Kimi açıklamaları ve çektiği “Fitne” adlı filmiyle “Hollanda toplumunda, Müslümanlara karşı kin ve nefretinoluşmasına yol açtığı” gerekçesiyle mahkeme karşısına çıkanÖzgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders’in, Almanya’nın başkenti Berlin’i ziyaretinde de hedefinde yine İslam dini bulunuyor; “Almanya’nın kendi kimliğini savunabileceği, İslam’a karşı bir harekete ihtiyacı var. Alman demokrasisi ve ekonomik refahı, İslam’ın tehditi altında. Şu an Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor. İslam’ın hayaleti. Bu tehlike artık aynı zamanda politik bir tehdit. Çoğumuzun da bildiği gibi, İslam sadece din değil, tüm politika görüşlerin üzerinde tehlikeli bir ideoloji.”diyordu (1). Hollanda’da yükselişini son seçimlerde de sürdüren Wilders’in lideri olduğu Özgürlük Partisi, ülkede hükümeti kuran sağcı azınlık hükümetine dışarıdan destek veriyor, bu destek karşılığında da hükümet programına, burka ve çarşaf yasağının konulmasını kabul ettiriyordu…

İslam, Avrupa-Batı(LI)’da gündemden hiç düşmüyor, Fransa’nın saygın haber dergilerinden L’Express’in bu haftaki kapağında, “Batı İslam’a karşı” başlığı atılıyor, 13 sayfalık dosyada, “Terörist (İslam) tehdidin dönüşünden” bahsediliyordu. Bir gazetemizde “dış politika” yazıları yazan bir yazarımızın, 10 ay kadar önce yazdığı, “Minarelere kılıf aramamak” başlıklı yazıda, Avrupa’nın gündemden hiç düşmeyen meselesinin, İslamiyet ve Müslüman azınlıkla “nasıl baş edileceğisorunu” olduğu; İslamiyet’in ‘başörtüsü’ yahut ‘minare’ gibi sembollerinin dahi nasıl dehşetli bir korku dalgasıyaratabildiği ve aşırı sağın ırkçı, hoşgörüsüz ve etnomerkezci bu trendinin nasıl kolayca yükselebileceği, bunun, ‘Yaşlı kıta’nın hemen her yerine yansıyan bir gerilim olduğu ifade ediliyordu (2). Aynı gün (28.12.2009) bir başka ulusal gazetemizde yer alan, “Ada’da Müslüman Avı” başlıklı yazıda; “İngiltere’den gelen bir fotoğraf Müslüman kadınlara karşı şiddetin hangi boyutlara ulaştığını gösteriyor. Başörtülü bir kadın belli ki ya işe gidiyor ya da evine dönüyor. Yüzleri maskeli kişiler, genç kızın başında dikilmiş, sözlü sataşmada bulunuyor. Genç kız ise bir güvercin tedirginliği içinde…Maç günlerinde İslam aleyhine ‘Neşelendik, eğlendik, Müslümanları kaçırdık’ gibi farklı tezahüratlarla birbirlerini tanıyarak birleşen holiganların bazıları ellerinde suratından kan akan çarşaflı bir kadın resmi ve ‘Şeriat kadınları sindiriyor’ yazısı olan pankartlar taşıyor.”  denilmesi de (3) aynı ‘şiddete’ işaret ediyordu.

Halen de süren bu tip olayları, sunulduğu gibi, “ırkçı Holiganlar” ya da ‘ırkçılıklarının sonucu’ şeklinde mi değerlendireceğiz? Ya da, “Yaşlı Kıta’da (Avrupa’da) aşırı sağın, Müslümanlara karşı sürdürdükleri politik kampanyalar” şeklinde bir değerlendirme yapıp rahatlayacak mıyız!.. Erbakan Hoca bile, Batı(lı)da olanı “Irkçı emperyalizm” derken, çekilip gidecek miyiz!..

