Kıyametçi Anglosakson-Judea ortaklığı” laboratuvarlarında üretilen, “Küresel Isınma VAR” ve “Sürdürülebilirlik” öngörüleri, “Küreselleşme”; yani, ‘Küresel Tek Yapı’ kurma, bir başka deyişle de; ‘Köktendinci Batılı Beyaz Adam’ın, Tevrat kökenli Babil Sendromu” sorunu çözümü amacı taşıyor.

Küreselleşmeyi”, yani, “Kıyametçi/Köktendinci Batılı Beyaz Adam’ın Ortak Geleceği” olan “Küreselleşme”yi mümkün kılabilecek değişikliklerin kökenini şöyle bir hatırlarsak da: II.Dünya Savaşı sırası-sonrası kurulan, başta, “Flistin’i Yahudilere ikram eden” Birleşmiş Milletler (BM)’; IMF, Dünya Bankası (DB), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), Avrupa Birliği (AB) ve NATO gibi yapılanmaların ‘temel zemin’ olduklarını görebiliyoruz. KüreselciNlerce oluşturulan bu ‘yapılanmalar’ üzerinden yapılan “anlaşmalar”, ‘Babil Yolculuğu’ yapmak üzere yola çıkartılan “Küresel Tren’e yolcu taşıyor”; ‘1944-45’den, 1970’li yıllara’ kadar ‘alt yapısı’ oluşturulan sözkonusu yolculuk için, “1978 yılı ile, 1991 yılı”arasında ülkelere, yine önemli değişikliklere ‘imza attırıldığını’ da bilebiliyoruz. Bu ‘değişiklikleri’ kabaca hatırlarsak da:

* Yıl 1978 : Çin’in ‘başlattırılan’ reformlar; Maoizm’i ‘piyasaya’, yani “Küreselleşmeye’ dönüştürmek oluyordu. Bugünlerde bazı safların, Çin “büyüyor-güç oluyor” zannetmesi de, Çin’e biçilen “küresel aktörlük” rolü oluyordu.

* Yıl 1979 : İngiltere’de Margaret Thatcher iktidara geliyor, Londra’nın “küresel bir finans merkezi” olarak yükselişi sağlanıyor, uluslararası alanda “takip edilmesi gereken ekonomik model’ ortaya koyuluyordu ki, bu, Türkiye’de; 24 Ocak kararlarının alınmasına sebep olan “derin ekonomik kriz” ile, 12 Eylül askeri darbesine varılacak “anarşi ortamının” yaşanması demek oluyordu.

* Yıl 1980 : ABD’de Ronald Reagan, devlet kontrolünü kaldırma vaadiyle başa geçiyor, bu, ‘piyasa ekonomisine/ideolojisine’ dünya çapında bir gelişme kazandırıyordu. 1980’lerin ortasında ise, “ABD projesi olan” AB, ‘Ortak Pazar’ konumuna sokuluyordu.

* Yıl 1989 : Orta ve Doğu Avrupa’da komünist rejimlerin ‘tasfiye edilmesi’, Berlin Duvarı’nın yıkılması ile, Doğu Avrupa ve Rusya’nın, “Küreselleşme’ye dönüşme süreci’ başlatılıyordu. 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı yık(tır)ılıyor, Sovyetler Birliği dağılıp, yerini Bağımsız Devletler Topluluğu’na bırakıyor, aynı yıl ‘Varşova Paktı’ iptal edilip, “Sözde- Soğuk Savaş” dönemi sona erdiriliyor, meydan ‘piyasa ve NATO’nun varlığına’ bırakılıyordu.

* Yıl 1990 : Yapılan NATO zirvesinde İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, NATO’nun “düşmanı”nın renginin “yeşil” olduğu ortaya koyuyor, aynı yıl Bernard Lewis’in, The Atlantic Monthly dergisinin 1990 Eylül sayısında yayımlanan, “The Roots of Muslim Rage” (Müslüman Öfkesinin Kökleri) başlıklı uzun makalesinde işlediği tez de ‘aynı’ oluyor; “İslam” denilince, “terörist” anlaşılması gerektiği öngörülüyordu.

