Batılı Beyaz Adam’ın insanlığa kabul ettirdiği “Batı Medeniyet Tarihi”nin aslında “Aydınlanma tarihi” değil, “Mezhep/bilim/sel çatışma tarihi” olduğunu, Batı(lı)yla ilgili yapılacak yorumlara bu açıdan bakılmayınca “yanlışlık olacağı” tartışılır bile olmaz, olmuyor. Çünkü, ‘Batı()nın “kendi içindeki tarihi”, “Hıristiyanlığın Hıristiyanlıkla/Mezhep savaşları”; “kendi dışındaki tarihi” ise, “Kutsal/Haçlı Savaşları” oluyor.

Sözkonusu “Hıristiyanlık Mezhep Savaşlarının” başlangıcı için,Roma İmparatorluğu’nun M.S.395’de ikiye bölünmesinden sonra Hıristiyanlıkta görülen “bölünme “ile başladı diyebiliriz. Roma’da, Hıristiyanlığın “Katolik Hıristiyanlık kolu” ortaya çıkarken; İstanbul’da ise, “Ortodoks Hıristiyanlık kolu” hâkim mezhep oluyordu. İlk’i, ‘Batı Roma İmparatorluğu’; ikincisi ise, ‘Doğu Roma İmparatorluğu’ adı ile yaşayıp; MS. 476 ve 1453 tarihlerinde ikisi de sonlanıyordu. Bu ‘iki kol’dan, Roma’daki Piskoposluğun, “Papalık” haline geldiği 1054’te, İstanbul’daki “Doğu Roma Kilisesi”ne gönderdiği bir mektup sonucu ‘iki kilise’, birbirlerini karşılıklı olarak “aforoz ettiklerini” de biliyoruz. Hıristiyanlıkta başgöteren, “Katolik/Papalık Kilisesi” ve Ortodoks Kiliseleri” şeklindeki ayrışma, asırlarca süren ‘çatışma’ içerse de, “Batı Tarihi”ni; “Katolik-Ortodoks çatışması” değil, “Katolik Hıristiyanlık ile Protestan Hıristiyanlık” arasındaki “çatışma” yazmış bulunuyor…

***

Roma’daki “Kilise/Vatikan/Papalığa bağlı devlet yapısının, 15’ncı yüzyıla kadar –Ortodoksluk dahil diğer bazı küçük Hıristiyan mezhepleri üzerinde– “baskın” olması, tarihe, ‘Coğrafi Keşifler yüzyılı’ veyahutta ‘15. yüzyıl Rönesansı’ olarak geçen yüzyıl,  “Sömürgecilik Dönemi”  ama, esasında “Din ihracı/Kutsal Savaşlar” olarak yaşanıyor; Osmanlı’nın,Akdeniz’i ‘Katolik Hıristiyan’ güçlere kapatması sebebiyleHıristiyanlık, ‘yeni/keşfedilen yerlere’ akıyor, fakat, “Dünyanın düz olduğunu” söyleyen “Kilise/Papalığa” güven de gittikçe sarsılıyordu. Keşifler döneminde bile Hıristiyanlık dünyasında hemen herkes, ‘Kilise/Papalık’ kurumunun ‘yozlaşmış’ ve “çürümüş’ olduğunu söylüyor, hatta bu durum, ‘inananlarını’, Hıristiyanlıktan da uzaklaştırıyordu. 16’ncı yüzyıl başlarında Papalık’tan bağımsız ‘Milli Kiliseler’ kurma fikri doğuyor, “Reform hareketleri” yeni bir Hristiyan mezhebini; “Protestan Hıristiyanlığı” ortaya çıkarıyordu.