Tabii ki, hiçbirini söylemeyeceğiz, çekilip de gitmeyeceğiz de, tespitimizi yapacağız, imdi…

Batı Tarihi ‘mezhep ve din çatışmaları’ tarihidir…

Bugün Batı(lı)da “İslam/Müslümanlar/a” karşı sürdürülen, bazen de “Islamofobi” olarak da tanımlanan hadiseleri, “ırkçı holiganlar-ırkçılık” veya “ırkçı emperyalizm” olarak nitelemek doğru bir değerlendirme olmaz, olmuyor. “Küresel Isınma Tuzağı” isimli eserimizde; ‘Batılı Beyaz Adam’ın dininin ‘üstünlüğü’ inancı anlaşılmadan dünyada yaşananlar anlaşılamaz deyip “ölçüyü” koymuştuk ama, yine bir  ‘ilk’ olan bu düşüncemizi bugünkü yazım ile de sizlerle paylaşıyorum….

Jean Paul Sartre, “…Fantz Fanon’un ‘Yeryüzü’nün Lanetlileri’ adlı başyapıtına yazdığı önsözüne şu cümle ile başlar:  ‘Çok uzun olmayan bir süre önce yeryüzünde iki milyar insan vardı, bunların beş yüz milyonu insandıbir milyar beşyüz milyonu yerliydi‘” (4). Batılı Beyaz Adam’ın, “insanlığa bakış açısını” ifade eden bu cümle bile, “ ‘Batılı Beyaz Adam’ın tarihini” burada başlatır ve bitirir, yazmaya da gerek bırakmaz ama, ne yazık ki de devam ediyoruz…

Eski-Yeni Kıta’lısı, ‘Batılı Beyaz Adam’ın tarihini incelediğimizde, tarihinin; mezhep/din çatışmaları sebebiyle hem kendi insanları için, ama özellikle de, ‘kendileri dışında kalan insanlık’ için “vahşet yılları” olduğu görülebiliyor. Kendilerine yaşattıkları tarihlerine baktığımızda; Hz.İsa’nın niteliği ve İstanbul’daki (Konstantinapol’deki) yönetimin, Vatikan’daki Papa’yı tanımamasıyla ilgili çıkan tartışmaların ardından İtalya’daki Papa’nın; İstanbul’daki Patriği aforoz etmesi ve karşılıklı aforozlardan sonra, Ortodoks Kilisesinin Roma/Papalık Kilisesi’nden resmi olarak 1054 yılında ayrılması ile, “Hıristiyan mezhepleri” arasındaki düşmanlığın ve birbirlerini öldürmenin tarihinin doğumunu görebiliyoruz. 1095’de başlayan ve yaklaşık 200 yıl süren ‘Haçlı Seferleri’, Yahudilerden de ama, asıl ‘Müslümanların ölümü’; dahası ise, Ortodoks Hıristiyanların da zulme uğraması oluyordu. Katolik Hıristiyan Haçlı Ordusu, 1204 yılında (4.Haçlı Seferi sırasında) İstanbul’u ele geçirdiğinde, şehirdeki Ortodoks kadınlara tecavüz edip kiliselerde alem yapan sarhoş askerler, ayrıca, iki Ortodoks Aziz’in kemiklerinin çalınıp Vatikan’a götürülmesi örnekleri de, kendi aralarında yaşatılan zulüm örneği oluyordu (-yaklaşık 1000 yıl sonraki Katoliklerin ruhani lideri Papa; 2004 yılında, Ortodokslar’ın ruhani lideri Bartholomeos’dan özür diliyor; çalınan ‘Aziz’ kemikleri ve ganimetleri İstanbul’a iade ediyor, böylece de Katolik-Ortadoks kavgası barışla “gibi” noktalanıyor olsa da, bu sonuç, Küresel Tek Yapı kurma amacındaki Anglosakson-Judea ortaklığının her iki mezhebe baskısı sonucu yeşeriyordu)… 13 ve 14’nci yüzyıllar Avrupa’sı, Cadı Avı’nın başlatıldığı dönem oluyordu…