* Yıl 1991 : Hint’li liderler, devlet kontrolünden ve korumacılığından uzaklaşıyor, ‘piyasaya’ geçi(rtili)yordu ki, bugünlerde bazı safların, Çin gibi; ‘Hindistan büyüyor, güç oluyor’ zannetmeleri de bu; tıpkı, 2000’li yıllardaki Türkiye örneğinde olduğu gibi, ‘Küresel aktör’ zannedilmeleri oluyor, ama esasında, bu konumuna ‘sokulmaları’, bu ülkelere rağmen oluyor/du.

***

İşte…

1978-1991 yılı sürecindeki ‘Piyasa ekonomisi‘ rüzgarı, pek çok sayıda ülkenin, Küreselleşme’ye ‘yolcu’ taşıması, ama esasında;Babil yolcusu” taşıyan ‘Küresel Tren’e, ‘vagon olma’ müraacatı oluyor. ‘Vagon/ülkeler dizisi’ içinde ‘yolcu olan’ halklar ise, kendilerini,  ‘vagonları’ çeken ‘lokomotife’ ‘vagon yapan’ idarecilerinintaşı(ttır)dığı –neler olduğundan bihaber– ‘Sesiz yolcular’ oluyor. Birleşmiş Milletler’nin (BM), ’Piyasa ekonomisi’ ‘makinistliğiyle’, “1990-91” yılı bitiyor ama; Pekin, Moskova ve Yeni Delhi’de iş yapmayı; tıpkı Londra ve New York’taki kadar doğal gören, Küreselleşme’ye “entegre olmaya talepli bir dünya” da yaşama geçmiş bulunuyor. Sürdürülen ‘piyasaeko­nomisi’, yoksulluğu ve sorunları büyütüyor, ‘ulus devletler’, kendilerini ‘tasfiye’ aşamasına soku(lu)yordu. Böylelikle de,‘Küreselleşme’nin‘ilk aşaması’, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla –fiilen- 1990-1991 yılında başlıyor; II.Dünya Savaşı ‘sırası-sonrasında’ başlatılan ‘Babil Yolculuğu’ durmaksızın sürüyordu…

***

ABD, yani ‘Anglosakson-Judea ortaklığının’ kullandığı aktörlerden biri olan Ortodoks Hıristiyan Sovyet İmparatorluğu’nun ‘sahte öcü’rolünün, ‘1989-1991 yılı arasında‘ bitirilmesi ‘yeni tanımlamaları’ da beraberinde getiriyor, bunlardan ilk’i, “Yeni Dünya Düzeni”, yani, “Küreselleşme” kavramı oluyordu. Amerika’nın, Dış Politikası’nın, “Yumuşak Güç Modeli (havuç uzatma-AB, STÖ/Sorosculuk)” dışındaki, “Sopa-Sert Güç (askeri) Modeli (BOP/GOP)”, 1990-1991 yılında devreye sokulup; “Körfez Savaşı” çıkartılıyor, ‘Irak-Kuveyt krizine’ müdahalesi sonrasında ABD Başkanı ‘Baba’ Bush; ‘Yeni Dünya Düzeni’ kavramını telaffuz ediyordu. Bunun hemen akabinde de; Amerikalı stratejist, Japon Francis Fukuyama,bir başka kavramı; “Tarihin Sonu” tezini ileri sürüyor; ilk kez 1990-91’lerde, “Tarihin Sonu” başlıklı bir makalede ortaya koyulan bu yeni tanımlama; ‘Yeni Dünya Düzeni’ ile kastedilenin, ne olduğu ortaya koyuyordu. Buna göre,“Tarihin sonuna” ulaşamamış, yani,“Hıristiyan topluma erişememiş ülkeler”, oluşturulmak istenen “ ‘Hıristiyan Siyonist’ egemenliği” demek olan, “Küresel Tek Yapı/Aile”yi, “kendiliğinden” kabul etmeliydiler. Bu isteğin, “İslam toplumlarının dönüştürülmesi/yokedilmesi”amacı taşıdığı, bir başka Amerikalı stratejist, Yahudi Samuel P.Huntington’un, 1993 tarihli, “Medeniyetler (Batı-İslam) Çatışması’ makalesi ile anlaşılıyordu. Zaten, 1992’de; –daha sonra Clinton döneminde ABD Devlet Sekreteri olan– Strobe Talbot’un; “Önümüzdeki yüzyılda (2000’li yıllarda) bilinen şekliyle milletler tedâvülden kalkacak ve bütün devletler bir tek, küresel bir otoriteyi idrâk edeceklerdir.” diyordu ki, bu da; “Yeni Dünya Düzeni” ya da “Küreselleşme”nin, tüm dünyayı kapsayacak “Küresel Tek Yapı/Aile” demek olması oluyor; “küresel otorite-hakimiyet” sözü ile, Tevrat kökenli “‘Babil Sendromu’nun ‘çözümü’” olan,  “Küresel -Tek- Dil- Devlet- Din”sözkonusu ediliyordu.

