Dünya tarihinin yaklaşık son 200 yılına damgasını vuran “Fundemantalist Anglosakson-Judea ortaklığı”nın; KüreselciNlerin, insanlığa ‘Babil Yolculuğu’ yaptırdığını, Katolik Hıristiyanlığı yok ederken, İslam/coğrafyasını da hem yok ettiğini, hem de –Müslümanım diyen insanlar eliyle de reforme ettiğini, amaçlanın ‘Küresel Tek Yapı (Küreselleşme)’ olduğunu yıllardır yazıyorum. Bugün bu görüşümü biraz daha açacağım da, ‘uzun/makale yazı’ okuyamayanlar beni hiç ilgilendirmiyor, ‘cahil bütün ulusal basına’ da ders vermek için yazıyorum…

KüreselciNlerin, “çeşitli din/kültürlerin” ‘külleri’ndenkurmayı amaçladığı düş düzeni‘Küresel Tek Yapı’nın kurulumu için hizmet verenlerden Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler adlı eserinde; “…Saraybosna’dan ayrılmayalım…Hayali bir anket için düşüncelerimizde orada kalalım. Sokakta elli yaşlarında bir adam inceleyelim: 1980’e gelirken bu adam şöyle derdi: ‘Ben Yugoslav’ım!’, gururla ve gönül koymadan, daha yakından sorular sorulduğunda Bosna-Hersek Özerk Cumhuriyeti’nde yaşadığını ve bu arada Müslüman geleneği olan bir aileden geldiğini belirtirdi. On iki yıl sonra, savaşın en şiddetli günlerinde aynı adam hiç duraksamadan ve bastırarak şöyle cevap verirdi: ‘Ben Müslüman’ım!’ Hatta belki de şeriat kurallarına uygun bir sakal bırakmış bile olurdu. Hemen arkasından Boşnak olduğunu ve bir zamanlar gururla Müslüman olduğunu vurguladığının kendisine hatırlatılmasından hiç hoşlanmadığını eklerdi. Bugünse adamımızı sokakta çevirsek, önce Boşnak, sonra Müslüman olduğunu söyleyecektir, düzenli olarak camiye gittiğini de belirtecektir; ama ülkesinin Avrupa’nın bir parçası olduğunu ve bir gün Avrupa Birliği’ne katılmasını umut ettiğini söylemeden geçemeyecektir. Aynı insana bir yıl sonra aynı yerde rastlasak, acaba kendini nasıl tanımlardı? Aidiyetlerinden hangisini en başa koyardı?…Bütün dönemlerde, meşru olarak ‘kimlik’ denilebilecek kadar her koşulda ötekilerden son derece üstün, tek bir ana aidiyet olduğunu düşünen insanlar olmuştur. Kimileri için ulus. Kimileri içinse din ya da sınıf. Ama hiçbir aidiyetin mutlak surette baskın çıkmadığını anlamak için dünyada olup biten farklı çatışmalara bir göz gezdirmek yeter…Türkler de Kürtler de Müslüman…çatışmaları bu yüzden daha mı az kanlı?” diyordu (1). Bu öngörülerle insanımıza ve insanlığa, farklı “din-lerin/kültürlerin” sorun olduğu, ‘aidiyet/kimlik çeşitliliği’nin ‘kavga/çatışma’ meydana getirdiği, dolayısıyla da “aynileşmek” gerektiği söyleniliyor. Mesela; “Müslüman mısın”, kendini Hıristiyan gibi de hissetmen (Hıristiyangibileşmen ya da tersi) gerektiği, haliyle ortada “çeşitlilik” kalmamasının (Tek Yapı olunmasınınçatışmaları ortadan kaldıracak şey olduğu ileri sürülüyor.

