Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, , Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası’nda (TTSO) Trabzon Kadın ve Genç Girişimciler Kurulu’nca düzenlenen ”Trabzon’da girişimci olmak” konulu toplantıda, kadınların da girişimci olması gerektiğini belirterek, ”Kadınlardan tek isteğim var, çıkın konuşun genç kardeşlerimiz sizi görsün, heves etsin” ifadesini kullandı. Ayrıca, Trabzonlu olmanın dışarıda büyük avantaj olduğunu ve kentin marka haline getirilmesi gerektiğini ifade ederek, tüm Trabzonluların daha çok para kazanmanın hesaplarını yapması gerektiğini anlatan Hisarcıklıoğlu, ”Trabzon zengin olursa Türkiye zengin olur” şeklinde konuştu. Para kazanmak ve başarı olmak için birlikte hareket etmenin önemine değinen Hisarcıklıoğlu, ”Kültürümüzde (Birlikte rahmet ve bereket, ayrılıkta azap var) düşüncesi var. Dünyada şirketler birbiriyle evleniyor. Ayrı baş olduğunuz sürece kaybolursunuz. Günümüzde ticarette baş olmak değil bir araya gelmek önemli” diye de konuştu.

           Bütün bu saçmalıkların, ama “kültürüme de saldırı”nın neresinden başlayarak düzeltsem bilmiyorum değil, biliyorum; değersiz buluyorum ama, “bir deli kuyuya taş attı, çıkartmak gerek” ya da “Seni de sigaya çekecek bir Molla Kasım” “misali”, mecburen cevaplıyoruz…

Yıllardır söylüyorum, başka söyleyeni de hâlâ göremedim diyorum; “Küresel Terörizm (ABD ile, uydusu BM ve projesi AB)” İslam/coğrafyasına “Kadın Üzerinden Saldırıyor (çünkü, Doğu toplumlarının, Kur’an’ın kapatılması, Kadının Açılması ile yıkılacağını biliyorlar)” deyip duruyorum. Haliyle de, yerli işbirlikçiler/ülkeler yönetimleri ve de sözde STÖ’ler de, “Kadın üzerinden” konuşmayı; kadınlara, erkeklere göre “ayrımcılık/üstünlük” oluşturmayı “görev” olarak sürdürüyorlar. Mesela da, “Haydin Kızlar Okula” kampanyası sürdürülüyor da, “Haydin Erkekler de Okula” kampanyası neden sürdürülmüyor gerçeği, olmakta olanın ideolojik/saldırı olduğunu gösteriyor!.. Töre cinayeti deniyor da (-tabii ki her türlü cinayeti kınıyor, yanlış buluyoruz fakat), arka planında “Kadında namus istenmediği”nin de  söylenmesi gerekiyor. Ya da Güler Sabancı, Şer (ABD) gücü BM ‘ricası’ ile “Kadın Dostu Kentler” saçmalığını (kimliğimize saldırıyı) sürdürüyor da; Rıfat Hisarcıklıoğlu, “Erkek Dostu  Kentler” öngörüsünde neden bulunmuyor!.. Bu konu aslında tam doktora konusu; hazırlayacak olana “yardım da benden” de, üniversitelerimizde “gerçek akademisyen” bulunabilse de incelense; ama ünlü olmak (!) kaliteli olmaya tercih edildiğinden, akledilebilen bile bulunmuyor, diyelim; devam edelim Rıfat Bey’in, Trabzonlulara (da) buyruklarına!..

Beyefendi, malum ‘tüccar”… bilinebilir… mesela da, “araba satılması” için, arabanın yanına, “genç güzel kadın, bikinili de” koyulunca satılır ya; o yüzden mi acaba, ”Kadınlardan tek isteğim var, çıkın konuşun genç kardeşlerimiz sizi görsün, heves etsin” diyorlar.. Kadın üzerinden “heves ettirilip araba satılması sağlanması” benzeri, heves ettirilip; “kadının kadın olmaktan çıkartılmasına, aile yapısının yokolmasına katkı sağlanıyor… Hiç kimse Kadınlarımızdan,  “bilgi sahibi olmalarını” istemiyor, “açılım”ları; “Kadın olup” sokağa çıkmaları yetiyor!… Bilgisiz erkeklerin “bilgisiz kadın”dan isteyeceği bundan fazla olmuyor ama, hâl bu olduğu için, “kadından istenilenin” ülkenin geleceğini yok ettiği, Birleşmiş Milletler denilen, “ABD (Anglosakson-Judea) silahsız gücü”nün, üye ülkelere anlaşmalarla dayattığı, “Kadın” ve “Gençlik Açılımları”nın, birliğimizi, dirliğimizi bozmaya katkı olduğu görülemiyor!.. Yaşanan “toplumsal bozukluk” ve “ekonomik çökertilmişlik” sebebiyle de, evde/kocasından sıkılan (başörtülü, örtüsüz) kadın, sokağa, özgürlüğe (!) koşuyor.. O da “cahil erkekleri” gibi, yaşanan bu hayatta “özgürlük olmayacağını” bilmiyor…   Özgürlük (!) isteyenlere ‘bilimsel akıl’, olamayacağını söylüyor; ünlü fizikçi Paul Davies, “Kainat bir saat gibi işleyen ve kendini yenileyen bir mekanizma. Bu mekanizma içinde özgür davranışın pek yeri yok” diyor ama, Kadınımız da; CADI/KADIN AVI uzmanlarının “Cadı Bayramı”na koşuyor… Avcıların tuzağı sebebiyle evinden/aileden uzaklaşan Kadın, artık hem mutsuz, hem de hasta oldu ama, olsun, girişimci de oldu ya (!), erkekler ya işsiz gezsin  ya da kadının yer,ne eve döner artık!..