İşte, sözkonusu bu ‘arka plan’ amaç; “köktendinci ‘Hıristiyan Siyonistler’in (Anglosakson-Judea ortaklığının), “Günlerin Sonu / Tanrının Krallığı” ‘inançları’ demek oluyor.

İnsanoğluna yaptırılan ‘Babil Yolculuğu’ ile varılacak ‘Son istasyon’ olan, “Babil Sendromu çözümü/Küreselleşme/Küresel Tek Yapı/Aile” kurulumu gereği için, yeni bir yapılanma gerektiğinden, ‘lokomotif’ olarak kullanılan ‘Piyasa ekonomisi öngörüsü yanına, Rio de Janerio, BM Zirvesi’nde/1992; “Küresel Isınma VAR” ve “Sürdürülebilirlik” öngörüleri de ekleniyor, bu ‘iki lokomotif’in makinisti de; ‘Piyasa ekonomisilokomotifi’nin çektiği“Küresel Tren”in ‘makinisti’ olan, “Birleşmiş Milletler (BM)” oluyor.‘Makinist BM; “Piyasa ekonomisiKüresel Isınma VAR ve Sürdürülebilirlik” yüklü “üç lokomotifiyle”; “Küresel Tek Yapı/Aile” kurulumu amacı için, “Babil Yolculuğu” yaptırdıkları ‘Küresel Tren’ ile,‘varılacak son istasyona’ ‘yolcu’ taşınmasını sürdürüyor…

***

İşte, “Köktendinci/Kıyametçi Anglosakson-Judea ortaklığı”, insanlığı; ‘varılacak son durak’ olarak, “Babil Sendromu çözümü”ne doğru sürüklerken; “Küresel Isınma VAR” iddiası üzerinden bir “korku bilinci” oluşturuyor; “Kıyametin geleceği, Yeni Çağ’ın başlayacağı hurafesini zihinlere sokuyor/du. Oluşturulan korku, “bütünleştirici” oluyor, “korkutulan” insanlık, ‘ortak” düşünmeye başlıyor/du. Korku yerleştirilen bilince; ‘11 Eylül 2001’de; hâlen de ne olup olmadığı bilinemeyen, ‘EI Kaide örgütü ve Bin Ladin İslamı’ denilerek, ‘İkiz Kulelerin ve Pentagon’un vurdurulması da/2001’ ekleniyordu ki; “İslam artık, hem korku duyulan, hem de terörist denilerek, reforme edilmesi ve vurulması gereken hedef” haline sokuluyordu. ‘11 Eylül 2001 vurgununu kendileri yapmaları’ sonrasında, ABD Başkanı George Bush’un; “Haçlı Seferi”nden söz etmesi; “Küreselleş(tir)me/Küresel Tek Yapı/Aile” amaçlarının ‘bilfiil alenileştirilmesi’ oluyordu. İkiz Kuleler’in bombalanması, peşinden diğer başka ülkelerde de ‘patlattırılan bombaların’ faydası, ‘Hıristiyan halklar’ üzerinde, “İslam’a” karşı bir ‘düşmanlık’, Müslümanlara yapılan vahşetin ‘meşruiyetinin’ de sağlanması demek oluyordu.

Bu süreçte, “Al Gore’lar ve George Soros”lar, yani, “Yumuşak Güç (havuçModeli” yanlıları ile, “George Bush’lar veDick Cahney’ler, yani, “Sopa-Sert Güç (askeriModel” yanlıları, birbirlerine “karşı gibi” görünseler de, ‘aralarındaki çatışma’, uyguladıkları ‘model farklılıkları çatışması’ oluyor; yoksa, ‘amaçları’ anlamında, aralarında hiç bir fark bulunmuyor.