Bu ‘doğuşla’ birlikte “Protestan toplumları”, Papalığın ‘baskın’ karakterine karşı çıkıyor, “Katolikler ile Protestanlık çatışmaları” doğuyordu. Kilise’nin etkisinden uzaklaşmaya başlamış olanlar, inançlarını/Hıristiyanlığı, “Katoliklerin/Papalığın” öngördüğü gibi değil, daha ‘yumuşatılmış’ bir “inanç/din” olarak yaşamak istiyordu. Bu iki mezhep arasındaki “çatışmayı” körükleyen en önemli sebep ise, “Katolik tanrı(kilise)bilimin” karşına, “Protestan tanrıbilimin” çıkması oluyor, bunun sonucu olarak, Kutsal Roma/Kilise’sinin “dinî/otoritesi” sarsılıyorduKatolik Hıristiyanlıktanrıbilimi” öngörülerinin, “Protestanların akidebilimsel çalışmaları” tarafından yanlışlanması, “Mezhepbilimselçatışma’ yeşertiyor, böylelikle de; Katolikliğin “temsil ettiği” Hıristiyanlığa ve onu temsil eden “Kiliseye/Papalığa” karşı ‘isyan’ başlıyor, sözkonusu bu ‘çatışmayı’, her ‘iki mezhebin din/bilimadamları’ başlatıyordu. “Kiliseye/Papalığa” karşı oluşan muhalefet’, 31 Ekim 1517’de, Martin Luther’in şahsında ortaya çıkıyor, Katolik Kilisesi’nin dogmalarına karşı reform; Hıristiyanlığın ‘yeniden inşâsı’ demek oluyordu. 25 Eylül 1555 tarihinde Almanya`nın Augsburg şehrinde imzalanan ‘Augsburg Barışı Antlaşması’, Luther’in ‘Protestanlık Mezhebinin, “Katolik Mezhebi”nden dolaylı olarak ‘ayrıldığı’anlaşma oluyordu. Düşman kiliselerin anlaşmasının sebebi ise, ‘Ortak düşman’ “Kanuni/Osmanlı, yani,“İslam dininin” Avrupa içlerine doğru “ilerleme tehlikesi” oluyordu.

Oysa “Gerçek tanrıbilimi” sunan “Gerçek din İslam”, Hıristiyanların; “Katolik ve Protestan mezhepbilimsel” çatışmalarındaki tüm yanlışları, dolayısıyla da, aralarındaki ‘çatışmayı’ da ortadan kaldıracak nitelikte ama, sahip olunan inanç, ‘sorgulanmadığı’ için ‘farkındalık’yaşanamıyor/du…

***

İşte, Avrupa’da, “Katolikler ile Protestanlar” arasındaki“çatışmaların” başladığı 16’ıncı yüzyıldan itibaren yeşeren “bilimsel gelişmeleri” incelediğimizde, Batı’da, “Bilimin gelişmesi” denilen şeyin –başlangıçta bilimi Müslümanlardan almaları bir tarafa-, “Katoliklik/Papalık Hıristiyanlık” ile, karşıtları olan “Protestan Hıristiyanlar” çatışmasıüzerinde yeşerdiğini görebiliyoruz. Protestan Hıristiyanlığın, “Tanrının insanla ilgili niyetleri/bildirileri, Kilisede/Papalıkta değil, Tevrat ve İncil’de, hatta tabiatta aramak gerektiği düşüncesi ‘baskın düşünce’ oluyor, bu da, “Katolik Kilisesi’nin/PapalığınMezhepbilimsel (tanrıbilimi)” öngörüleriniolumsuz olarak etkiliyordu. 16. yüzyılın ikinci yarısında, Hıristiyan “din/bilim adamları” arasında, Katoliklik’ten Protestanlığa geçiş yaşanıyordu…

Katolik tanrıbilim “yanlışlığından” bilimin gerçekleştirdiği sıçrayış,  Protestan din/bilimadamları olan Kopernik, Kepler, Galileo’nun yerküreyi, Güneş Sistemi içerisindeki yerine oturtmasıyla başlıyor; ‘Kilise/Papalık bilimi’ ile ‘Protestanlık bilimi’ arasında başlayan bu kavgada kaybeden taraf, “Kilise/Papalık/bilimi”oluyor; 17’nci yüzyılda “Kilise/Papalık” etkisi gittikçe azalıyordu. ‘Reform’un asıl başarısı da bu, ‘Katolik Hıristiyanlık tekeli’ yıkması oluyordu. Protestan Hıristiyanlıktaki Luther ve Kavlin, Katolik Hıristiyanlıktaki Papa kadar otorite oluyor, “Bilim Devrimi” denilen şey de asıl bu; “Katoliklik ile Protestanlık” arasındaki çatışmanın, Protestanlık lehine sonuçlanması oluyordu. Protestan (Galileo’cu) bilimdeki gelişmeler, “Katoliklik/Kilise tanrıbilimine” galip geliyordu.