Bu yapılırken de, biz Müslümanların ‘varlık sebebi’ olan “öteki (gayri Müslimler)”, Müslümanın ‘elinden’ alınıyor; “Öteki ‘benim için’ var”, “ben de ‘öteki’ için varım” ama, “öteki yok edilerek, “farklılığımız (çeşitliliğimiz)” yok ediliyor. İnsanlık ‘Tek tip’leştirilerek amaçlanan “Tek (Küresel) Yapı”ya uzanılıyor…

. Bunda ne kadar başarılı olundu derseniz, az boz değil, çok başarılı oldular diyor, “AKP’li Hocaefendili hareketortaklığı”nın hükümferma olduğu bu dönemde, bir Müslümana ‘yakışmayacak’ şekilde –ortada Hıristiyan bile yokken-, “eski Kiliselerin açılması” istekleri havada uçuşuyor! Bu tür isteklerin, hem –Ben Müslümanım diyenden geldiği, hem de, mesela Gümüşhane’de, Hıristiyan yok(gibiy)ken de öngörüldüğü için, Müslümanların, rahmetli Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi, “göklerde” olduğunu da düşünüyorum. –Ben Müslümanım diyen bir insanın, ‘durduk yerde’, bir Kilisenin işlerlik kazanmasını istemesi davranışı, ‘normal bir şey’ gibi görülse de, bu ‘çarpık algı’nın getirdiği savunma’ da, fiilen “gavurgibileşmek”, yani kendi “aidiyetini/kimliğini” değil de, bir “başka kimliği” yaşamak oluyor. “VAN Gölü’nün tam ortasındayız…Devlet Bakanı Egemen Bağış, Gevaş Belediye Başkanı Nazmi Sezer’e soruyor: – Yani bu kiliseyi ayine açsak ne olur?Botun ön tarafında ayağa kalkan Sezerheyecanla cevap veriyor: – Sayın bakanım, muazzam olur. Haçını da koymak lazım…”algısı (2), “kimlik/kim ne” olgusunun bilinebilmesinin kişinin elinden alınması, buna paralel olarak da, ‘öteki’nin bu topraklardaki tabusu denilebilecek Kiliseler üremesi oluyor…

Başbakan Tayyip Erdoğan, 2005 yılında;1.HATAY “Medeniyetler Buluşması”nın açılışında; “Bugün farklı medeniyetlerin bir ideal etrafında bir araya geldiğini, bu idealin, ‘Babil Kulesi’ felaketinden bu yana, insanların özlemlerinin en önemlisini temsil ettiğini, Babil’de dağılan insanlığın tekrar bir araya nasıl getirilebileceği üzerine bir adım olarak da kabul edilebilir, Artık Babil Kulesi sendromunu aşmanın da vakti geldi” derken (3), –Ben şahsen Müslüman olduğum, kendileri bana da bunu “özlem yaptıkları” için itiraz ediyor; “benim özlemim olmuyor, Müslüman olanın böyle bir özlemi olamaz” diyor, “Babil Kulesi Felaketi (Babil Sendromu)” iddiasının hurafe (bilimdışı) olduğuna, “İsasız Mehdisiz İslam Olmuyor mu?” isimli eserimde ortaya da koyuyordum (4). Buna benzer şekilde, ‘Hocaefendi/hareketi’, “Hz.İbrahim üç dinin atası” derlerken, bu defa; “Hz.İbrahim, Müslümanlar ile, Hıristiyanlar ve Musevilerin atasıdır” demek, Kur’an’a aykırıdır (İmran-65,67; Saffat-83, Meryem-58); “İbrahimi dinler/Üç din demek İslamın reformudur” diyordum (5). Fakat, ne yazık ki, “Müslüman kimliği kırılarak”, bu anlayışa sahip bir toplum oluşturulmuş, ortaya çıkan bu ‘Lighlaştırılmış toplumsal katman’, hem  Kilise açılmasını istiyor, hem de, Kanuniler döneminde “İslam olanın” gücü ile, bugünkü Türkiye’nin güçsüzlüğünü mukayese edilip, –Ne var bunda, atamız Osmanlı da yapıyordu şeklinde, ‘çarpık akıl’ da üretiyor. Bu “kendi (tek başına Müslüman) olmayan”, “Hıristiyan/Müslüman” veya “Musevi/Müslüman” şekline sokulmuş bu yapıya, –Kilise neden açıyorsunuz, nasıl Müslümansınız diyenlere, –Ne var, biz de Avrupa’da Camii açıyoruz şeklinde cevap da veriliyor ama, Avrupa’daki Camii denilen yapıların bulunduğu alanların, Müslümanlar için “kutsal alan” olmadığı, her an kapısına kilit vurulup geri dönülebilecek ve de arkasından da bakılmayacak alanlar olduğu; buna karşın, ülkemiz topraklarındaki ‘Kiliseler varlığının’ ise, “Hıristiyanlığın kutsal alanları, hiç terk edemeyecekleri alanlar“ demek olduğu, dolayısıyla da, “Anadolumuzun kendi toprakları” olduğu iddialarını da beraberinde getireceği, haliyle de, “geri almak” için her dem “Haçlı Seferi” yapacakları da, “kırılan kimlikler” sebebiyle görülemiyor. İslamın “dostum” kavramı belliyken, Hıristiyan ve Musevilere “dostum” denilmesi de zaten, ortada “Din/İslam” olan” yaşamadığını, Protestanlaştırılmış (Lightlaştırılmış)”,reforme edilmiş “İslam/Müslüman” yaşandığını, yaşatıldığını gösteriyor.

