Ülkemizde son zamanlarda söylenilmesi ‘tu-ka’ olarak gösterilen bir tanım var: ÖTEKİ… Oluşturulan ‘Mahalle Baskısı’, yani MahalleSİZLİĞİN GÖRGÜSÜZLÜĞÜ üzerinden (Bknz: “Mahalle Baskısı Değil, Mahallesizliğin Görgüsüzlüğü” başlıklı yazım) gelen BEN/BİZ yasağıyla ‘öldürülmek istenen’ ÖBÜRÜ var… TDK’nın, DİĞERİ de dediği; benzer iki nesneden önem ve konum bakımından uzakta olana, yani ÖTEKİ’ne karşın Ben/Biz/im; ‘BEN/Biz BENİM/Biziz’ diyebilmeme/mize ‘saldırı’ var… “Ben/Biz Benim/Biziz” dediğinizde hemen, “kendinden olmayana tahammülsüzlüğün sahibi” olarak damgalanıyorsunuz!…

Müslüman olan ‘bilgi sahibi’dir ama, günümüz Müslümanları “bilgi sahibi olmadıkları” ve üzerlerine gönderilen ‘Mahallesizlik Baskısı’yla da BEN/Biz diyemiyor; diyemediği için de KENDİ OLMAKTAN ÇIKIYOR, yokoluyor ama, bunun farkında bile olamıyor

Oysa BEN/Biz/den “olmayan” dediğimizde, “kendiMden olMayan” birilerini, diğer bir deyişle de ÖTEKİ/lerini kastediyoruz. Bu yapılmazsa eğer, BEN/Biz ortadan kaybolur oluyor… Kaybolmamak/Yokolmamak için de zaten, BEN/Biz/im dışımdaki herkes, BEN/Biz/im için ‘öteki’ olması/yaşaması gerekiyor. BİZ diye gördüğümüz TOPLUMSAL KATMAN var olduğu için de, bu ‘katman’ dışındaki diğer katman/ların, BİZ için DİĞER KATMAN,  yani “öteki” olması da anlaşılabilir oluyor. Hâl bu olunca, BEN/Bireysel düzeyinde de veya BİZ/Toplumsal katman düzeyinde “öteki/lerin” hep var olması da, kaçınılmaz oluyor. KENDİM OLMAKTAN çıkmaMak için, BEN BENİM; DİĞERİ de ÖTEKİ olması gerekiyor… Böyle bir durum “tahammülsüzlük” değil, yaşam için elzem olan “çeşitlilik” olur, oluyor… 

Bu sebeple de, “BEN/Biz demek, diğerine tahammülsüzlüktür” şeklinde gelecek ‘laf salatalarıyla (saldırıyla)’ kimse de Ben/Biz’i enayi yerine koymaya çalışmasın; çünkü böyle veya benzer bir öngörünün asıl da, Bana/Bize ‘saldırı’ olduğunu akledebilenlerdeniz. O ‘saldırıcılar’ da bilebilirler ki, Ben/Biz demek, Diğer/Öteki olana ‘tahammülsüzlük’ değil, sadece KENDİMİ KORUMAK; “Kendim olarak” kalmaya çalışmak, “öbürleri” ile karışıp, “kendim olmaktan çıkmaya”, yani “yokolmaya” karşı koymak oluyor. Bırakınız “öteki”ne tahammülsüzlüğü, aksine; ÖTEKİ/nin HEP VAROLMASI ya da Diğer/ler/ine tahammülüm, yapmam gereken de oluyor. BEN/Biz olarak tanımladığımız “KENDİMİZ” ile, ÖTEKİ/ler arasına ‘tahammülsüzlük sınırı’ çekmiyor, aksine; onlarla birlikte “Çeşitlilik” olarak yaşamak istiyor, “TEK (aynı) TİP” olmak İSTEMİYORUZ… Bu sebeple de zaten, “ötekini” tehdit unsuru olarak görmüyor, mahkûM/inkar da etmiyor/um/uz. Öyle olduğu için de, sorun; “ötekine” tahammülsüzlük veya “diğeri”nin var olması değil, aksine; BEN/Biz’e gelen ‘saldırılar’ karşısında BEN/Biz olarak ‘kalabilmenin’ zorluğu sorun oluyor…