Kilise/Papalık ‘tanrıbilimine’ karşı, ‘Protestan tanrıbilimi’ başarı kazanmıştı ama, ‘kanıtlandı’ denilen şey, “aklın inanca üstünlüğü” değilHıristiyanlığın Protestan olanının,bir diğer Hıristiyan inancı/mezhebi olan Katolik Hıristiyanlık inanca üstünlüğü oluyordu. Bu durum bilimi, “Kilise/Papalık/Vatikan biliminden” koparıyor ama, bilimde ve sosyal hayatta  ‘ahlaksızlığı’ da doğurtuyordu.

İşte, “din-bilimin ayrı ayrı” olduğu YALANI da bu ‘kopuştan’ doğuyor; kopuşu getiren çatışmada “Gerçek bilimi” barındıran  “İslam dini HİÇ yok” ama,  “din (İslam) ile bilimin çatışması” denilen ‘ahlaksızlık’ da, bu kopuş üzerinden İslam ülkelerine sokuluyordu…

***

Bilim ile Din arasında çatışma var” denilen şey olan; “Katolik Hıristiyan tanrıbiliminden”, “Protestan Hıristiyan tanrıbilimine” geçişi başlatan kişi, Galileo Galile (1564-1643) oluyor; “bilim” ile kastedilen “Protestantanrı bilimi”, “din” ile kastedilenin de, “Katolik Hıristiyanlık” dini/inancı olduğu kesin ama, ‘ahlaksız’ bir şekilde ‘Kilisenin günahı’, “İslam dinine” ceza olarak kesiliyordu. Oysa, Protestan Galileo ile Hıristiyanlar artık, “Kilise/Katolik tanrıbilimini” gözlem dışına itiyor, ‘kendi yolunu kendi’ çizmeye başlıyordu. Galileo’nun, “Kopernik teorisini” savunması, dünyayı ve insanı, evrenin merkezinden çıkarıp diğer gezegenler arasındaki herhangi bir gezegene sürgün ediyor ve de insanın artık, Tanrının bir görüntüsü olarak kendisinin eşsiz doğasına uygun bir konumda yer almamasını başlatıyordu.