Kadın dernekleri ‘safsatası’ Batılı kadına hak arayın…

Batılı Beyaz Adam’ın “Katolik Hıristiyan/Mezhep Kolu”nun bu süreçteki tarihi, Cadılığa, yani şeytanla işbirliği yaptığı düşünülen kadına açılan savaşın; yine kıtır kıtır kesilen insanların tarihi de oluyordu. 14-15’nci yüzyıldaCadılığa karşı açılıp da, 17-18’nci yüzyıla kadar sürdürülen savaş, öyle kanlı bir hâl alıyordu ki; tüm Ortaçağ boyunca bir milyona yakın insan işkencelerle veya canlı canlı yakılarak yok ediliyordu. Papa 8. Innocentius’un, 1484 tarihli fermanıyla birlikte tüm Avrupa’da Cadıların sistematik olarak suçlanması, işkence görmesi ve de idam edilmesi süreci başlatılıp 16’ncı yüzyılda en üst seviyelere ulaşıyor, ‘Cadı Avı’ 17. yüzyılda Eski Dünya’dan Yeni Dünya’ya sıçrıyor; 1645 ve 1692’de Amerika’da, Salem kasabasında, ‘19 Cadı’ ölüme mahkum ediliyordu. Batılı Beyaz Adam’ın “kendi insanını” öldürmesi, her vahşetinde, ‘mezhep çatışmalarında’ olduğu gibi de, yine “sahip olunan inanç” gereği oluyordu.  “Söz konusu yüzyıllarda, güya halka açık şekilde yürütülen bu davalarda suçlanan kişinin (-kadının) Cadı olmadığını ispatlaması gibi imkânsız bir usul uygulanır ve dava Kitab-ı Mukaddes’te geçen ‘Efsuncu kadını yaşatmayacaksın’ hükmüne (Çıkış 22:18) dayandırılı(yordu)…” (5). Kadını “yılan/şeytan” gören bu köktendinci (fundemantalist) kafa, bugün İslam/coğrafyasına “Kadınımız üzerinden”, kadınımızı kullanarak da saldırıyor. Bunun farkındalığını yaşayamayan kadınımız da, “değerlerine” saldırdıkça saldırıyor ama, “Keşifler yalanını” yutması gibi, kullanıldığını da göremiyor…

Keşifler palavrası…

15’nci ve 16’ıncı yüzyılda Amerika’ya, Afrika’ya, Güney Asya’ya yapılan ‘deniz seferleri’, belleklerimize ‘Keşifler Dönemi’ olarak kazınsa da aslında; “katliamlar dönemi”, yani yine, inanç kökenli anlayışları sorunu” oluyordu.Kristof Kolomb’un, ‘ABD’yi keşfi’ yalanı da bu dönemde yaşatılan soykırım tarihi oluyor; “Kristof Kolomb’un onbeşinci yüzyıl sonunda Yeni Dünya’ya ulaşmasından önce Amerika’da tahminen 100 milyon insan yaşamaktaydı. Avrupalı kaşifler kıtaya kendi din, dil ve kültürlerinden başka şeyler de getirdiler. Yerli Amerikan halklarına yabancı parazit ve patojenler…Meksika’nın nüfusu 1518 ile 1548 arasında 20 milyondan 3 milyona indi ve sonraki 50 yıl içersinde de %50 daha azaldı. Ölümlerin çoğu Avrupalı kâşiflerin getirdiği çiçek, kızamık, tifüs gibi hastalıklardan kaynaklanmıştı.” deniliyordu (6). Bu hastalıkları yayan Avrupalı “Köktendinci Katolik Hıristiyanlık” oluyor,bu açıklamayı yapan iseKatolik Hıristiyanlık ile “çatışmaları” hâlâ da süren,‘Protestan Hıristiyan’biri oluyordu.