 Maalouf gibi gavurların, Kürt denilenler ile Türk “denilenlerin” çatışmalarının sebebinin, “din olduğu”, dolayısıyla“din olan İslam”ın birleştirici olmadığı iddiaları da yalan, çünkü, kavga asıl, ortada “din olmadığı” için, ama aynı zamanda, “İslam olanı” reforme ettiren ‘ABD (Anglosakson-Judea ortaklığı) istediği için çatışılıyor. Maalouf’un, Saraybosna örneğinde olduğu gibi de, “başlangıçta Müslüman olan insanlar”, reforme oldukları, Hıristiyangibileştikleri için; “Müslümanlık/İslam olmak” artık onlar için, öncelik teşkil etmiyor. Kırılan ‘Müslüman kimlik” için “Hıristiyana Kilise açmak” artık öncelik olmuş,bu yüzden hemen hiç kimse artık gururla, –Ben Müslümanım, ‘öteki’ ise gavurdur demiyor, diyemiyor. Bu hâl, “kullan at” senaristleri KüreselciNler ile, onların ‘Küreselleşme’ projesine katkı koyan, –Müslümanım diyen insanların, “din olan İslam” ile, olmayan diğerleri arasındaki farkı “ötekini” öldürerek “Tek tipleştirmelerinin (aynileştirmelerinin)” sonucu  olarak yaşanıyor.

Küresel -Tek- Devlet, ‘Babil Sendromu çözümü’ oluyor…

Küreselleşme, “bugünün sorunları küreseldir, onun için bunun için üstesinden ancak ‘küresel hükümet’ gelebilir” anlayışı demek oluyor. “Küresel (Tek) Yapı” kurma amacı yeni değil, ABD tarihinin en saygın gazetecilerinden biri olan Clarence Streit’ın; 1929’da Milletler Cemiyeti’nin İsviçre’deki merkezinde muhabir olarak görevlendikten ve bu örgütün uluslararası işbirliği (Tek Yapı olmayışı) yoksunluğu yüzünden (!) çöküşünü gördükten sonra, dünyadaki tüm demokrasileri Amerikan tarzı “federal bir birlik” içinde birleştirecek (Tek Yapı yapacak) iddialı bir projenin savunuculuğunu yaptığının ve bu düşünceye Franklin Roosevelt ve Winston Churchill gibi  isimlerin de destek verdiğinin söylenilmesi (6), “Tek Yapı” amacının yeni olmadığını, geçmişi bulunduğunu gösteriyor. Bu “köktendinci amacın” ilk başlangıcı, “Anglosakson-Judea ortaklığı”nın ilk işbirliği’ olan, Fransız İhtilali denilen vahşet dönemine kadar iniyor. Fakat, ‘hızlandırılmış uygulaması’, yani, ‘Silahlı saldırı/BOP modelini uygulaması’ve ‘Kültürel saldırı modelini’ daha bir uygulaması, 21’nci yüzyıla girmeden hemen önce, 1990’la başlıyor. Bu başlangıç, ABD Başkanı Protestan Hıristiyan (Baba) Bush’ın, Irak-Kuveyt krizine müdahalesi sonrasında 21’nci yüzyılın ‘Yeni Dünya Düzeni’ olan ‘Küreselleşme’yi açıkladığı dönem; dünya üzerindeki “tüm din/lerin” sentezinin (Tek Yapı kurmanın) başlatıldığı yıl oluyor. Aynı döneme bir başka köktendinci, Japon asıllı Amerikalı ideolog Francis Fukuyama; bir başka kavramı; “Tarihin Sonu (bazı devletlerin yokolacağı)” tezini ileri sürüyor, bu yeni tanımlama; “Yeni Dünya Düzeni” ile kastedilenin, “İslam/toplumlarının dönüştürülmesi/yok edilmesi” amacı taşıdığı, bir başka stratejist, Amerikan Yahudisi Samuel P.Huntington’un, “Medeniyetler Çatışması” makalesi ile iyice anlaşılıyordu. Bu amaç onlardan önce, ilk 1990 yılında; bir başka “köktendinci ideolojist”, Bernard Lewis’ın; “Müslüman Öfkesinin Temelleri” isimli deneme yazısında zaten alenileşmiş bulunuyordu. Clinton döneminde ABD Devlet Sekreteri olan Strobe Talbot’un; Huntington’un makalesinden hemen önce, 1992’de yaptığı; “Önümüzdeki yüzyılda (21.nci yüzyılda) bilinen şekliyle milletler tedavülden kalkacak ve bütün devletler “bir tek”, “küresel bir otoriteyi” idrak edeceklerdir şeklindeki açıklama ise, sözkonusu “küresel otorite”nin, “Küresel -Tek- Devlet” olduğunu, amaçlananın, Tevrat’ın öngörüsü olan “Babil Sendromu çözümü” sonucu ortaya çıkacak, “Küresel -Tek- Devlet-Dil-Din” olduğunu gösteriyor.