Trabzonluları, Trabzon’u “marka kent” yapmaya çağıran Hisarcıklıoğlu; bu “marka saldırısı”nın, Doğan Yayın Holding (DYH) ve kendi Odalarının işbirliği ile çeşitli Anadolu İllerinde, “Marka Güçtür” konseptli toplantılar düzenlediklerini; “Anadolu’daki Avrupa Toplantıları” ismi altında düzenlenen toplantılarda; “Bir ülke sahip olduğu markalar kadar zengindir” hurafeleri ile üzerimize geldiklerinde; bize markamız’ olarak sunulan “Batılı Beyaz Adam’ın kimliği”nin/yaşam tarzının (tarihinin), tamamen ‘vahşet tarihi’, ama aynı zamanda, “Hıristiyanlık/Yahudilik tarihi” olduğunu da söylemeleri gerekiyor. Söylemeseler de, biz biliyoruz ki; Trabzon’un ve diğer şehirlerimizin  ‘marka kent’ olmasını isteyenler, hemen her dönemde bizlere ‘marka’ bulanlar (öz kimliğimizi kıranlar), bugünkü sefaletimize sebep olmalarının yanında, ülkemizi ‘Batılı Beyaz Adam’a “manda ülke” yapanlar oluyor. Bizi bugünkü perişanlığa, bugüne değin “markalarla” getirmiş olmalarına rağmen de, yeniden bir kez daha bizlere, “marka da marka” bulmak istiyorlar…

 ‘Marka’ denilen şey için, “Marka bir ülkenin kalkanı”; “Kimliği”dir, deniliyor…

O zaman da soru şu: “Bizim markamız” ya da sorulması gereken şekliyle; kimliğimiz yok mu?..

Bu sorunun cevabını, ünlü Pusulasız Keşişimiz, Tek Kişilik Tarikat Sahibi ünlümüz (!);  “Marka Bilinci ve Türkiye” başlığı altında, Trabzonlulara da hurafe sunan; “Dünyada şehirlerin ve bölgelerin marka haline geldiği yeni dönem başlıyor”, yani “kimliğinizi değiştirin” demek isteyenErtuğrul Özkök üzerinden giderek cevap arayalım… Kendileri; Euro D’nin kuruluşunun onuncu yıldönümü nedeniyle Hürriyet’in Frankfurt tesislerindeki tören sırasında, Şansölye Merkel’den, Türkiye’ye ziyareti sırasında Başbakan Tayyip Erdoğan’a,  –Alman’a kız verir misiniz (?) sorusunu sormasını istemesinin yanında, bu soruyu kendimize de sorup, bizler Almanlarla, Avrupalılarla birlikte olmayı nereye kadar istiyoruz (?) diye de soruyorlar (E.Özkök:“Alman’a kız verir misiniz”,Hürriyet,15 Eylül 2006).

Peki de, “Alman’a kız vermemiz” neden isteniyor? Ya da bizden istenen bu isteğe ne diyeceğiz?..

İslam ülkelerinin tarihine baktığımızda, sömürge olsalar da ya da bugünlerde Irak’ta olduğu gibi, fiili işgal altında bulunsalar bile, ‘inançları ellerinden alınmadıkça” ‘Avrupalı’nın her türlü işgali için ‘tehlike olmaları’nı sürdürdükleri görülebiliyor.