16’ncı yüzyılın ‘Katolik Hıristiyan Beyaz Adam’ın yaşattığını ve kendilerinden olmayanların yaşadıklarını anlatan bir başka örnek, Katolik Hıristiyanların Küba’yı işgalleri sırasında –1511 yılında-; Hatuey adlı bir Kızılderili (Kübalı) reisinin şahsında yaşanıyordu: “Hıristiyan hayırseverliğinin (!) bir örneği olarak da, içersinde bulunduğu odun yığını tutuşturulmadan önce kendisine, cennete gidebilmesi için Hıristiyanlığı kabul etmesi söylenilmişti. Hatuey beyaz adamların halen cennette olup olmadıklarını sordu ve kendisine bu olasılık konusunda garanti verilince de şöyle dedi: Öyleyse ben Hıristiyan olmayacağım; çünkü insanların bu denli zalim oldukları bir yere, bir daha ayak basmaya hiç niyetim yok.” diyordu (7). Kendinden olmayanın “insan olmaDIĞINA” inanması, Batılı Beyaz Adam’ın‘ahlak/inanç gereği’ oluyordu: “Denizin ötesine gidenler (-Hıristiyanlar), dünyada yaşanan insanların köle ve efendilere ağa ve köylülere ayrılmış olduklarına alışmışlardı…Avrupalılar Kızılderililere (-Azteklere) vahşi gözüyle bakıyorlardı…1519 yılında Meksika kıyılarında üçer direkli, on bir parçalı kalyonlu bir donanma göründü…Amiral gemisindeki adamın adı Kortes’ti…Kortes ve arkadaşları altınları gördükten sonra, Aztekler artık hapı yutmuşlardıİşgalciler kendilerini ‘iyi Katolikler’ sayar, işgal ettikleri topraklara birer haç götürürlerdi…İspanyollar, Kızılderilileri insandan saymıyorlardıİspanyollar birlikte azgın köpekler getirmiş, bunları insan avına alıştırmışlardı. Mastif denilen bu köpekler, ‘tomolu’ yani ‘tut’ emrini işitince Kızılderililere saldırıp gırtlaklarına yapışıyorlardı…gaddarlıkta İspanyollar (-Katolik Hıristiyanlar), Romalıları bile geride bırakmışlardı.” deniliyordu (8). Köktendinci Katolikliğin “hakim güç” olduğu bu dönemde, Osmanlı İmparatorluğu hakimiyeti altında olduğu için “vahşetin” götürülemediği Ortadoğu-Akdeniz havzası dışındaki yerler, ‘Batılı Beyaz Adam’ın ahlakı/inancı’ ile tanışıyordu!..

Güç, Vahşet –Köktendincilik- el değiştiriyor…

Kendilerinden ‘olmayanlara’ karşı sürdürülen bu “vahşet ahlakını”, ‘Katolik Hıristiyan Beyaz Adam’dan, 17-18 yüzyılda ‘miras alacak’ olan ‘Protestan Hıristiyan Beyaz Adam’ın; Martin Luther ve Jean Calvin’in öncülüğünde, Katolik Kilisesi’ne ve Papa’nın/Vatikan’ın otoritesine karşı giriştikleri Reform hareketinin‘doğumu’, 1529 yılı oluyor; bu ‘miras’ devredilmeden hemen önce, “vahşet yapmayı” kendilerinden “devralacak” olan Protestan Hıristiyanlara (kendilerinden, ama farklı Hıristiyan mezhebinden olanlara) ölüm yağdırılıyor; tarihe Saint Barthelemy Günü katliamıolarak geçen, 24 Ağustos 1572, Protestan katliamı olarak yaşanıyordu. Katolik Hıristiyan milisler, ellerinde bıçak ve kılıçlarla Protestan Hıristiyanları evlerinden dışarı çıkarıp boğazlarını keserek Paris’i uyandırıyor (!); binlerce ceset, Fransa’nın kan gölüne dönmüş sokaklarına yatırılıyordu!..

17’nci yüzyıl neredeyse, Katolik ve Protestan mezhepleri davası üzerinde, Alman topraklarında sürdürülen iç savaş olarak yaşanıyor, 30 Yıl Savaşları (1618-1648); Protestanlar’ın zaferi, 1648 tarihli “Westphalia (Vestfalya) Anlaşması” ile sona eriyordu. Savaş sonunda ‘Avrupa (Eski Batı/Kıta) güç dengesi’ tamamen değişiyor, KatolikHıristiyanlık Avrupa’daki üstünlüğünü yitiriyorKilisenin/Papalığın gücüsınırlandırılıyordu. Portekiz ve İspanya gibi Katolik Hıristiyan devletlerin etkinliğini bitiyor; Hollanda, İngiltere gibi Protestan ülkelerin etkinliği öne geçiyordu.