Bu köktendinci amaç, Yahudiler açısından Eski Ahit’te; Daniel’in haber verdiği ‘Günlerin Sonu’ misyonu ile; Hıristiyanlar açısından ise, Yeni Ahit’de; Yuhanna’nın Vahyi’nin 13’ncü bölümünde; ‘Tanrının Krallığı’nın gökten yeryüzüne inmesinden hemen önce Mesih/İsa’nın düşmanının yenik düşmesinin; yani Müslümanlarla yapılacak ‘son savaş’ Armageddon’un öngörülmesinde ve o andan itibaren de ‘Yeni Çağ’ın başlayacak olduğu kehanetinde kökenini buluyor…   

İşte, “Küresel Isınma (Yalanı)” iddiası da dahil, 1990’la başlayan bu süreçle birlikte sinema, edebiyat, müzik, tiyatro, siyaset veyahutta aklınıza gelebilecek her alanda “Ortak Bilinç (Tek Kültürel Yapıoluşturma” ‘taşıyıcılığı’ yapılıyor. Ellerine “kitap”, “film/senaryo”, “tiyatro oyunu” (vb.) tutuşturulan pek çok gence ‘ödül dağıtımı’; sinema örneklerinde Sibel Kekilli’ler, Fatih Akın’lar, Ferzan Özpetek’ler ‘türemesi’, “kimlik/kültür kırıcılık” karşılığı, Tek Tipleştiricilik” hizmeti oluyor. Secret, Kuantum Tekniği ya da aklınıza gelebilecek benzer diğer zırvalıkların hepsi de bu, ‘yeni/Küresel kimlik’ taşıyıcılığı oluyor. Mesela da, “In-Yer Face” tiyatro hareketi, kendilerine yöneltilen eleştirileri, eski moda veya muhafazakarlık ve dar görüşlülük diyerek savuşturmaya çalışırken; çatışmayı, ‘ilerici’ ve ‘gerici’ güçler arasındaki bir mücadele gibi resmetse de, sözkonusu ‘çatışma’, “insanlığı Tek Tipleştirmek” isteyenlerle, bizim gibi, “çeşitliliğin yaşamasını” isteyenler arasında yaşanıyor. Bu anlamda “çeşitliliği” savunanlar ‘ilerici’, “Tek Tipleştirmek” isteyenler ‘gericiler’ oluyor. Yapılan “belleksiz toplum”,  “değersizleşen değerler” oluşturmak; ‘kültürel çeşitliliği yıkım’ gerçekleştirmek oluyor. Bellekleri boşaltılanlara peşinden de, –tıpkı Maalouf gibi-, ‘Küresel Tek Yapı’ya ait, “Ortak (Küresel) değerler” yükleniliyor!… Üçüncü Bin Yıl’da (21.yüzyılda) “İslam/coğrafyasını” teslim alıp, ‘Tek Yapı’ kurmayı hedeflemiş KüreselciNlerin, ‘Silahlı (Sert) Saldırı Gücü’ BOP’a paralel olarak işlettikleri, “Kültürel Saldırı (Yumuşak) Gücü”; televizyon dizilerimizdeki “yabancı damat” veya Müslüman genç kızların Gavur erkeklerine ‘aşık ettirilmesi’ modasından tutun da, müzikteki “Türk (-Erçetin)-Yunan işbirliği”nde ya da Müslüm’deki veya Topaloğlu’ndaki “Türkçe-İngilizce birlikteliklerinde”, veya “Tarkan-Kibariye düetinde” dahi “Sentez/Tek tipleştirme” görülebiliyor. New York Times yazarı Thomas Friedman’ın;  “dünyayı şekillendiren globalleşmedir (küreselleşmedir), globalleşme de ABD demektir” tezi de –Anglosakson İngiltere’de ortak ama-, bu ortaklığın ‘koç başı’nın’, “Anglosakson-Judea ortaklığı” olan ABD olduğunu gösteriyor.