Galileo Gelile’nin düşünceleri, tabii ki birdenbire ortaya çıkmıyor, Roma “Katolik Kilisesinin tanrıbilimine” karşı “Protestanlık tanrıbilimini” çıkaran –Galileo’dan 14 yıl önce- ilk kişiGiordano Bruno (1548-1600) oluyordu. Bu aralıkta, Almanya’da doğup  yine papazlık eğitimi almış olan Johannes Kepler (1571-1630) de yer alıyordu. Ayrıca da, Galileo’yu savunan (1616) filozof şair, Tommaso Campanella (1568-1639) da bulunuyordu. Campanella’nın, Kalabriya’yı, Katolik İspanyol egemenliğinden kurtarmak için Osmanlılarla irtibatıoluyor; bu durum, Osmanlı’nın, o dönemde daha güçlü olan “Katolik Hıristiyanlığa” karşı, “Protestan Hıristiyanlığa” destek vermesi demek oluyordu. ‘Bilim Devrimi’ ya da ‘Modern Bilim’ denilen, Bruno’ya rağmen Galileo ile başlatılıyor ama, kökeni anlayabilmek için ise asıl, Kopernik olarak bildiğimizNicolaus Coperninus’a (1473-1543) bakmak gerekiyor. Çünkü, “Protestan tanrıbilimin”, “Katolik tanrıbilim” ile çatışmasının kaynağı, Kopernik’in kozmolojisi oluyordu. Haliyle de, Kopernik; Bruno, Galileo, Descartes, Newton ve Voltaire’in, bilimsel ve felsefi görüşlerinin gelişmesinde temel önemde bir rol oynamış bulunuyordu. Polonya doğumlu Kopernik de, o dönemin ve sonrasının diğer bilim adamları gibi “din adamı” oluyor; dini eğitim için gittiği İtalya’dan, 1497’de memleketine dönüp Kilise’de görev alıyor fakat; “papaz/kilise adamı” olmasına rağmen de, “Dünya, Güneş’in çevresinde değil, Güneş Dünya’nın çevresinde dönüyor” şeklindeki “Kilise öngörüsüne ters düşerek,    “dünyanın ve diğer gezegenlerin Güneş etrafında döndükleri”kuralını açıklıyordu. Onun fikirlerini savunan Galileo Galile’de, öğrenimine bir manastırda/papazolarak başlıyor, o da Kopernik gibi inancını, “Kilise öğretilerine göre değil”; inancını sorgulama (akletmektemelineoturtuyordu. Bu da ‘Kilisenin/Papalığın’ tepkisini çekiyor, haliyle de ‘Kilise’, bu duruma tepki gösteriyordu. Çünkü, “Güneşin dünyanın çevresinde dönmeyen, merkezde sabit olduğu” düşüncesi, “Kutsal/Kilise öğretisine” ters düşen bir görüş oluyordu. Çatışma şiddetlenince de, Galileo Galile Engizisyon önüne çağrılıyor, kendisinden istenildiği üzere, “Kopernik sistemini”artık ne sözlü,ne de yazılı hiç bir şekilde ‘savunmayacağını’bildirerek bağışlanmasını diliyor ve bir süre suskunluk içine giriyordu, fakat…

Galileo, bir süre yaşadığı suskunluk sonrasında, “Güneş-Merkezli sistemin” doğruluğunu yine savunuyor, “Kilise öğretileri” ile ince ince ‘alay’ ediyor, bu arada Engizisyonise, şiddetini gittikçe arttırıyordu. Bu sebeple, Galileo bir kez daha Engizisyon önüne çıkarılıp hücreye atılıyor, yargı önünde ‘af dilemediği’ takdirde işkence göreceği söyleniyor, bu durumda eline verilen metni diz çökerek okuyor; “Ben Galileo Galile, geçmişteki tüm yanlış ve aykırı düşüncelerimden dolayı huzurunuzda kendimi lanetliyor, bir daha öyle saçmalıklara düşmeyeceğime, Kutsal öğretiye aykırı hiç bir fikir taşımayacağıma yemin ederim.” diyordu. Otuz yıl önce Bruno’yu yakarak cezalandıran Engizisyon, Galileo’ya daha yumuşak davranıyor; “Ev hapsine” mahkûm etmekle yetiniyor; “Kilise/Papalık” kazanıyordu ama, “Katolik Hıristiyan öğreti” ile ‘çatışma/savaş’ da başlamış bulunuyordu…

Hıristiyan “tanrıbilimsel/Mezhepbilimsel savaş’ Glileo ile “başlamış/başlatılıyor” olsa da, bu çatışmaların ‘asıl sahne alması’Hobbes ve Wallis ‘çatışması’ oluyordu…

***

Thomas Hobbes (1589-1679) – John Wallis (1616-1703) çatışmasında, diğer benzerleri gibi Hobbes, “Kilisenin Tanrısal hakkına” itiraz ediyor; Hobbes’e savaş açan ise, yine bir İngiliz Rahip Wallis oluyor; Wallis, ‘Hobbes’un Kilise için tehlike’ oluşturduğundan söz ediyordu. “Hıristiyan mezhepselbilimadamları” arasındaki kavga, “Newton-Leıbnz kavgası” ile sürüyordu.