Uyguladıkları “Yumuşak Güç (havuç)” ve “Sopa-Sert Güç (askeri)” modellerindeki “son yenileştirmeleri”, 2010 yılında, Afganistan’da; “Akıllı Güç Modeli”ni devreye sokmaları oluyordu. “Savaşın Afganlaşması” ismini verdiğim bu model, “Haçlı güçlerinin desteğinde, Müslümanın, diğer Müslümanları kontrol etmesi, denetlemesi” demek oluyor; Amerika’nın nüfuzunu yaymak ve meşruiyet kazandırmak için ‘ortaklıklara’ yaklaşımı esas alan ‘model’; “aynı ülke/inanç insanlarını karşıt cephelerde birbirine kırdırma” demek oluyor.  “NATO KAFA… ‘go home’ ” başlıklı, 18.02.2010 tarihli yazımda ifade ettiğim gibi de;ABD, İngiltere, Fransa, Kanada ve Estonya Haçlı güçleri ile ‘Conileşmiş Müslümanlığın’ Afgan temsilcileri olan “Afgan/Müslüman birliklerinin”; yeri göğü inleten büyük savaş makinelerinin eşliğinde NATO saldırısı başlatması, “Akıllı Güç Modeli” uygulaması oluyordu. Sözkonusu bu “kırma ve kırdırma”; Tunus, Mısır, Libya vb.. örneklerinde hâlen de  uygulanıyor.

Başlatılan bu ‘yeni süreçte’, önceki aşamalarda kurulup da görev sürdüren BM, IMF, DB, DTÖ, NATO gibi kurumların yerini alan ‘çeşitli alanlar’ ortaya çıkartılırken –diğer taraftan– “tüm ülkeler, birbirlerine ‘bağımlı hale’ getirilmiş”; ortada “Küresel Tren’in şirket/campany kadroları” yok belki ama, “ilişki ağları” ile, ‘Babil Yolculuğu’ durmaksızın sürdürülüyor. İnsanlığın, ‘birbirine bağımlı hale getirilmeleri ‘, aşağıdaki esaslar üzerinden de gerçekleştiriliyor: 

Küresel Isınma ve Sürdürülebilirlik öngörüleri üzerinden…

* Politik/uluslararası koordinasyon üzerinden…

* Küresel Şirketler; ‘Küresel İlkeler Sözleşmesi’ üzerinden…

* Bilimadamları (gibi) olanlar üzerinden…

* Küreselleşen finans hareketleri üzerinden…

* Sorosculuk (Sivil hareketler, Afganlaşan Atelye çalışmaları) üzerinden…

* Yerel, Bölgesel, Uluslararası ‘birleşmeler’ üzerinden…

* Küresel (Ortak) ‘Bilinç Ağı’ oluşturma üzerinden…

Din/lerin (haliyle Tanrı’nın) ‘aynı oldukları’ iddiaları üzerinden…

* Küresel Tek Kültür -İnsan sevgisi oluşturma– isteği üzerinden…

Yukarıda belirttiğimiz ve benzer dahası unsurlar, ‘Babil Yolculuğu’nu sürdüren ‘Küresel Tren’in vagonlarına yolcu taşıyan ‘demiryolu rayları (döşeme taşları)’ oluyor; ‘Küresel Tek Yapı/Aile’ amacına, onların ‘ilişki ağları’ üzerinden ulaşılıyor. Oluşturulan bu ‘yönetim biçimi’ için; “Yönetişim Zihniyeti” isimli eserinde S.Bayramoğlu; “İlişki ağını –ulus ötesi aktörlerle birlikte yönetme, küresel işbirliği, iç içe olma hâlini– merkezine alan bu yeni yönetim şekli, adı üzerinde, belli bir yapıyı değil ‘ilişkiyi, işbirliğini’ esas alır. Bu ilişkinin kurulmasında Uluslar arası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB), Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) gibi ‘büyük ağbiler’in rolü olmuştur.  Geleneksel organizasyon yerine ilişki ağına dayanan bu model, hem devlet-toplum-piyasa arasındaki ilişkinin niteliğini hem de yeni bir toplumsal örgütlen­me tarzını ifade etme iddiasındadır. İlişki ağı sözcüğü, kesinti­siz bir bağı anlatır; aktörler arasında birbiriyle örülü bulunan bir ilişkiselliğe işaret eder.” diyordu. ‘Devlet dışı aktörlerle’ birlikte yönetme, “Küresel Isınma VAR” hurafesinde olduğu gibi, yine, “Küresel Tren ‘makinisti’ BM üzerinden” yaşama geçiriliyor. Oluşturulan ‘Küresel (Ortak) Bilinç’ ile, ‘farklı kültürler’ üzerinden “Küresel -Tek Kültür (Yapı)” oluşturuluyor.