Küresel -Tek- Devlet’e giden yolun taşıyıcıları…

Kıyametçi/Köktendinci Anglosakson-Judea ortaklığının, “Babil Sendromu çözümü” olan “Küresel -Tek- Devlet-Dil-Din” amaçlarına uzanmaları, aşağıdaki vasıtalar üzerinden oluyor:

* Küresel Şirketler / Küresel İlkeler Sözleşmesi üzerinden…

* Politik/Uluslararası Koordinasyonlar üzerinden…

* Küreselleşen Finans hareketleri üzerinden…

* Tek Para isteği üzerinden…

* Tek Ordu isteği üzerinden…

* Yerel ve Bölgesel işbirlikleri (Birleşmeler) üzerinden…

* Küresel (Ortak) Bilinç Ağı oluşturma üzerinden…

* Sorosculuk, yani STÖ’ler üzerinden…

* Dünya vatandaşlığı, İnsan sevgisi ‘istekleri’ üzerinden…

* Dinler Arası Diyalog ve Medeniyet İttifakı ‘istekleri’ üzerinden…

Bu argümanları kısaca şöyle özetleyip sunabiliriz:

* Küresel Şirketler, Küresel İlkeler Sözleşmesi üzerinden: KüreselciNlerin, yeryüzündeki bütün ulus devletleri ortadan kaldırıp, onların yerine “Tek Devle­t” oluşturmak için kullandıkları argümanlardan biri, tüm ülkeleri dev bir ahtapot gibi saran ‘Küresel Şirketler’ oluyor. “Küresel İşbirliği Anlaşması (Global Compact)”, şirketlerin, BM teşkilatlarının, çalışma ve sivil toplum örgütlerinin bir araya gelerek, “ortak amaç ve değerler”, yani “Tek Tipleştirme” doğrultusunda çalışmalar yapması demek oluyor. İlişki ağları”, ‘Sürdürülebilirlik ilkesi yalanı’, uluslararası şirketlerin “birleşmesi de” kurulması amaçlanmış, ‘Köktendinci Tek Yapı’ için gerekiyor…

* Politik/Uluslararası Koordinasyonlar üzerinden…

1972 yılı, Stockholm Konferansı sonuçları incelendiğinde, Madde/21,22,24,25’de görülebileceği gibi, ülkeler, “BM çatısı” altında ‘bağlanıyor’; ülkeler, Bileşmiş Milletler (BM) kurallarına uygun olarak ‘görevlendirilip’konumlandırılıyordu. Konferansı’nda göze çarpan bir diğer konu, dünyadaki bütün insanlığa -çevreyi- aşılayacak, ama esasında, ‘Ortak Karar ve Ortak görüşler’ sağlanması oluyordu (Madde: 7). Bu yönleriyle Stockholm Konferansı için; ‘Küresel –Tek- Yapı’ amacına giden yolculukta, ‘Ortak Bilinç’ oluşturmak için atılan ilk adım diyebiliyoruz. Peşinden, Rio/1992 Zirvesi’nde benimsenen, “BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC)” ile “Küresel Isınma var YALANI” üzerinden, ‘Ortak Karar ve Ortak görüşler’ doğuyordu. Küreselleşme ile başlayan bu anlaşma, aynı zamanda, ülkelerin, ‘Küresel Tek Yapı’ya entegasyonunu, devletlerin, idarecileri eliyle kendisini tasfiye etmesi de demek oluyor. Rio-1992’de doğan ‘ortak bilinç’, ülkelerie “Babil Yolculuğu (Babil Sendromu Çözümü) yaptıran” ‘Küresel Tren’e vagon yapıyor, Tren’in makinisti ise, ‘devlet dışı’ aktörleri de kullanarak ülkeleri yöneten BM oluyordu…