Isaac Newton (1642-1727); Gottfried W. Leibnz (1646-1716) kavgası yaşanı()yordu. Ünlü İngiliz bilim adamı, Katolik düşmanı (ProtestanNewton ile, Katolik Leıbnz kavgasında da, “Tanrının Evrendeki rolüne” ilişkin inançlarfarklılığı‘ çatışılan oluyordu. Newton’a göre, Evren yaradılışın başında “Tanrı tarafından kurulmuş” bir saate benzetilebilirdi. Ancak. “Tanrı saati kurup kendi haline bırakmışsa”, o zaman da, bazı beklenmeyen düzensizlikler, mesela da, Güneş Sistemi yoldan (!) çıkabilir ki, bu kabul edilebilir olmuyordu.

Voltaire (1694 – 1778) ve John T. Needham (1713-1781) kavgası da, öncekiler gibi, “mezhepbilimsel” oluyordu. Voltaire de, Newton gibi; evreni yaratıp kendi haline bırakmış Tanrı anlayışını kabul etmiyor, yaradılışın sürekliliği kavramını benimsiyor; İrlandalı Papaz Needham ise, Newton’a karşı çıkan Leibniz gibi düşünüyordu. Fiziksel dünyanın araştırılmasıyla başlayan bu ‘savaş’, sonrasında, “canlılar” için ‘ikinci kavga’ olarak doğuyor, “üremenin ve türemenin” nasıl başladığı sorusu ‘kavga’ konusu oluyordu. “Önceden oluşumcu Katolik/Papalık görüşü,bütün embriyonların Yaradılış sırasında Tanrı tarafından, önceden oluşturulmuş olarak, yumurta ve spermde var olduğunu savunuyordu. “Başkalaşım ve değişim yoluyla oluşum demek olan Epigenes görüşü ise, her bir embriyonun, başka ve henüz organsal yapısı bulunmayan maddeden yeniden oluştuğunu savunuyordu. Dolayısıyla da, embriyonların, tanrısal yaratılış anından beri var olmaları gerekmiyordu. Batı(Avrupa)da” 17’nci yüzyılda ortaya çıkan “Başkalaşım ve değişim yoluyla oluşum” akımı, Müslüman/Doğu ülkelerine aktarılırken, “Ateizm (dinsizlik)-Darwinizm” olarak aktarılmış olsa da, bu doğru değil; karşı olan, “Katolik teolojiye” karşı “Protestan Hıristiyanlık teoelojisi görüşü” oluyordu. Kilise/Papalık, “kendiliğinden oluşçu” grubu “dinsiz ” olaraknitelemiş olsa da, aslında bu durum, Batı(Avrupa)da, Hıristiyan mezhepleri Katoliklik ile, Protestanlığın, “kainata ve canlılığa” bakış açıları “çatışması” oluyordu. Kendiliğinden oluşçular dinsiz/ateist değil”, “Papalığa/Kilisebilime” karşı çıkan Protestanlar oluyor/du. Katolik/Roma Kilisesini savunan Needham, tanrının bütün organizmaları“dünyanın/evrenin oluşumu” sırasında yaratmış olduğu iddiasında bulunuyor fakat, “Katolik tanrıbilim” bu alanda da yeniliyordu. Çünkü, yumurtada ve spermde önceden oluşmuş bir organizma bulunmuyor, ‘çatışmayı’, “kendiliğinden oluşcular/türemeciler” kazanıyordu.

Sözkonusu “çatışma/savaş” da “bilim ile din” arasında değil, “Kilise/Papalık” ile, onun “ otoritesine” karşı çıkan bir diğer Hıristiyan mezhebi “Protestanlık” arasında yaşanıyor; koca Avrupa kıtası, “Kiliseler arasındaki vahşeti” yaşıyordu. Bu dönemde, “Tanrının Evrendeki rolüne” ilişkin inanç farkı sergileniyor, Katolikler, “Evrenin kusursuz olduğunu”, tanrının bir “bakım ustası gibi Evrene “müdahale etmesine” karşı çıkarken, Protestanlık ise, müdahaleciliği” öngörüyordu ama, “Katolik Hıristiyanlık” ve “Protestan Hıristiyanlık” arasında yaşanan mezhepbilimsel çatışmaları, “Katolik Kilisesi/Papalık”, Fransız İhtilali (denilen vahşet) döneminde/1789 kaybediyordu.