Türkiye’deki Müslümanların, BEN olmaktan çıkartılması için “ötekisizleştirildikleri” gerçeğine rağmen de; Soros’un Açık Toplum Enstitüsü ve Boğaziçi Üniversitesi’nin (Boğaziçi Üniversitesi’nden  Prof. Binnaz Toprak yönetiminde, gazeteciler Tan Morgül, İrfan Bozan ve Nedim Şener) desteğiyle (de) yapılan ve “Türkiye’de Farklı Olmak- Din ve Muhafazakarlık Ekseninde Ötekileştirilenler” anket başlığı ile karşılaşan bir insanın, aklına ilk gelen; Türkiye’de “din/İslam” üzerinden “Müslümanlar”ın farklı olanları “ötekileştirdiği” düşüncesi oluyor. Literatürümüze AK Parti ile giren, “muhafazakar-demokrat” siyasi kimliği üzerinden “din olan İslama/Müslümanlığa” çıkartılan ‘sonuç’, Soroscu anket çalışmalarının iyi niyet taşımadığını gösteriyor. BEN/Biz/im, ÖTEKİSİZ LEŞMEMİ isteyen KüreselciNler, hem Ben/Biz, hem de Öteki/Diğeri için tehdit unsuru oluyor. Çünkü, “KÜRESEL TEK YAPI” amacı için, Ben/Biz ile Öteki/ler arasındaki farklılığı inkar edip, Ben/Biz’i “Öteki/Diğerlerine” ya da “Ötekini” ‘Ben/Biz/e’ benzetmeye (özdeşleştirmeye, aynileştirmeye) çalışarak yokediyor. İstenilen; “Müslüman olan” ile “olMayan”ın “sentezi”nin sağlanması, dolayısıyla, İslamın ‘din anlayışı’nın/kimliğin yokedilmesi oluyor.

Ali Bulaç kardeşimiz; “İslam dini, temel referansları (Kur’an ve sünnet) itibarıyla ‘öteki’yi bir realite kabul eder. Ama yaratılışta eşimiz ve son nefesine kadar tebliğde muhatabımız olan hiçbir öteki’yi ötekileştirmez. Ötekileştirilen insanın kendisi değil, kötü sıfatlarıdır; ortak koşmak, zulüm, sömürü, aldatma, kibir, hırsızlık, yalan vs. İnsan bu kötü sıfatları bırakıp iyi sıfatları benimseyince ontolojik anlamda yaratılışta eş olma yanında dinde kardeş olur. Bu iyi sıfatlara sahip olan bütün gayrimüslimler de ihtirama ve birlikte yaşamaya layık insanlardır. Müslüman’ın ötekileştirdiği tek bir yaratık vardır, o da şeytandır.” Dese de (Ali Bulaç; Kim ötekileştiriyor?”, Zaman, 07.02.2009), elmalarla armutları (doğrularla yanlışlarıAşure/Sentez yapıyor. Çünkü, Müslüman olan, tabii ki gayrimüslimleri ya da benzer diğerlerini ötekileştirmez,  aksine onları oldukları gibi birer gerçeklik kabul eder ama; sadece şeytanı değil, onları da “öteki” görmesi gerekiyor… Tabii ki, “ötekileştirilen” insanın kendisi değil, kötü sıfatları; mesela da; “Allah’a ortak koşmak (gibi)”… ama; Allah’a ‘ortak koşan’ her gayrimüslim ya da ya da farklı öğretileri benimsemiş diğer her insan, Müslüman için “öteki” olsa da; İslam olduğunda “öteki” olmaktan çıkıp, ‘dinde kardeş’ olunuyor; yoksa, o da “öteki” olan şeytan gibi, Öteki/ler/den oluyor. Bu benim koyduğum bir kural değil, “farkını koru” diyen ‘İslam inanç öğretisi’; yoksa kimse, gayri Müslimler veya diğerleri ile birlikte yaşaMayalım demiyor. Müslümanım deyip de, gayrimüslim ve diğer farklı olana –öyle oldukları için-, ‘tahammülsüzlük gösteren’ biri/leri varsa da, böyle bir durum ‘hakiki Müslümanın’ yapacağı bir şey olmuyor. Ali Bulaç’ın; “Bütün dünyada Fethullah Gülen ‘dinler arası diyalog, hoşgörü ve uzlaşma kültürü’nün sembolü haline gelirken; AK Parti’nin takip ettiği politikalarla dinin içini boşaltıyor diye, kendi seçmen tabanından eleştiri alırken ve küreselleşmeye en çabuk intibak eden Anadolu’nun tüccarı ve işadamı iken, bunlar ‘araştırma’da farklı olanları ötekileştiren suçlular olarak ilan ve ihbar edilmektedirler.” şeklindeki şikayetleri ise (Ali Bulaç: “Kim ötekileştiriyor?”, Zaman, 07.02.2009), ne yapılsa da “ötekine” yaranılaMayacağı gerçeği oluyor. Anket ‘sahibi’ Batılı Beyaz Adamlar için, “İyi Müslüman, Ilımlı Müslümandır”; yani “ÖTEKİ oluşturmayan Müslümandır” anlayışını; diğer bir deyişle, “Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır..” Kur’an gerçeğini (Kur’an-ı Kerim : Bakara-2/120) unutmaları oluyor.