* Küreselleşen finans hareketleri üzerinden…

‘Tek Yapı’ amacının, çok önemli bir adımı da, ekonomi, ‘Küresel Finans Sistemi’ oluyor. Küreselleşmek için G-7/G-8 kavramı ‘OUT’ oluyor, yeni ‘IN’ ise,  G-20 oluyor, Türkiye, “G-20’ye girdim” diye sevinirken, ‘Küresel –Tek- Yapı’ya ‘hap’ olduğunu, yutulduğunu göremiyor. G20 toplantıları, “mali kriz” denilen ‘KüreselciN üretimi’ sonrası için, ‘Küresel Finans Sistemi’nin altyapısını belirleme toplantılarına –Küresel sorunlara küresel çözümler bulma tezgahına– dönüşmüş bulunuyor. Bu toplantılarının hazırlıkları, gerek IMF veya benzeri kuruluşlarda yapılan hazırlıklar,  gerekse de ‘Finansal İstikrar Kurumu’nun çalışmaları, ama “Küresel (Tek) Finans Sistemi” geçişin işaret taşları oluyor…

* Tek Para isteği üzerinden…

Artık hemen herkes, ‘ulusal parayı’, temel uluslararası rezerv para olarak kullanan  bir sistemin yanlış temellere dayandığı şeklindeki görüşü seslendiriyor, ulusal paralar ve ulusal ekonomiler devri artık kapanmış diyor. Bu ‘zorunlu’ düşünmeler (!), doların yerine yeni bir ‘global rezerv para’ getirme, ‘Küresel (Tek) Para’ geçişine zemin oluyor. Euro’nun öncüsü denilen ve uzun zamandan beri “dünyada tek bir para olması gerektiğini” vurgulayan Prof. Robert A. Mundell’ın; “Para sisteminde yeni bir çıpa lazım. ABD doları ve Çin Yuanı’ndan oluşan bir sepet oluşturulabilir. NATO para birimi ise daha iyi bir alternatif olabilir.” açıklamasındaki (29.11.2008), ABD-Çin gibi “parasal birlikler içinde bölgesel birlikler” tavsiye edilmesi de, ‘Tek Para’ya giden yolda kurulan ‘tuzak’ oluyor. Bölgesel para birimi olan Ruble, Anglosakson-Judea Ortaklığı’nın, Katoliklik Hıristiyanlığı yok ederken, Ortodoks Hıristiyan Ruslarla işbirliği yapması sonucu doğuyor, Rusya Devlet Başkanı Dmitry Medvedev’ın, BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) liderlerine yaptığı konuşmada; “Uluslararası para sisteminin güçlenmesi, öncelikle bölgesel rezerv para birimleri oluşturulmasını, daha sonra bir uluslararası para birimini gerektiriyor” şeklinde konuşması da, “başımıza gelecek felaketi” gösteriyor. Türkiye’nin, yerel para birimleriyle ticareti gündemine alması da, öngörülen “Bölgesel İşbirlikleri” zarureti (dayatması) oluyor. Kurulacak “Bölgesel Merkez Bankaları”nın, daha sonra “birleşip”, Tek Banka ortaya çıkaracak olmaları da, “Küresel (Tek) Yapı”yı ortaya çıkaracak düzenlemelerden oluyor…

* Tek Ordu isteği üzerinden…

Ulusal ordular artık küresel sistem için bir saatli bomba oluyor. Hâl bu olunca, bütün silah sistemleri “ulusal ordular” tarafından değil, NATO tarafından geliştirilecek ve NATO giderek genişleyen bir, ‘Küresel Dünya Silahlı Gücü’ olacak gibi görünüyor. Küreselleşme “havuzunda olan” her ülke, silah gücünü ve iradesini NATO’ya teslim edecek, çünkü, ulusal ordular devri kapandı,şu sıralar Türkiye’de yaşanan ‘asker değişimi’ de bu oluyor! Ordularda da “bölgesel birlikler” kuruluyor; Rusya, 2009 yılında, Ermenistan, Kırgızistan, Özbekistan, Belarus ve Tacikistan ile askeri anlaşma yapıp, tek bir komutanlık altında yapılanacak ordu için karara vardıklarınıaçıklıyordu. Bu karar, Moskova’nın bunu ‘NATO ve ABD’ye rağmen yapması değil, onlarla birlikte’ yapması, ‘Küresel Yapı’ amacına göre şekillendirilme oluyor.