İşte, ülkemizde tartışmalara sebep olan “laiklik” de, bu dönemde doğuyor; köken tanımı da, “Hıristiyanlık mezhepsel çatışmaları” sonucu, Kral-Kilise Hıristiyanlığının/Katoliklik mezhebinin” gücünün kırılması demek oluyor.

***

Mezhep(bilim)sel çatışmayı ‘ilk başlatan’ Galileo, suçlanıp, “Kilise tarafından” ev hapsine mahkum edilmiş olsa da, sonradan gelen Protestan torunları, Galileo’yu,  bizatihi, suçlayanların torunlarına aklatıyordu! Fransız İhtilali ile, “inanç yönünden” özdeşleştikleri Yahudiler ile birlikte ‘gücü-zulmü’ eline geçiren Protestan Hıristiyanlık(Anglosaksonlar), 19 ve 20’nci yüzyılı, Katolik Kilisesi’ne/Papalığa/Vatikan’a olduğu gibi, diğer milletlere de –milliyetçilik akımlarını üreterek– üstünlük sağlayarak geçiriyor, “Kilise/Vatikan’ın”, Galileo’ya karşı asırlarca taşıdığı, “işlediği ayıbın” ezikliğini, Katolikliğe yaptığı ‘baskı’ sonucu, 1992’de;  Kopernik ve Galileo’dan “özür dilettirerek” gideriyordu. Katolik aleminin ruhani önderi Papa II.Jean Paul, Engizisyon mahkemelerinin Kopernik ve Galileo için biçtiği kınama ve ev hapsi cezalarının ‘feci hata’ olduğunu bildiriyor, sonrasında, 2008 yılı Aralık ayında bu defaPapa 16. Benediktus/Vatikan, Galileo Galileo`nun teleskopu ilk kullanışının 400. yılını kutlayarak, ‘Galileo suçundan’ aklanıyordu!.

Diğer taraftan, 16. yüzyılda Dünya’nın Güneş etrafında döndüğünü söylediği için Katolik Kilisesi’nin hışmına uğrayan Polonyalı gökbilimci Nikolas Kopernik’in, 2004 yılında bulunan mezarı ve kemikleri, Katolik Polonya’nın en önemli rahipleri tarafından kutsanarak, 2010 Mayıs ayında tekrar defnediliyor; Katolik Kilisesi, kavga ettiği gökbilimci Kopernik ile yaklaşık 500 yıl sonra barışıyordu! Kopernik’in kalıntılarının bulunmasına katkı sağlayan rahip Jacek Jezierski, –Bugünkü törenler bilim ve inancın barışmasını gözler önüne serdi diyor; böylece de, Kopernic ve Galileo’dan ‘özür işlemi’ tamamlanıyordu ama, zannetmeyiniz ki, ‘çatışma’ bitmiştir, bu sonuç, 21’nci yüzyılda da ‘gücü’ elinde tutan “Anglosakson-Judea ortaklığı” baskısıile gelen “özürler” oluyordu.

***

“Katolik ve Protestan mezhepleri çatışması” olan “İngiliz Devrimi (1640-1660) ile başlatılan ve “1789 Fransız İhtilali (denilen vahşetle)” ile bitirilen “Aydınlanma (sözde akıl çağı) hareketi”, sonuçları itibariyle bütün Avrupa ve Amerika’daetkili oluyor, her yönüyle ‘kötü’ olduğu düşünülen “Katolik Kilise anlayışına dayalı düzeni” yıkılıp, yerine; “Protestan akla/ahlaka dayalı düzen inşâ ediliyordu. “Yıkılan” ile, “Kurulan” arasındaki fark, “Tanrı/mezhep anlayışı” farkı oluyor; Protestanlara göre, Katolik Hıristiyanlarca kabul edilen “‘Tanrı/İsa’ şeklindeki din anlayışı”, bütün kötülüklerin kaynağı,  haliyle de, ilerlemenin önündeki en büyük engel olduğu için, yerine, “insan akıllı bir varlık olup,evrendeki düzeni anlayabilme kapasitesine sahiptir” şeklinde özetlenebilecek, ‘Protestan mezhepsel anlayış’ konuluyordu. ‘Mezhepbilimsel çatışmalar’ sonucu, “Kilise/Papalık” yerini, “Yeni Köktendinci anlayış” olan “Anglosakson-Judea ortaklığı”na bırakıyor, “Katolik/mezhepsel bilimin” yerini de, “Katolikbilime” göre ‘daha doğru’ olan, “Protestan/mezhepsel bilim” alıyordu.