Amerikan İslamı olan ‘Ilımlı (Aşure/Sentez) İslam’a, yani “ÖTEKİSİZ ‘yaşatılmaya çalışılan’ İSLAM”A karşı destek ise, Allah ‘inancı’ bulunmayan Ece Temelkuran’dan geliyor; “The Economist dergisi…6-12 Aralık sayısında Avrupa ve Amerika’daki İslam üzerine üç parçalı bir çalışma yayınlayan dergi, yazılara Amerikan istihbarat örgütlerinin bir süredir tartışılan kehanetiyle bakıyor. Yapılan projeksiyona göre Avrupa şehirlerindeki İslami yaygınlaşma herhangi bir ekonomik  daralmayla birlikte 2025 yılına kadar ‘gergin ve stabil olmayan durumlara’ yol açabilir. Derginin alttan alta önerdiği çözüm, tabii ki ılımlı İslam. Müslüman toplumdan bu şekilde, yani ‘kontrol altında tutulması gereken virütik bir durum’ olarak söz edildiğinde, bütün dinlere karşı son derece mesafeli olan benim bile saf tutup, İslami direnişe destek veresim geliyor. Din için değil, o dine inanan ezilmiş, aşağılanmış insanlar için. Allah’a değil, insanlara inandığım için.” diyordu (Ece Temelkuran: “Örnek Müslüman”, Milliyet, 10.12.2008). İslamın ‘İslam gibi’ olmasınıisterken, hoşluk isteyenler ve dinin içini boşaltmakla suçlananlar ise, sadece Türkiye’de değil Müslümanın bulunduğu her yerde “Ilımlı İslam’ın promosyonu”NU; “Ilımlı Müslüman” ve “model ülke” profili oluşturmalarını sürdürüyor. Müslüman olan da, “öteki”ni ortadan kaldırıp, BEN/Biz/i ÖTEKİ ile ÖZDEŞLEŞTİRİYOR… ‘Kontrol altında tutulması gerekenİslam olma hâli’ de bu oluyor…

Sorosculuğun Türkiye temsilciliğini 2001 yılından beri sürdüren Açık Toplum Enstitüsü, faaliyetine son verip çalışmalarını, 20 Ağustos 2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan kararla (-Yönetimsel anlamda Türkleştirilip) Açık Toplum Vakfı bünyesinde sürdürürken, destek verdiği faaliyetlerden biri de, Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Hakan Yılmaz tarafından gerçekleştirilen, ‘Türkiye’de Ötekileştirme Süreçleri’ başlıklı araştırma oluyor (Star: “İlk araştırma ‘ötekileştirme’”,02.01.2009). Bu da, Müslüman olan fatura edilen, “ötekileştirdiği” iddialarının, ‘Batılı Beyaz kökenini’; BİR/Biz olmamızı isteMeyenlerin asıl kimler olduğunu gösteriyor.