* Yerel ve Bölgesel işbirlikleri (birleşmeler) üzerinden…

Küresek –Tek- Yapı’nın ortaya çıkması için, dünya ülkeleri arasında,  “Bölgesel Birlikler” kuruluyor. Dünya nüfusunun neredeyse yarısını barındıran 16 Doğu Asya ülkesi, “AB tipi” birliği tartışmaya açmış bulunuyor (2009). Bu tip “Bölgesel Birlikler” için, Doğu Asya’nın ‘dünyaya liderlik etmek üzere” esinlenmesi ya da “ABD’ye karşı” gibi mesajlar verilse de, kesinlikle doğru olmuyor, ABD (Anglosakson-Judea)’siz dünyada neredeyse kuş uçmuyor. Bu tür “yerel” ve “bölgesel birlikler”, ‘Küresel –Tek- Yapı’ya eklenti kolaylığı için gerekiyor. Eski yedi Sovyet ülkesi ülkenin (Rusya, Kazakistan, Belarus, Ermenistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Türkmenistan’ın), “bölgesel işbirliği”nin geliştirilmesini kararlaştırmaları da ‘gelecek gelecek için’ oluyor.Yine “AB’ye özenen” Güney Amerika liderlerinin, adına ‘Unasur’ denilen 12 ülkenin (Arjantin, Bolivya, Brezilya, Şili, Kolombiya, Ekvador, Guyana, Paraguay, Peru, Surinam, Uruguay, Venezüella) lideri, 2004’te Güney Amerika Ulusları Birliği’ni oluşturan Cuzco Bildirisi’ni imzalamış, daha sonra Unasur adını alan bu birlik (2008), Küreselleşmeye karşı bir çeşit gardını alma girişimi denilse de, ‘Küresel kuyuya’ çekilen bir girişim oluyor. Ortak/Tek Para birimi ve Ortak Merkez Bankası ile yine Ortak Parlamento öngörüleri, “Küresel Yapı’nın yutacağı birleştirilmeleri”gösteriyor. Türkiye’nin, bölgesinde de “vizeler kaldırması” gücümüzden değil, bu yapıya eklentiye ‘kolaylık’ oluyor…

* Küresel (Ortak) Bilinç Ağı oluşturma üzerinden…

Ortak Bilinç Ağı ile de, “Küresel –Tek- Yapı” amacına uzanılıyor. Oluşturulan ‘Küresel bilinç’ sebebyle, Türkiye insanı da artık dünya insanı gibi düşünüyor, ‘ortak tepki’ veriyor. Futbolda bile “Uluslararası Futbol Taraftarları Ağı” oluşturuluyor, ‘Taraftarlar Doğu’ya Açılıyor’ tuzağı ile de, İngiltere’nin Oxford Üniversitesi öğrencilerinden oluşan ve kendilerine “sınır tanımayan futbolcular” olarak isimlendiren futbol takımı, ‘seçilmiş bölge’ Diyarbakır’a gelerek futbol müsabakası yapıyor! Acun Ilıcalı’nın, “Var mısın Yok musun’una ‘yabancılar’ girmesi bile “Küreselleşme”, bellekleri silinmişlere “dünya vatandaşlığı, insan sevgisi, Kuantum Düşünce, Secret veya İnsanlığın Evrensel Kardeşliği” zırvalıkları ‘yüklenmesi’ de, “Küresel Yapı” için gerekiyor. Pekin’de kanat çırpan bir kelebek, Los Angeles sahillerinde bir fırtınaya sebep olabilmektedir ‘zırvası (psikolojik savaş)’ ile de, ‘ortak bilinç’ oluşturulup, “insanlık ortak ağa”, ‘Küresel Yapı’ya eklemleniyor…