Kıyametçi Anglosakson-Judeo ortaklığı” amacı ile uyanmadan (!) önce görmemiz gereken de, neden ısrarla, “ ‘Hepimiz ayıyız, hepimiz kaplumbağa’ ” deniliyor ya da “Dünya İnsanlık Ailesi’nden” neden söz ediliyor? Ya da “İnsanlık için neden, ‘Evrensel (Küresel- Tek) Kültür’ kazansın” neden isteniliyor? Ya da, yeryüzünde olan savaşların, sefaletin ve ayrılığın sebebi “kimliklerimizdir”; şu dindenim, bu millettenim vb… gibi söylemlerin  bir sonu yoktur; bütün bu ‘ait olma uğraşları’; kendini ‘insan kardeşlerinden ayıran egodan başkası değildir; yapılması gereken, kimlikler sıralamasında, “insanın ilk kimliğinin”, “İNSAN Ol’masıdır”; diğer bütün kimlikler, ‘İnsan olma’ kimliğinin üzerine gelerek oturan kimliklerdir; insanoğlunun, şimdiye kadar ki “bütün kimliklerini terk etmesi”, haliyle, asıl da, “din kimliğini” terk etmesi gerekmektedir (?), neden deniliyor?

Neden bunun için, ‘Hollywood Operasyonu’ benzeri operasyonlar yapılıyor?..

Bu noktada soru ve sorun; insanlığa, ‘Küresel (ortak) bilinç’ yerleştiren öngörüler neden ortaya çıkartıldı? Sahi, neden ısrarla, “insanların bir ve BÜTÜN olması” isteniliyor? Bu, kimin için gerekli oluyor?..

***

Yazmaktan yoruldum, bir kez daha açık ve net: “İnsanlığın Bir/Bütün (Tek) Aile” olmasının istenilmesinin sebebi, “Babil Sendromu (sorunu) çözümü”,yani “Küresel -Tek- Devlet-Dil-Din” kurmak amacı oluyor. İnsanlığın, sahip oldukları “kimliklerini” terk ederek ‘tek kimlik’ almasını sağlayabilmek için, “Piyasa ekonomisi ve Küresel Isınma VAR”kandırmacaları ile “Sürdürülebilirlik (kalkınma)” yalanı üretilmiş bulunuyor. Daha önceki yazılarımda ifade ettiğim gibi de, bütün bunlar; “Kıyametci Batılı Beyaz Adam” için “Sürdürülebilir (Tek/Ortak) Gelecek; Küresel Tek Yapı/Aile” amacına ulaşmak için uygulatılıyor. “Küreselleşme”denilen de zaten bu oluyor.

Sabah Gazetesi’nden Erdal Şafak, “Küreselleşme” başlıklı, 17.04.2007 tarihli yazısında; “Sosyologlar, küreselleşmeyi ‘İnsanlığın yeniden birleşmesi’ olarak görüyorlar. Onlara göre insanlık başlangıçta biraradaydı. Aynı coğrafi ortamda yaşıyor, aynı dili konuşuyordu. Zamanla tüm kıtalara yayıldı ve birbirinden koptu. Farklı diller, farklı kültürler doğdu. İşte şimdi hızlı ulaşım araçları ve iletişim imkanları -telefon, radyotelevizyon, internet- binlerce yılın kopukluğuna son veriliyor. Yeniden ortak dil ve ortak kültürün doğuşuna doğru gidiliyor. Kimi düşünürler bunu tüm insanlığın ‘Dünya için ortak vizyona sahip olması’, kimileri de ‘Herkes için yazılmış yasalar toplamı diye anlatıyorlar.” diyordu. Erdal Şafak’ın, sosyologlara atfen verdiği; “insanlık başlangıçta bir aradaydı..Yeniden ortak dil ve ortak kültürün doğuşuna doğru gidiliyor” denilen şey, Tevrat’ın öngörüsü,“Babil Sendromu sorunu”; yani, ‘Hıristiyan Siyonistler’in, “Babil Sendromu çözümü” amacı oluyor. İnsanlığın, “Yeniden Tek Aileolmasının istenilmesi, “Babil Kulesi’nin ‘yeniden inşâsı” düşü”; “Babil Sendromu çözümü/Küresel Tek Dil-Devlet-Din” kurmak amacı için gerekiyor.  