Kökü dışarıda olan Helsinki Yurttaşlar Derneği (STÖ) denilen ‘zırva’nın, “Gündelik Hayatta Laiklik Pratikleri” adında bir proje yürütürken hazırladığı toplantıda; “‘Bir’ olmadan ‘beraber’ olmayı başarmanın yollarını aramalıyız” öngörüsü de zaten, kimlerin, BEN/BERABER OLMAMIZI, yani “öteki” ile “karışmamızı/senteziMİZİ” istediğini göstermesinin yanında, KÜRESEL TEK YAPI istenildiğini de gösteriyor. BİZ/E, BİR OLMAYIN denilirken aslında, KENDİMİZ/Biz OLMAMIZ İSTENMİYOR… BİR/BİZ (Müslüman/lar) OLMAYIN DENİLİRKEN (diğer taraftan), ÖTEKİ İLE BERABER/BİR OLUN, yani “kimliğinizi kırıp” ‘öteki’ ile BÜTÜN (TEK YAPI) OLUN deniliyor… Diğer/ler/i (öteki) ile –ki onlar; budist, hıristiyan, yahudi, ateist, agnostik vb., ne olursa olsunlar, onlarla– “BİR/beraber/birleşip”, TEK YAPI (Tek Kültür) olmamız isteniliyor.Sözde STÖ’nin, yukarıda sözedilen toplantısına katılan Nihal Bengisu Karaca: “Dindarların talep ettiği inanç ve ibadet özgürlüğünün karşısına genellikle şu liste çıkıyor, ama açık, ama ima yoluyla: “Resmi ideolojinin makbul vatandaş kriterlerine uymuyorsun diye sana öteki gözüyle bakan zihniyeti kınayalım, ama sen de 1) Müslümanlığın bir değer olarak dayatılmasını kına. 2) Din eğitiminin Sünni yoruma göre veriliyor olmasını kına. 3) Diyanet İşleri Başkanlı’ğına ihtiyaç olmadığını savun…6) Pazar yerinde bikiniyle gezen turistlere esnaf laf attı, oysa kadın bedeniyle ne yapacağına sadece kendisi karar verir, esnafı kınayalım…8) Lezbiyen, gay, travesti ve transseksüel haklarına duyarlı olunsun…10) Kendimizi ifade ederken ‘Bir Müslüman olarak… ‘ gibi ifadelerle konuşmayalım, bu da bir tür ayrıştırmadır, gerek yok.”. Şimdi yukarıdakilerin bir kısmına şahsen evet diyebilirim, ama “tamamı” beni dahi zorlar.” Diyor (Nihal Bengisu Karaca: “Birlik ya da Beraberlik”, Habertürk, 0810.2009).Görüyorsunuz sizden istenenleri… Size, ÖTEKİ demeyin ‘gazı’nı yutturanların sizden istedikleri, “kimliğinizi terk etmeniz” ya da “siz/Müslüman olmayın da ne olursanız olunuz” oluyor… Amaçlanan elde edilince de, “Virütik Müslüman” ya da  “Evcilleşmiş Müslüman” üretimi doğuyor….