Fransız İhtilali Tuzağı…Anglosakson-Judea gerçeği…

18’nci yüzyılda, 1763’e kadar ki Avrupa’daki din/mezhep savaşları döneminden sonra “millî/ulus devletlere giden yol açıldı” denilse de, aslında olan; Anglosaxson-Judea “ahlak/inancı/nın” Avrupa’ya yansıması; “giyotin” demek olan 1789 Fransız Devrimi (İhtilali) ile, ‘Özgürlük! Eşitlik! Kardeşlik!’ diye haykırılan palavra döneminin aslında, yine vahşet dönemi olması oluyordu. 1793-1794 yıllarındaki ‘Büyük Terör’ diye adlandırılan dönemde yaklaşık 20 bin masum insan, Giyotin’in keskin bıçağı altında son nefeslerini veriyor, İhtilal’den sonraki dönemlerde Fransa’da rejim sıklıkla değişiyor ama, ‘idam şekli’ değişmiyordu (9). Bu arada, 1804 Fransa’sında Yahudiler, yeryüzü sahnesine “neredeyse ilk kez” çıkıyor, ‘vatandaşlık hakkı’ kazanıyordu! “Protestan Hıristiyanlığın”, Katolik Hıristiyanlığın elinden “vahşet yapmayı” ‘miras aldığı’ bu dönem, son 200 yıllık ‘dünya tarihi’ni şekillendiren Anglosakson-Judea (Protestan Hıristiyanlar ile Yahudilerin) ortaklığı “başlangıç dönemi” de (sayılabilir) oluyordu…  

19’ncu yüzyılın dünya gücü “Protestan Hıristiyan İngiltere/Britanya (-Yahudi) İmparatorluğu”nun yaptığı da, ‘vahşet mirasını’ devraldığı “Katolik Hıristiyanlığın da” yaptığı, yani, “kendinden olmayanı” “insan görmeME” ahlak(sızlığın)ı/inancı/nı yaşatması oluyordu. Bu “tek” taraflı “ahlak/inanç”, kendinden olmayanı ‘inançsız’ gören ‘Batılı Beyaz Adam’ın, ‘inanç sorunu’ oluyor. Bugün ki dünyanın patronu (!) “köktendinci ABD İmparatorluğu”nun (Anglosakson-Judea ortaklığının) dünkü atası, 19’uncu yüzyıl “köktendinci İngiliz İmparatorluğu”; o dönemde hem sömürüyor, hem de din ihraç ediyordu (10). Bu sebeple 19’ncu yüzyıl ‘Batılı Beyaz Adam’ın din/Irkından olmayan insanların ıstırap yılları oluyor; ‘Uygar (İnsan) olan (İyiler)’ ve ‘Uygar (insan) olmayan (Kötüler) “ayrımı” yapılması, ilkel/kötü kabul edilen insanların uygarlaştırılmaları, yani hem hammadde kaynaklarının çalınması, hem de Hıristiyanlaştırılmaları için kullanılıyordu. Protestan İngiliz Charles Darwin’li İngiliz Savaş Gemisi Beagle; Güney Amerika’nın ucundaki Del fugarayı ziyaretlerinde (1831-1836 yılları arasında yapıldı; 1835’de yapılanında Darwin de bulunuyordu) yağmalayıp, katliam yaptıktan sonra, oradan aldığı kız ve erkek çocuklarını Hıristiyan yapmak için İngiltere’ye taşıyordu. Beagle’nin kaptanı Fıtzroy, Güney Amerika sahillerine yaptığı ilk seyahatin amacı, Tierra del Fuego’lu yerli halkı “uygarlaştırmak” oluyordu. Oradan edindiği “…genç vahşileri kafir ruhlarını kurtaracağı İngiltere’ye götürmeye niyetlendi. İngilizce ve Hıristiyanlığın açık gerçeklerini, okumayı…öğreneceklerdi….Fitzroy’a göre…tüm kıyı kafirlerin karanlığından İngiltere’nin aydınlığına (-Hıristiyanlığa) çıkmış (-Uygarlaşmış) olacaktı…Bu vahşileri uygarlaştırma deneyimi başarılı olabilirse ne büyük bir zafer olacaktı.” diyordu (11). Tek taraflı bu ahlak ile, Afrikalı’nın (insanın kökeni Afrika iddiası ilemaymun/hayvan;Asyalılar’ın ise yarı hayvan-yarı insanoldukları iddiaları üzerinden, ‘uygarlaştırılmaları gerekenbarbarlar’ olarak benimsetilmeleri sağlanıyor; ‘Avrupamerkezci İlerlemeci Evrim Kuramı’ (Sosyal Darvinizm), atası Malthusculuğun torunu olarak ortaya çıkıyordu…

