hangi konuda olursa olsun, sorulacak her sorunun ‘alanı’ ancak, yaşadığımız bu ‘dünya/evren’ alanı ile sınırlı bulunuyor. Ahret Yurdu’nun, yani Cennet ve Cehennemin alanına gitmez-girmez, girmiyor. Bu sebeple sorumuza, Ahret mekanı (Yurdu) üzerinden cevap aramamamız gerekiyor. Bu tür soruların ‘doğru soru olmadığını’ kavrayabilmek için de, yaşadığımız ‘dünya/evren’i belirleyen “fiziksel sabitelerle”, Ahret Yurdu’nu belirleyen “fiziksel sabitelerin”, aynı sabiteler olmadığını da bilmemiz gerekiyor…

Şöyle ifade edersem de: Tabiatta/evrenimizde ilk bakışta mahiyetleri birbirinden farklı gibi görünen “dört çeşit kuvvet(atomaltı küçük parçacıkların birbiriyle etkileşmesi)”, Yaratılışın başlangıcında “tek/birleşik bir kuvvet” halindedir. Başlangıçtaki bu “tek/birleşik kuvvet”ten dört temel kuvvet ortaya çıkmıştır. Bu kuvvetler, keşfedilme sıralarına göre; Çekim Kuvveti(Gravitasyon), Elektromanyetik Kuvvet, Güçlü Çekirdek (Nükleer) Kuvvet, Zayıf Çekirdek (Nükleer) Kuvvet/ler oluyor. Birbirinden farklı olan sözkonusu bu kuvvetler (dizayn edilmişler); parçacıkları itiyor, çekiyor, tutuyor özetle; atomun içinden galaksilere kadar tam bir sanat ve ihtişamla hükmünü icra ediyor.

İşte, bizim/insanın ve kainatın (evren sisteminin) varlığı ve yokluğunu, doğumumuzu ve ölümümüzü “belirleyen”, bu “dört temel kuvvet”in varlığı (!) oluyor. Duygu ve düşüncelerimizi onlar üzerinden yaşıyor yaşatıyor; sorularımızı ve cevaplarımızı da, onlar üzerinden soruyor cevaplıyoruz…

Bu “dört temel kuvvet”, sadece yaşadığımız ‘dünya/evren’ alanında etkili olduğu, bu ‘dünya/evren’ dışında, yani bu evrenin dışındaki Ahret Yurdu’muzda hükmünü icra edemedikleri için, bu yaşamımızda sorduğumuz sorularla “Ahret Yurdu için” cevap beklememmek gerekiyor. Bu ‘dünyada/evrende’ vereceğimiz cevap ancak, bize Ahret Yurdu hakkında da “bilgi veren” tek kaynak olan, Kur’an’ın bildirilerinden bulacağımız cevap, verilebilecek cevap oluyor.

İşte, benim, yukarıda ayetler üzerinden verdiğim cevap da bu tür bir cevap, ama yapmakta olduğum, ‘Allah’ın ilmi olan’ “gerçek bilimsel” gerçeklerle donanmış bir cevap vermek oluyor…

‘Geçiçi mekan’ ve ‘Kalıcı mekan’ ya da ‘İnsanın Gerçeği’…

Dolayısıyla da, ‘Geçici yaşam mekanımız dünya/evrenimizde’ yaşarken, Kıyamet (Big Crunch) hadisesiyle gideceğimiz, ‘Kalıcı mekan yerimiz Ahret Yurdu’nu düşünerek, “hep yaşayacak mıyız(?), off…sıkıldım…” sorusu sorulabilse de; oraya (Ahret Yurdu’na) geçtiğimizde, oradaki “farklı fiziksel sabiteler”le donanımlı olacağımızdan; “hep yaşayacak mıyız(?), off…sıkıldım…” sorusu sormayacak veya sıkılma dürtüsü yaşamayacağız. Demek ki de, sorulan soru (bilgi eksikliği sebebiyle), ‘yanlış soru’ oluyor. “Cennetteki fiziksel sabiteler”, “dirilişi yaşayacak” olan insanlara, “o soruları” sordurmamak üzere ‘programlanmış’, yani ‘Yaradan’, kişiyi, -o soruları sormamak üzere dizayn etmiş olduğu için, ‘yanlış soru’ oluyor. Bir başka deyişle de, ‘Kalıcı mekanda’ iken bu tür sorular sormamaya göre programlanan kişinin, “hep yaşayacak mıyız(?), off…sıkıldım…” sorusu sorma lüksü bulunmuyor. “Kalıcı mekanda” yaşayacak insanın, “hep genç (‘O’nun dilemesi hariç’, hep ölümsüz)” olarak kalmasıyla, hâlen yaşamakta olduğumuz bu “Geçici mekanda” hep ölümlü olmamızın farkı da zaten bu, bahsettiğim “fiziksel sabiteler farkı yüzünden ” oluyor…