Müslüman “olmadan” da BEN olabilirsiniz denilmesi de bu oluyor:“Adam olan adam, ilkellikten kurtulmuş adam, çağının çağdaşı adam kimliğini ancak bir tek cümle ile özetleyebilir: “Ben bir başkasıyım!” . Adam olan adam, ilkellikten kurtulmuş adam, çağının çağdaşı adam bir başkasını ancak bir tek cümle ile özetleyebilir: “Bir başkası benim!”….Comte de Lautreamont, Montevideo’lu (Uruguay) bir Fransız olduğunu söylemiyordu. Arthur Rimbaud’nun Katolik bir Fransız olduğunu söylemek aklına bile gelmiyordu… Kimlik ulusal planda dine ve etniseteye indirgendiği zaman ilkelleşme de başlamıştır…İlkellikten kurtulmuş insan kendisine kim olduğu sorulduğu zaman “Ben benim!” der, böyle demelidir, demek zorundadır. “Türk-Müslümanım!” ya da “Müslüman-Türk’üm!” demez, diyemez. Çünkü Müslüman olmadan da, Türk olmadan da “ben” olmak mümkündür. Aslına bakarsanız bu bir zorunluluktur…”Ben” olmuş, olabilmiş sürü insanı artık bir birey olmuştur, tekilleşmiştir. Buna özgürlük denir.” denilse de (Özdemir İnce: “Ben bir başkasıdır”,Hürriyet,17.06.2009), bu tip prototiplere denilmesi gereken; “Adam olan adam”, yani “ilkellikten kurtulmuş adam”, “kendi olan” adamdır; “Müslüman, göğsünü gere gere, -Ben Müslümanım” diyen adamdır. Müslüman olmayan biri de, “Ben benim” diyorsa; o onun “kendi ben”i’ olur, “Müslüman/BEN olmaz” olur bre nadan, demek de ‘o kafaya’, az bile oluyor…

Okan Bayülgen denilen zatın, Uçakta (öteki-ni) diğer yolcuları, “Ben MÜSLÜMANIM”  diye korkutması da benzer bir ‘kafa/kırılmış kimlik’ oluyor. “Özellikle benim tipimden, sarışın mavi gözlü bir çocuk olmadığım için rahatsız olan uçakta bazı paranoid yolcular oluyor. Dönüp bakıyorlar falan. Ben de en tehditçi suratımı takınıp bir yandan da sıklıkla Bismillahir-rahmanirrahim’ ya da ‘Ya Allah Bismillah Allahu Ekber’ falan deyip korkutuyorum” dedi. İsrailli bir yolcuyu da bu şekilde korkuttuğunu anlatan Bayülgen, şöyle konuştu: “Ben bunları korkutmaya bayılıyorum. Öyle bir yolcuyu da tehdit etmiştim. Business Class’ta uçuyorduk. Arkada İsrail’li bir yolcu ayaklarını benim koltuğumun üzerine dayıyordu. Birkaç kez uyarmama rağmen akıllanmadı. Sonunda ben de ‘Müslümanım’ dedim ve durdu. Yani bu işimize de yaramıyor değil.” (Milliyet; 26.1.2009). Bu “örnek” tıpkı, bir önceki Sivasspor’un iki futbolcusu arasında geçen yaşanmışlık gibi; “öteki”nin havada veya karada da yaşansa varolduğunu gösteriyor. “Fransız Le Monde gazetesi, Sivasspor’un İsrailli oyuncusu Pini Balili’nin, kendi takım arkadaşı İbrahim Dağaşan’ın saha ortasına Filistin bayrağı dikmesini, “yüreğine saplanan bir ok gibi algıladığını” yazdı.” Deniliyor (Sabetay VAROL: ‘Bayrak ok gibi yüreğime saplandı’ “Milliyet,03.03.2009). Benim ALBAYRAĞIMIN, İsrailli/Musevi/nin yüreğine “ok gibi” saplanması, Musevi olanın, Müslüman olanı -haklı olarak-, “Kendi/Ben” görmediği için oluyor; çünkü, ortada olan, “varoluşsal TERCİH’ oluyor; ‘senin gibi değilim, olmayacağım’ oluyor…

BEN BENİM, Müslüman; ‘kimliğim bu’, “bir başkası (öteki) benim” diyemem, deMiyorum; ‘Batılı Beyaz Adam’ için hizmet verenler, hadi size de iyi tercihler!…

Ahmet MUSAOĞLU / 02.12.2009