* Sorosculuk, yani STÖ’ler üzerinden…

Yahudi asıllı Amerikalı finans spekülatörü George Soros’un, “Açık Toplum Enstitüsü”, sözde STÖ’ler ile birlikte –Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan örneklerindeki gibi-, yönetimler deviriyor, yönetimler de kuruyor. Soros’un, Bush gibi ‘silahlı eylemciler’ ile “çatışıyor” olduğu yalanına kanmayınız; aralarındaki ‘çatışma’, “Silahlı Saldırı gücü” kullanan Başkanlara karşı, “Silahsız/Kültürel Saldırı gücü” kullanması farkı, yani ‘metod farkı’ oluyor. Zaten, ABD Dış İşleri Bakanlığı’nın Soros’un vakfını desteklemesi de, ‘çatışma’ olmadığını gösteriyor. 1960’larda İşçi sendikalarını, 1970’lerde öğrenci derneklerini kullanıp ülkelere ‘müdahale’ edenler, 1980’lerden sonra da STK’ları üretip ülkelere ‘müdahale’ ediyor. “Küresel protesto eylemleri” bile tuzak, çünkü, ‘milli’ insanları, ulusal sınırların dışına taşıyıp, ‘öteki’ ile karıştırıp, aynileştiriyor. Bu da, “Küreselleşmeye” katkı, yoksa Küreselleşmeyi protesto olmuyor.  Siyasette ‘kullanılan’ ya da yoksullukla mücadele ettiği belirtilen kimi STÖ’nin, aslında “yoksullarla mücadele (yardım vererek pasifize) ettiği”, dolayısıyla “Küreselliğe katkısı” görülebiliyor. “İslam dünyası, STÖ çatısı altında birleşiyor” şeklinde hurafeler de var ki, bu tür birlikler de, “Küreselleşmeye hizmet” olur, başka bir şey olmuyor…

* Dinler Arası Diyalog ve Medeniyet İttifakı ‘istekleri’ üzerinden…

 Bu konuda fazla bir şey söylememe hiç gerek yok, çok şey yazdığımı düşünüyorum. Bu her iki öngörü, “İslam olanı” yok etme, “kendi/milli olanı”, “kendinden olmayanlarla aynileştirme”, dolayısıyla da, “Küresel Tek Dil-Devlet-Din” kurulmasına hizmet oluyor diyorum. “Ergenekon davasının kilit isimlerinden Tuncay Güney’in annesi Ayşe Güney: Oğluma Zebur’u, Tevrat’ı, İncil’i ve Kuran’ı da okuttum. Hahamsa da benim oğlum, imamsa da. Yahudiyiz diyorsa Yahudiyiz…” açıklaması bile (7), sıradan insanların getirildiği noktayı, kimin için ne istendiğini de gösteriyor, ama kurulacak “Küresel –Tek- Dine” de işaret ediyor…

Ez cümle: Çok açık ve net: ‘Şeytan itiraz’ sahibi ‘Batılı Beyaz Adam’, insanlığa ‘Babil Yolculuğu’ yaptırıyor; “aynı dili konuşan tek bir aileye”, yeryüzü“Tek Devlete-Tek Dine” dönüşme yolunda ilerletiliyor. Tevrat’ın, kendi içersinde bile yanlışlığı çok net görülebilen “Babil Sendromu çözümü” amacı uğruna, ülkemiz ve insanlık felakete sürükleniyor. Bu ‘köktendinci (Fındemantalist) inanç’ yüzünden, “Tarihin Sonu” getiriliyor, 2012-14 yalanları öngörülüyor, tarih ‘yeniden’ kuruluyor!..

Artık ‘ayak sesleri’ duyulan bu tehlikeden daha tehlikeli olan ise, –Ben Müslümanım deyip de, “İslam olanı”reforme edenler oluyor. İlk ‘Marshall Yardımı; “kontrollü Tarikatlar, İlahiyatlar, Hacılar Hocalar”, ‘hatırlı süttozu’ ile beslenen reformistler yeşertmiş bulunuyor. Onların yaşattığı ‘bugünkü Tasavvuf anlayışı’, Mehdi ve Nüzül-i İsa beklentisiyle de, “İslam olanı” yok etmesini, durmaksızın sürdürüyor… Tarihe not düşmek için de yazdım…    

Ahmet MUSAOĞLU / 02.09.2010