Sahte Tarih Modeli… Malthusculuk/Sosyal Darvinizm…

Yaşam (İnsanlık) tarihini açıkladığı iddia edilen ‘İlerlemeci Evrim Kuramı’; ‘Batılı Beyaz Adamın/Dininin’; “din/insan evrim süreci”nin baştacı olduğunu öngören bir ‘Sahte Tarihsel Kültürel Model’ içeriyor. Sosyal Darwinizm de denilebilen bu kuram; ‘Beyaz Irkın (-dininin)’ dünyaya egemen olma isteğini haklı çıkarmak, daha aşağı ırkları (-dinlerikendi alçak statülerine mahkum etmenin (-yokedilmelerinin) bir yolu olarak kullanıl(ıyor)dı  (12).“Protestan Hıristiyanlık insanın yararı için Tanrı tarafından inşa edilmiş bir dünya imajını Avrupalıların doğal kaynakları evrensel bir boyutta kullanma hakları olduğunu haklı çıkarmak için (de) kulanırlar (-kullanılıyor).” (13). Bu yüzden de, 19’ncu yüzyılın “BOP (GOKAP) projesi” diyebileceğimiz Sosyal Darwinizmgereği olarak ellerinden hammadde kaynakları çalınan insanların “artan nüfusları”ın, dünya hammadde kaynaklarını ‘tüketeceği’ korkusu (-dolayısıyla yoketedilmeleri gerektiği ahlaksızlığı) ‘Malthusculuk’ oluyor.

Protestan İngiliz Papaz Robert Malthus’un görüşlerine dayanan Malthusculuğun öncesinde; ‘Katolik Haçlı (Hıristiyan) Köktendinciliği’yaşamış olsa da, 19’uncu yüzyıldan beri, “Protestan Hıristiyanlık (Anglosakson)-Judea(Yahudi)” köktendinciliği sürüyor. “Hegel’in her şeyin tarihin determinist akışı içinde oluştuğu ve devletin toplumla özdeş olmadığı görüşü aslında 19. yüzyılın Darwin’le başlayan evrimci görüşlerinin bir yansımasıydı. Koloni tarihiyle birlikte ortaya çıkan bu evrimci modele göre toplumlar bir gelişim yasası içinde oluşumlarını devam ettirir. Yani Avrupalılar bugelişim yasasına göre üstlerdekoloni ülkelerindeki yerliler ise altlardaydı. Bu, evrenin evrimci kaderiydi…Batılılaşma konusunda, sosyal bilimlerde ileri sürülen birçok modelin kaynak noktası, Batı-Doğu ayrımına değil, sadece Batı’nın Doğu’yu biçimlendirmesi ilkesine dayanır.Bunun temelinde yatan Batı’nın t(d)insel eğilimini sezinlememek olanaksız.” denilmesi de, bu oluyor (14). ‘Batı Modeli/Dini/nin’ “tekliği” görüşünün yansıması olan bu model, ‘Batılı Beyaz Dinin’, insanlığın ilerleme merdiveninde ‘en yüksek basamak’ olduğunu, bu basamağın altındaki dinlerinseviyelerinin  ‘aşağı basamak’ olması sebebiyle “değiştirilmeleri gerektiği” şeklindeki ‘inancın’ merkezinde bulunuyor.Sahip olunan bu ‘inanç’, Ateizm olarak gösterilse de, ‘ateizm değil’, “köktendinci bir ideoloji” oluyor. Din adamlarından,‘siyah derililer, insan değil, bir tür maymundur’şeklinde ‘fetva’ almaları da zaten, “köktendinciliklerini” gösteriyor. “19’uncu yüzyılın sonuna kadar, 20 milyondan fazla Afrikalı, köle ticaretiyle Amerika ve Avrupa’ya getirilip ölünceye kadar çalıştırıldılar. Bir ırkın yok edilmesi girişimi olarak nitelemedikleri için, Avrupalılar köle ticaretini ‘soykırım’ saymadılar. Aslında…Yapılan, ‘soykırım’dan da öte bir şeydi. Avrupalılar, zamanında köle ticaretine kılıf uydurmak için, din adamlarından ‘siyah derililer, insan değil, bir tür maymundur’ diyen bir fetva bile almışlardı.” deniliyor (15). Yapılan ayrımlama kişisel haklara da müdahale ama, esasında; kendinden olmayan ‘dini inanca saldırı’ oluyor. Batılı Beyaz Adam’ın, “kendi dinini üstün” gören bu ahlakı/inanç, sahip olduğu ‘Beyaz Irk’ ile “eş (özdeş)” tutulduğu için de, aynı zamanda ‘ırkçı inanç’ da olsa, esasta “dini” oluyor…