Bize gelen, insanoğlunun, “Allah’ın, nasıl var olduğu” sorusunun cevabı, O’nun (Allah’ın) bildirmesi dışında, bilim ne kadar gelişse de –evren dışının fiziksel sabiteleri farklı olduğu için-, bilinebilmesi asla mümkün olmaz, oluyor. “Nasıl olacaksa” sorularındaki, “Sonra, enerji haline dönüşüp varlıkta son bulacağız…” şeklindeki açıklamanın doğru cevabı ise, şu oluyor: Yaşadığımız bu evrende, insanoğlu dahil tüm madde, Kıyamet hadisesi ile birlikte, yaradılışın başlangıcındaki enerjiye dönüşecek –eğer denilebilirse, onda “var” olacak-, söz ettiğim bu enerji, bu evrenin de (uzayın da), bu uzayın/evrenin de içinde bulunduğu “hiperuzayın” da “dışında bulunan”, Allah’ın, Büyük Patlama’yı (Big Bang’ı) gerçekleştirdiği enerji oluyor. Yoksa tasavvufun öngördüğü ‘ilahi aşk’ta, “Tek varlık olan Allah’ta, son bulmak/buluşmak” olmuyor…

Bir başka sorulan olan, “Artık nasıl olacaksa o” denilenin cevabı da şu oluyor: Bu ilk enerji kazanında pişen ‘kozmik çorba’da Kıyamet ile toplanan, bizim toplamımızı da barındıran “tüm toplam BİLGİ”, Karadelik-Kurtdeliği (Solucan deliği) ve sonrasında, Ahret Yurdu’nun “kapısı” olan Akdelikle, Ahret Yurdu’muza (yaşam -iki safhalı- olduğu için yaşayacağımız yeni evrenimizetaşınacak… Bu ‘geçiş’ sonrası, bu “yeni (Ahret) evrenimizde”ki yeniden kurulumla, “yeniden doğuşumuz (dirilişimiz, yeni yaşamımız)” başlayacak… Demek ki de, bu evren yaşamında “varlıkta” sonlamak yok, Allah var, başka hiçbirşey (mahlukat) yoktur’ anlayışı ancak mahşerde, ‘Ayrım Günü’nde “İnsanın (tek) Gerçeği” olarak önümüze çıkacak gerçek oluyor…  

‘İlahi aşk’ isteği değil, “Allah’ın ilmi” isteği…

Kur’an’ın önermesi olmayan ‘İlahi aşk’ diye bir ‘kavam’ üretilip, Müslümanlar bunun peşine düşürülürken, ‘Allah’ın kendisine bildirdiği’ ilmin, “Allah’ın ilmi”nin (gerçek gereklerin)  peşine düşen ise –ne yazık ki– pek bulunmuyor.

Oysa, Kur’an; sadece ve asla ilahiyat kitabı değil, Kur’an; hem ilahiyat, hem edebiyat, hem jeoloji, hem biyoloji, hem astronomi, hem tarih, kısaca; aklınıza gelebilecek her kitap oluyor. Çünkü, O; bütün ilimlerin köken (kaynak) kitabı, ‘ilahi aşk’ peşinde koşan “bugünkü tasavvufun” da bilmesi gereken de, dünyada bulunmamızın sebebinin ‘ilahi aşk’ aramak değil, “imtihanda” olduğumuzu bilmek gerektiği oluyor… Bu gerek yoksayılıp, ‘ilahi aşk’ misyonu peşinde koşuluyor…