Bu noktada belirtilmesi gerekir ki de, ‘Bilim Devrimi’ ya da ‘Modern Bilim’ denilen; Galileo’nun çalışmalarıyla aynı zamana rastlamıyor, Gelileo ve Kopernik’ten önce de “modern/bilim” vardıve bu bilim, “Arap/İslam” dünyasından geliyor; İslâm biliminin Latince’ye kazandırılmış bölümleri olmasaydı, “Kilise/Papalık tanrısal bilimi” de zaten aşılamaz, “Bilim Devrimi” ya da “Modern Bilimin doğuşu” denilen “sıçrama” da zaten yapılamazdı.

Bu noktada şu da: ‘Bilim Devrimini, “Din/Bilim adamlarının” yapmış olmalarına karşın, bizdeki, bilimadamı denilen ‘içi boş diplomaların’, “Gerçek din/bilim” olan “İslam”ın adını duymalarında bile “hortlak görmüş gibi” olmaları, utanılması gereken hâl oluyor.

Bilgi/Gerçek bilim ortada ‘İslam ile’ dururken, kullanamayan “Avrupa/Batılı”, Bilgiyi-Bilimi ancak, “bilimin başladığı asır denilen” 17’nci yüzyılda, yani, “kendi (Kilise/Hıristiyanlık) inancına” karşı çıkması/çatışması (Kopernik ve Galileo) döneminde yakalayabiliyordu. ‘İslam Medeniyeti Bilgisine’ sahip olan “Protestanlar”, Müslümanlardan “aldıklarıBilgi’ ile; Afrikalı’dan, Orta-Güney Amerikalıdan, hatta Asyalı’lardan –mesela da, 1753’de Hindistan’da, İngilizler’in, Müslüman Babür İmparatorluğu’nun devasa hazinelerine el koyup, yerine kan ve gözyaşı bırakarak çaldıkları altın ve gümüşleri (vb..) İngiltere’ye taşımalarıyla oluşturduğu “sermayeyi”,birleştirerek, 1758-1791 tarihleri arasında ‘yeşeren’, buhar gücüyle çalışan dokuma ve buhar makinelerini, haliyle “Sanayii yakalıyor!!.” ama, bu durum, yaklaşık, son 200-300 yıllık ‘İnsanlık Tarihinin ‘kan ve gözyaşı ile‘ yazılması da demek oluyordu.

Fransız İhtilali (1789)’ denilen ‘kanlı tarih’ ile belirgenleşen “Anglosakson (Protestan Hıristiyan) ile, hemen hemen ‘aynı inancı’ paylaştıkları Judea (Yahudiortaklığı; hâlen de “kanlı tarih yazıyor” ama, şimdilerdeki istekleri, tamamen “Katoliksiz/Vatikan’sız Hıristiyanlık” oluşturmak; buna paralel olarak da, “İslam/coğrafyasının reform edilmesi ve yokedilmesi” oluyor. İnsanlığa yaşatılan süreç, sıklıkla da belirttiğim, “Leviahan : Canavar Tek Devlet” amaçları; bir başka deyişle, “Babil Sendromu çözümü (Küresel -Tek- Devlet/Dil/Din)” kurma düşleri oluyor…

Ez cümle…

İnsanlık Tarihi’nin “dinler tarihi” olduğunu ve ayak sesleri yaklaşan “Tek Devlet: Leviathan” tehlikesinin de farkındalığını yazıp konuşan “Ben’den” başka bir kişi daha henüz görmedim..

Sahi sorun kimde!.

Tarihe not düşmek için (de) yazıyorum…