Avrupa ırkçılığı ‘Din kökenli’dir…

Avrupa ırkçılığının ‘din kökenli’ olduğu tartışılır bile olmuyor:  “Avrupa ırkçılığı deri renginden çok din kökenli.” denilmesi de bu oluyor (16). Kendinden olmayan uygarlık (din) mensuplarının, vaftiz (dün Katolik) olmaları, o uygarlığın üyelerine ‘Batılı Beyaz’ uygarlığa geçiş için nasıl pasaport olmuşsa, bugünkü Protestan Bush’ların, Balair’lerin, Berlusconi’lerin kendilernden (dininden) olmayanları uygar görmeMEleri de, Ortaçağ’daki atalarını izlediklerini gösteriyor. Toynbee’ın; Batılı Protestanın, “Hıristiyan yaptığı” kara deriliye bakış açısını da ifade eden aşağıdaki açıklaması da zaten, dünden bugüne değişen bir şey olmadığını gösteriyor:“Karanlık Çağ ve Orta Çağ olarak adlandırılan dönemde –yani, on beşinci yüzyılın son çeyreğiyle tamamlanan on yüzyıllık süre içinde- Batı Toplumunun üyeleri, insanlığı bir bütün olarak düşündüklerinde, insan ailesini bizim de bugün yaptığımız gibi iki kategoriye bölmeye alışmışlardı…Atalarımız, bizim yaptığımız gibi insanlığı beyaz insanlar renkli insanlar diye ikiye böleceklerine, ayrımı Hıristiyanlar ve putperestler arasında yaparlardı; itiraf etmemiz gerekir ki onların ayrımı gerek ahlaki gerekse entelektüel açıdan bizimkinden daha iyiydi, çünkü bir insanın dini o insanın hayatında derisinin renginden çok daha önemli ve anlamlı bir etmendir ve sınıflandırma işleminde çok daha kullanışlı bir ölçüttür. Ayrıca, Hıristiyan ve putperest olarak ayırmak beyaz ve renkli olarak ayırmaktan ahlaken de daha iyidir…Ortaçağ Batılı Hırisitiyanın gözünde…putperest ne tedavi olmaz derecede kirli, ne de bir daha kazanılmaz şekilde kayıptı. Potansiyel (-dönüştürülmesi gereken) olarak, o da kendisi gibi bir Hıristiyandı; kaybolan bütün koyunların ağılda toplanacağı zamanı özenle bekliyordu…Oysa modern çağın beyaz derili Batılı Protestanı, Hıristiyan yaptığı kara deriliye ne kadar değişik gözle bakıyor. Yeni Hıristiyan belki de beyaz adamın dininde manevi selamet bulmuştur; belki beyaz adamın kültürünü benimsemiş, onun dilini…konuşmasını öğrenmiştir…ama derisini değiştirmedikçe bütün bunların ona bir yararı olmaz…Ortaçağın Batılı insanının ırk-duygusundan arınmışlığı, Batı Uygarlığımızın aşağı yukarı ortaçağ aşamasında takılmış olan Batı uluslarında bugün de vardır.”  açıklaması (17), Hıristiyan-Judea medeniyeti olan Batı Medeniyeti’nin “dini” olduğunu,  dünden bugüne hiçbir şeyin değişmediğini; yaşatılanın, Erbakan Hocamızın dediği gibi “Irkçı emperyalizm” olmadığını, fundemantalizm (köktendincilik) olduğunu gösteriyor..