‘ilahi aşk’ misyonu, Muhiddin-i Arabi tarafından sistemleştirilmiş ve “bugünkü tasavvufa” da temel teşkil etmiş olan Vahdet-i vücut (Lâ mevcude illa hu/Ondan başka mevcut yoktur) anlayışı, varlığın ancak Tanrı’ya mahsus olduğunu “Esas” alan ve ‘mahlukatın varlığını kabul etmeyen’ bir düşünce ekolü oluyor. Tasavvuf, ‘İlahi aşk’ bulmayı amaç edinmiş, “bulunacak olan” bulunmayıp kaybediliyor…          İnsanoğlunun bulması gerekentasavvufun öngörüsündeki gibi, “Allah namına (varlığı ile yokluğu yaratıcısının kudretine nispetle) mahlukatın inkâr edilmesi” uğraşıyla boşuna boğuşmak değil; Kur’an-ı Kerim’in açık bir şekilde bildirdiği gibi, “insanoğlunun bu dünyaya -imtihan için- gönderildiğini” bulması, “tabii tutulduğu imtihanda” başarılı olmak için boğuşması, ‘uğraşması gereken’ oluyor. Yoksa, ‘Allah var, başka hiçbirşey (mahlukat) yoktur’ uğraşı anlayışı, insanoğlunun ‘öncelikli gayesi’ olmuyor. Çünkü, o (insanoğlu), “bulması gerekeni” burada (geçici mekanımız olan bu evren yaşamında) bulamaz, “içinde bulunduğu imtihanı” kazanmasıyla ancak, Cennet’te “Cemalini” görmede bulabilir oluyor..

Yoksa, kimilerinin, kainatın/evrenin aslının ‘hayal olduğu’ görüşü, O’nun; “Tanrı sadece O olan Allah”ın bildirdiği “imtihanda olduğumuz” gerçeğini yoksaymak olur, oluyor. Kimsenin de, ‘kendini aştığı’ iddiasıyla “En-el Hak” demek lüks yok, olmamalı, sözkonusu “imtihan” sadece ‘avam’ için değil, cezbe ulaşmak isteyen ‘avarif’ için de sözkonusu oluyor…

Bu düşüncem, “tasavvuf’a karşı olduğum” anlamına gelmesin, asla, bu durum, “bugünkü şekline” itirazım, “İslamdan yana taraf olmam” oluyor…

“Kur’an’ın bilim”, “Bilimin de Kur’an” olduğu gerçeği yakalanmadan bulunabilecek bir ‘ilahi aşk’ da zaten, ortalıkta pek görünüyor. İlahi aşk’ aranacaksa, felsefi olarak değil, bu gerçekler üzerinden aranması gerekiyor. Böyle bir ‘aşkı’ yakalamak için de, -sahtesi de var- ‘gerçek bilim’in, “Allah’ın ilmi” olduğu bilgisinin, fiilen pratik hayatımız olarak yaşanması gerekiyor. Lafzen yaşandığı, kalben yaşanmadığı için de, ‘sıkıntılar’durmaksızın sürüyor…

Bunun olmaması için de, “bugünkü tasavvuf”un öngördüğü, “soyut ilahi aşka” ulaşmak için değil, maddi bir olgu olan “imtihan için” uğraş verilmesi gerekiyor.

İmtihan – İmtihan / İmtihan Gerçeği…

İnsanoğlunun, Cennet’ten yeryüzüne indirilmesi sonrası, arza “ilk ayak basmasıyla”‘Bilgilendirme’başlamış, sonrasında ‘Sorular sorulmuş’, “imtihan zili” çalmış, “imtihanı başlatılmıştır”. İmtihanı bitirecek “kapanış zili” de, Kıyamet/Sur sesi olacak, o güne kadar imtihan süregidecektir. Bu bize, “bildirildiği” için de ‘cezbe çıkılması’ gerekmiyor. Avam ve Avarif, “Erkek (Adem-nesli) ve Kadın (Havva-nesli), “indirildiği Cennete yeniden dönmek” için tabii tutulduğu “imtihandan” başarılı çıkması gerekiyor…  

Bilmemiz gereken, hem Hz.Adem ve Havva’nın yaşadığı Cennet, hem de her ikisinin yaşadığı Yeryüzü anlamında, insanoğlunun her iki mekanda da, “imtihanda olduğu” oluyor.