İşte, savaşlarla ortadan kaldırılamayan bu ‘tehlike’, kültürel olarak (kimlik değişikliği ile) ortadan kaldırılmak isteniyor. Bu durum, Batılı (Yahudi/Hıristiyan) ideolojist, Samuel Huntington’un öngörüsü; yani, kişinin kendini “hem Müslüman”, ama aynı zamanda “Katolik olarak” hissetmesi anlayışının ‘hakim kültür’, yani ‘markamız’ olması istenmesi oluyor. Sahalarda “istavroz çıkaran” Aurelio’yu, Mehmed (Muhammed) olarak kabul etmemiz (Mehmed kimliğinin kırılması) örneği gibi oluyor. Müslüman bir kızın, Müslüman olmayan (gayrimüslim) bir erkekle evlenmesine İslam geleneğinin izin vermediği bilinebiliyor ama, kızımızın gavura verilmesi, bize öngörülen ‘yeni marka’ oluyorÇünkü, o malûm,Anneciğim, Kaçın Müslümanlar geliyor” korkusu hâlâ, Avrupalı’nın bilinçaltında duruyor. Adı (kimliği) ‘Müslüman Türk’ olan bu ‘marka’, olması gereken gibi durmasa da, markamız olmasını isteyenleri, efendilerini korkutuyor. İşte bu sebeple, gerçek markamız unutturuluyor, ‘çeşitli (sahte) markalar (kimlikler)’ edinmemiz isteniyor.

Sahte Marka Üretimi toplantılarının, Samsun’unda yapılanın,CNN Türk’te; Mehmet Ali Birand’ın sunduğu ‘Manşet’ programında yayımı sırasında; Terme ve Bafra ilçeleri arasında, “pide tartışması” yaşanmıştı. Bafralılar, “Bafra Pidesi’ni markalaştırıp tescil çalışmasına başlayacağız” derken, Termeliler de, “Terme’nin pidesi ve pirincinin asıl marka olduğunu” söyleyince tartışmalar çıkmıştı (21.04.2005). Ey Trabzonlular veya Türkiyeliler, siz siz olun ‘aklınıza mukayyed olun’; bilmelisiniz ki, Hisarcıkoğlu ya da benzer versiyonları (!) ne derlerse desinler, ondan bundan şundan ‘marka’ olmaz, ‘marka’ denilen şey, ülkenin/insanın ‘kimliği’ olandır, yapılacak her önerme mikro milliyetçi ayrımlaşmayı, ama asıl da, “markanızı kaybetmeniz” oluyor; ülkemiz ya da şehrimiz, markasız olduğu için değil, “kendi markası”na sahip çıkmadığı için perişan; hiç olmazsa bu defa gaza gelmeyin, Hisarcıklıoğlu’na da, Bizim ‘marka’mız var, Alman’a da kız yok bizdensiz kendinize marka bulun, deyiverin de gitsinler…

Trabzonluların daha çok para kazanmanın hesaplarını yapması gerektiğini anlatan Hisarcıklıoğlu, ”Trabzon zengin olursa Türkiye zengin olur” şeklinde de konuştu ama; bilmediğini bilmediği için buradan kendilerine; sahip olduğumuz “marka”nın, Müslüman olanın; “daha çok para kazanmak” gibi hedefi olamayacağını, ”Trabzon zengin olursa Türkiye zengin olur” şeklindeki palavranın doğrusunun ise, ”Türkiye zengin olursa Trabzon’da zengin olur” olması gerektiğini de bu vesile ile öğretiyoruz…

Bu aziz milleti enayi yerine koyduğu, ama dinini de istismar ettiği bir diğer öngörüleri ise;  ”Kültürümüzde (Birlikte rahmet ve bereket, ayrılıkta azap var) düşüncesi var. Dünyada şirketler birbiriyle evleniyor. Ayrı baş olduğunuz sürece kaybolursunuz. Günümüzde ticarette baş olmak değil bir araya gelmek önemli” diye de konuşmaları oluyor. Dinimizin İslam olan için yapılmış öngörüsünü, “KüreselCİN”lerin, yani “Babil Sendromu çözümü” için uğraş verenlerin bu amaçlarına, uluslararası şirketler üzerinden de ulaşmalarına; dinimizi istismar ederek de katkı koyuyor. “İslam olan” “markamız” yokediliyor, yerine “İslam olmayan” marka, marka olarak koyuluyor…

Dünki ‘Evlâd-ı Fâtihân’ bundan asırlar önce, ‘Viyana kapıları’nı çalmıştı (!), ne yazık ki, bugün -Ben ‘Evlâd-ı Fâtihân’ım diyenler, ülkemizin kapılarını ‘Viyanalılara’ açıyor… Yazık…

    Ahmet MUSAOĞLU / 30.10.2009