‘Hıristiyan-Judea medeniyeti’ için ‘temel sorun’ İslam dinidir…

Hıristiyan-Judea medeniyeti olan Batı Medeniyeti’ dünden bugüne (esasta) değişmediği için de, Batılı Beyaz Adam’ın “dininin üstünlüğü” ideolojisi anlaşılmadan, dünyada yaşananların sağlıklı bir değerlendirilmesi yapılamaz, yapılamıyor diyoruz. Kendilerinin/dinlerinin. ‘seçilmiş/üstün’olduklarına inanan (Katolik Hıristiyanlıktan gücü devralan) bugünün hakim/kuvvet gücü “Anglosakson-Judea ortaklığı/inancı” da, “Uygar/İyi” olanın kendileriUygar/Kötü olanların ise, inanç yönünden ‘şeytan’ gördükleri “Müslümanlar/İslam” olduğuna inanıyor. Bunun için Amerikan Yahudisi ideolojist Samuel Huntington; “Batı için temel sorun İslamcı köktendincilik değildir. Bu sorun bizzat İslamdır…farklı bir medeniyettir.” diyor (18). Anglosakson (Amerikan–İngiltere Protestan Hıristiyan) ve Judeo (YahudiKıyamet güçlerinin (ortaklığının) başını çektiği bu ‘Yeni Haçlı Seferi’ne; Ortodoks ve Katolik Hıristiyan mezhepleri de katkı koymakta; ister Kapitalist, ister Sosyalist, isterse de Liberal olsunlar ya da ‘hangi dili’ konuşurlarsa konuşsunlar; “Hıristiyan-Yahudi Batı Medeniyeti” içindeki hemen tüm unsurların yaşadığı, yaşattığı bu ‘ahlak/inanç’, ‘Müslümanlar artık direnmemelidir’ amacı taşıyor. İngiliz tarihçi Prof. Steven Runciman, Fransız asıllı Papa Urbanus’un;  Müslümanlara karşı başlattığı (Eski) Haçlı Savaşları (1096-1270) ile ilgili olarak, ‘Haçlı Seferleri Tarihi’ başlıklı çalışmasında ‘Kutsal Savaş’ çağrısını şöyle anlatıyordu: “27 Kasım 1095 günü Papa, Clermont’ta halka hitap etti. Karanlık bir tablo çizdi. Batı Hıristiyan âlemi doğuyu kurtarmak için yola çıkmalı idi. Birbirlerini öldürmeyi bırakıp haklı bir savaş yapmalı idiler. Böylece Tanrı’nın istediği bir iş yapmış olacaklardı…Tanrı böyle istiyor’ sesleri papanın sözlerini kesiyordu…Sefere katılanların günahları bağışlanacaktı.” diyordu (19). Hâlen sürmekte olan “Yeni Haçlı Seferi”nin fiili başlangıç tarihi, ‘11 Eylül 2001’ saldırısı gibi görülse de, ‘teorik/saldırı başlangıç tarihi’; 1990 yılı ile başlayan “Yeni Dünya Düzeni – Küreselleşme (başlangıçDönemi” oluyor; daha birkaç ay önce, Katolik Hıristiyan İtalya’daki merkez sağ koalisyonun ortağı Kuzey Birliği Partisi’nin (KBP) resmi yayın organı olan La Padania gazetesinin, Batı’nın “İslam tehlikesi” karşısında “Yeni Haçlı Seferi” düzenlemesi, Hristiyan Batı’nın Osmanlılara karşı çıktığı dönemlerde olduğu gibi günümüzde de İslam’la mücadele için Papa önderliğinde bir “Kutsal Ordu” oluşturulması gerektiğinin ifade edilmesi (20), her devirdeki hemen her türlü ‘Batılı Beyaz Adam’ın “Haçlı Kafası”nın ‘geçirimsiz zarı’ oluyor…

‘Batılı Beyaz Adam, “Haçlı Kafasının ‘geçirimsiz zarı’ndan”; yani “dinini/kendini diğer dinlerden/insanlardan” üstün gören ‘Şeytani itiraz’dan kurtulamıyor olması (bu yanlış inancı terk etmeyişi sorunu)kendi dininden/ırkından  olmayan dinler/insanlar, asıl da Müslümanlar için ‘sorun’ olmasını hâlâ da sürdürüyor…

Ahmet MUSAOĞLU / 12.10.2010