İnsanoğlu, ataları Adem ve Havva ‘bağlamında’ bu imtihanı Cennette kaybetmişti… Hâlen süren yeryüzü serüveninde “imtihanı kazanıp, tekrar Cennete dönmesi için”, ‘ilahı aşk(ı)’ bulması değil, kaybettiği imtihanını bu defa ‘kazanması’ gerekiyor…

İmtihanda başarılı olmak için “bilgi” gerektiği için de, hatırlanması gereken şu oluyor: Adem ve Havva, Cennet’te “bilgilendirildikleri”, “Ve ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.” şeklinde verilen “doğru bilgi”ye sahip kılındıkları (A’raf-19), bilgilendirildikleri hâlde (bilgilendirme sonrası) neden kaybetmişlerdi, sorusunun cevabına bakmak gerekiyor. Bunu yaptığımızda, ‘imtihanın kaybedilmesi’ sebebininŞeytan’ın; “Rabbiniz bu ağaçtan sizi ancak iki melek olacağınız için veya iki ebedi kimse olacağınız için nehyetmiştir.Onlara yeminle, “Muhakkak ki ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim.” dedi.” şeklindeki (Araf/20,21)“yanlış bilgi’sinin Adem ve Havva’ca “tercih edilmesi”olduğunu görebiliyoruz. “Cennete ebedî kalıcılardan bulunaca­ğınız için yasak etti” şeklindeki sonsuzluk vaadli de olan “Şeytani (yanlış) bilgiye”uymaları, “Cennetteki imtihanın’ kaybedilmesi oluyor….

Bu ‘ilk imtihanı’ ‘kaybediş’ sonrası, bu defa yeryüzü yaşamları başlayan (insanoğlunun atası) Hz.Adem’in, dolayısıyla da (eşi, anamız) Hz.Havva’nın, yeryüzü yaşamlarına başlamaları da, tıpkı Cennet’teki gibi “yine -doğru bilgi- bilgilendirmesi (şeylerin, isimlerin Hz.Adem’e bildirilmesi)” ile olmuş (başlamış), ama aynı zamanda (bilgilendirme sonrası), yine “imtihan” da olmuştur. Açık bir şekilde görülebileceği gibi de, insanın hem Cennet yaşamı, hem de yeryüzü yaşamı, “imtihan” olmuştur…

Hâl bu olunca da, “yeryüzü yaşamındaki imtihan” başladıktan çok sonraları ortaya çıkan, “vacib-ül-vücud”, “mümkin-ü’l-vücud” tabirlerinin anlamını bulmanın, yani ‘ilahi aşka’ ulaşmak gibi bir ‘tercih önceliğimiz’ de olmaması gerekiyor. Müslüman olanın “öncelikli tercihi”, –imtihanı- geçerse eğer “Allah tarafından sevileceğinin” ve “cemali görme” şerefine de erişeceğinin farkındalığını yaşamak oluyor. Bu noktada karşımıza çıkan, “yanlış (sonradan üretilmişbilgi (ilahi aşk aramak kültürü)” ve “doğru (bilgilendirildiğimizbilgi (imtihan sırrı kültürü)” zıtlığındaki “tercih farkı” oluyor… Kur’an’ın/İslamın “bilgilendirme kültürü (doğru/ilahi kültür)” önermesinin yerini, “cezbe kültürü (insani/yanlış kültür)” öngörüsü aldığı için de, bu ‘yanlış tercih’, tercih edenine dahi ulaşamıyor, inananı tarafından bile ‘sıkıntılı’ yaşanıyor… Müslümanların bugünkü ‘zelil/zayıf’ durumlarını yaşamalarının sebebi de bu ‘yanlış tercih’ oluyor…

Yaşanılan bu sıkıntının ortadan kalkması için yapmamız gereken ise, “bilgilendirildiğimiz şeyin” ne olduğunun (imtihan –sırrı- kültürünün) unutulmasının ‘terk edilmesi’, hatırlanılması; “bilimin, ‘Allah’ın ilmi’ olduğu” farkındalığının –sadece ilahiyat anlamında değil-, bütün bilimdalları kapsamında yaşantımıza girmesi oluyor… İnsanoğlunun, ‘Cennete yeniden dönme isteğini’ sağlayacak olan da, yapılacak böyle bir tercih oluyor…

 Ahmet MUSAOĞLU / 10.07.2010