Bu “Son istasyona” varmadan önce insanlardan istenen, “tek din sahibi olmaları” değil, herkesin kendisini “diğer dinden de olmayı hissetmeleri” oluyor.

Bir “dini hareketin”, Müslümanların elinden, “ÖTEKİNİ/gavur denilmeyi” ÇALMASI; “ÖNCE İNSAN, SONRA MÜSLÜMAN” HURAFESİ ÜRETMESİ DE, “Babil Kardeşliği”ne “hizmet” oluyor. Müslümanlar’dan, Yahudiler’den ve Hıristiyanlar’dan oluşan bir “Kardeşlik Birliği’nden; “karma/sentez bir kültürden” söz edilmesi, ‘Babil Yolculuğu’ile, ‘Babil Kulesi inşâsı’ sürdürüldüğünü gösteriyor…

***

1.HATAY “Medeniyetler Buluşması”nın açılışında –26.09.2005 tarihli gazete haberlerinde– Başbakan Tayyip Erdoğan; “Bugün farklı medeniyetlerin bir ideal etrafında bir araya geldiğini, bu idealin, ‘Babil Kulesi’ felaketinden bu yana, insanların özlemlerinin en önemlisini temsil ettiğini, Babil’de dağılan insanlığın tekrar bir araya nasıl getirilebileceği üzerine bir adım olarak da kabul edilebilir, Artık Babil Kulesi sendromunu aşmanın da vakti geldi.”; “Artık Babil Kulesi sendromunu aşmanın vakti de geldi.”; insanlık binlerce yıl aradan sonra yeniden Aynı Dili konuşan Tek bir Aile, yeryüzü Tek bir Coğrafyaya dönüşüyor dediği haberleri yer alıyordu.

“Müslüman kimlikleri” ile tanıdığımız insanlar için, “Tevrat’ın öngörüsü neden özlem oluyor (?) sorusu bir tarafa, “Babil Kulesi Sendromu” denilen şey; “insanlık ailesinin bir (bütün) iken’ trajik bir biçimde ‘parçalanarak yeryüzüne dağılışı/Tevrat” öngörüsü oluyor.

Tevrat’ta, Tekvin/Yaratılış Kitabı 11’de yer alan bu efsaneye göre, “Tevrat’ın Tanrısı”, Adem’in torunlarının, O’na karşı geliyor olmalarını cezalandırmak için ‘Babil Kulesi’ni yıkmış ve lânet olarak da hiç kimsenin bir başkasıyla anlaşamamasını sağlamış, insanlararası iletişimi (-Dil’i) yoketmek içindillerin çoğalmasını, insana, suçluluğunun bir sonucu olarak (bela kabilinden) vermiştir. Tufandan (Nuh Tufanı’ndan) sonra kurtulan insanlığın, ‘Dil’i ‘bir’, sözü bir iken; kibri yüzünden, Rab ile (!) yarışa girip, göğe ulaşacak –pişmiş kerpiç ve ziftten göklere yükselen– bir ‘Kule’ yapan insanoğlunun bu davranışını, ‘Tevrat Tanrısı’  bir küstahlık olarak görmüş ve ‘Babil Kulesi’ni yıkarak, öncesinde ‘Tek Dil’ konuşan insanların Dillerini (farklılaştırıp) birbirine karıştırmıştır! Özet olarak da, ‘Babil Kulesi Efsanesi’ denilen; “dillerin, insanlığın bir daha birleşmemek üzere Babil Kulesi’nden ayrılıp yeryüzüne dağıldığı inancı” oluyor. ‘Babil laneti’ sonrası ortaya çıktığı iddia edilen sözkonusu bu ‘dağılma’, aynı zamanda, ‘Babil Sendromu’ olarak da tanımlanıyor…

***

Peki de, Tevrat’ın bildirdiği ‘bu haber’ doğru MU?..

Değil, “doğru olmuyor”, çünkü; ‘bütün dillerin Babil Kulesi’nden dağıldığı (doğduğu)’ iddiası, ‘Adem neslinin’ konuşacağı dillerin genetik yollarla kodlanma gerçeğine aykırı oluyor. Bırakın, “bilimin/İslamın” bu haberi tekzip etmesini, Tevrat’ın kendisi bile, “Tekvin/10’daki” haberi ile, ‘Babil Kulesi Efsanesi’ni yanlışlıyor. Çünkü, Tekvin/10’da; dillerin doğmasının Babil Kulesinden önce olduğu bildiriliyor: Eco Umberto’nun, “Avrupa Kültüründe Kusursuz Dil Arayışı” ismiyle yayınlanmış kitabında; “Yaratılış 10’u göz ardı ettik; burada, Tufan’dan sonra Nuh’un oğullarının dünyaya yayılmasından söz edilirken, Yafes’in soyu ile ilgili olarak, ‘Memleketlerden her biri diline göre, milletlerinde kabilelere göre, milletlerin adaları bunlardan bölündüler’ (10:5) denmekte ve Ham (10:20) ile Sam (10:31) oğullarından söz edilirken neredeyse benzer sözlerle bu kavram pekiştirilmektedir.” açıklaması da bu oluyor. Dillerin ayrımlanmasının (çoğulluğunun), Babil Kulesi’nden önce olduğu, Tevrat’ın Tekvin/10’u ile de kabul ediliyor. Bunun aksine olarak, “dillerin Babil Kulesi’nin yıkılması sonrası ayrımlandığını söylemek”, Yaratılış 10’u (-Tevrat) göz ardı etmek (görmemek, reddetmek) olacaktır ki, her durumda, “haberin doğruluğu zaten sözkonusu olmayacak” oluyor. Ayrıca da, bu olayın sadece İbrani kaynaklarda yer alması, diğer kaynaklarda yer bulmaması ve tarihsel belgelerde olmaması da, böyle bir hadisenin vukubulduğu iddiasını ortadan kaldırır nitelikte oluyor. Dahası da, “Tekvin 11.1”de, Babil Kulesi dönemi için, “bütün dünyanın dilleri birdi” denilse de, “Uygarlığın Tarihi” isimli eserimde, s.207,222’de ortaya koyduğum gibi de; o dönemlerde Elam’da, Mısır’da ya da Mezopotamya’da farklı dillerinkonuşulup yazıldığı tarihen de bilinebiliyor. Haliyle de, Babil Sendromu inancının” doğru olmadığı, tartışılır bile olmuyor.

Bu sebeple, “Babil Yolculuğu” demek olan ‘Sürdürülebilirlik’e ya da  ‘Küreselleşme’yebir başka deyişle de, ‘Ortak (Küresel) Dil’e ve bu ‘Ortak (ata) Dili konuşan insanların sahip olduğuOrtak (Küresel) Devlet’eve sözkonusu bu ‘Kayıp Ülke’deki ‘Ortak (Küresel) Din’e dönüş inancına;Boşinan (Batıl inanç)” denilmesi gerekiyor.

İşte, “Hıristiyan Siyonist” bu “yanlış (sahte) inanç yüzünden, ‘insanlık’; Aynı (tek) Dili konuşan Tek Aile’yeyeryüzü Tek Ülke’ye ve Aynı Dine inanan bir yapıya dönüştürülme yolunda ilerletiliyor. “Kayıp ülke” özlemi için Tarihin sonu geldi” denilip, “Tarih yeniden kuruluyor!!..”  

“Sahte (yanlışinançlarını Küreselleştirmek” isteyen ve kendilerini, “kendi dışındaki insanlardan”üstün gören ‘Şeytani itiraz sahibi insan’ sorunu, “insanlığın asıl sorunu” olmasını hâlen de sürdürüyor…

Ahmet MUSAOĞLU