Sinema eleştirmeni Atilla Dorsay’ın, “Yıllardır Antalya’ya bir dizide bile oynamayan, sinemaya hiçbir katkısı olmayan yaşlı ünlüler çağrılıyor. Bu insanlar, festivali tatil yeri gibi görüyor. 3-4 gün kalıp, korteje katıldıktan sonra dönmeleri gerekirken aileleriyle birlikte 1 hafta bedava tatil yapıyorlar” sözleri, sanatçıları (!) çoşturuyor, çeşitli görüşler belirtiyordu…

Dorsay’ın açıklamaları üzerine, “gazoza ilaç katmakla” gerçekleştirdiği tecavüz sahnesi/kötü adam rollerinin ‘sanatçısı’ olan Nuri Alço; “Festivale yurt dışından uluslararası diye oyuncular getirtiliyor. En eski tarihten kalmış, dökülmüş oyunculara dünya paralar veriyorlar. Onlar en güzel şekilde ağırlanıyorlar. Biz sadece korteje katılıp gideceğiz, şaklaban mıyız? Hiç kimse korkudan odasındaki buzdolabını açmıyor, sanatçıların parası yok ki ödemeye.” derken, Antalyalı olan ve Tecavüzcü Çoşkun olarak tanınan Coşkun Göğen ise; “Festival 3-5 tane kafa oyuncudan ibaret değil. Bunlar her sene geliyorlar. Her türlü hizmet bedava. Bu insanlar tatile mi, festivale mi geliyor? Çoğu kalkamıyor, geceden alkol alanlar oluyor, sinema izlemeyi tercih ediyor.” diyordu…

Festival düzenleyicisi  Antalya Kültür ve Sanat Vakfı (AKSAV) Genel Müdürü Göksel Kumsal ise, “Altın Portakal Film Festivali’nin bu sanatçılara vefa borcu var. Onları davet edip ağırlamak kadar da doğal bir şey olamaz. Bu davetler önümüzdeki yıllarda da devam edecek. Başkan Mustafa Akaydın’ın söylediği gibi ‘Yeşilçam sanatçıları başımızın altın tacıdır’.” diyordu…

Antalya Festivali dahil, hemen her köydeki festivallerle “festivallik olduk” görüşüm bir tarafa, sorgulamak istediğim husus şu: “Başımızın altın taçları” kimler? Ya da ne/kim/ler “Sanat” ve “Sanatçı” oluyor?…

Bu yazıyı yazmama sebep olan gazete haberinde, Türk sinemasının dev karakter oyuncusu ya da en iyi sanatçılarından biri denilen ve 1982’de turnedeyken aşırı alkolün etkisiyle tamamen bitap haldeyken yaşamını yitirmiş Yıldırım Önal’ın; 1973’de, “Dinmeyen Sızı” filmindeki rolüyle Altın Portakal’da, “En iyi yardımcı erkek oyuncu” ödülü olan heykelciği, sağlığında bir şişe şarap karşılığında mahalle bakkalına rehin bıraktığı, ödemeye gücü yetmeyince de, heykelciğin, şeker kutularıyla rakı şişeleri arasında kalakaldığı haberi yer alıyordu…

Peki de, bu haberde neyi/nasıl sorgulayacağız?..

Sanatçıların (!) parasız bırakıldıklarını, ‘bir şişe şarap için’ ödülünü bakkala rehin bırakacak hale getirilmiş olduklarını mı?..

Neyi nasıl açıklayacağız?..

Yıldırım Önal, “geçimini” rahat sağlayabilseydi ödülünü bakkala rehin bırakmazdı, dolayısıyla, “sistem suçlu” mu diyeceğiz?..

Ya da “Sanat/çı” denilen nedir/nasıl olmalıdır (?) mı demeliyiz…

Bu noktadan…

Sanat ve Sanatçı nedir?..

Sanat nedir (?) diye baktığımızda, “anlatımda kullanılan yöntemlerin tamamı veya anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün “sonuç/eser” denilebiliyor… Dahası… “Sanat” kelimesi Arapça’da amel, iş yapma anlamlarını veren “san’a” kökünden gelmektedir ve belirli bir beceriyle sürdürülen marangozluk, duvarcılık vb… meslek dallarını kapsamaktadır, dolayısıyla Sanat, insanın akıl ve zekâsını kullanarak yaptığı işleri anlatıyor, da denilebiliyor… 

Sanatçı ise,  eser veren kimse… çağının önünde olan insan da oluyor…

Bu tanımlamalardan sonra, “Sanat-Sanatçı” beraberliği için; insanı/toplumu hayatın dar kalıplarından kurtaran bir “teneffüs anı”… denilebiliyor…

Kabaca da olsa tarifleri yaptık…

Gelelim asıl konuya…

Sanat ve Sanatçı’nın “toplumsal duyarlılık” ilişkisi konumuna…

Toplumun “teneffüs anı”na….

“Sanat ve Sanatçı”nın katkısı sorununa… Ya da…

Ortalıkta “Sanat” olarak bulunan/dolaşan yapıtlar “Sanat eseri” mi? Ya da hangileri eser? Veyahutta “Sanat” neyi anlatmalıdır?..

Soruna “Sanatçı” açısından baktığımızda… O zamanda şu…

“Sanatçı”, ülkesinin sorunları için ne anlam ifade eder? Ya da o “sorunlar” Sanatçı için ne ifade ediyor?

Televizyon dizilerin ürettiği “Sanatçılar” olsun ya da film çeken Türk Sineması “Sanatçıları” ya da müzikte adı Sanatçıya çıkmış (vb.), bugün ortalıktaki “Sanatçı” diye dolaşanlar için, “toplumun çektiği sıkıntılar, yaşadığı sorunlar” ne ifade ediyor?

Biraz sesli düşünelim… İsim bazında soralım…

Beren Saat, ‘Bihter (kocasını aldatan)’ ya da tecavüz edilen ‘Fatmagül’ olmasa (yaşanmakta olan hastalıklı toplumsal yapı için) ne ifade ediyor? Onu hangi sanatıyla, sanat eseriyle hatırlıyorsunuz?.. Yaprak Dökümü dizisinin Necla’sı  Fahriye Evcen denilen “Sanatçı”, “Vale parası” vermek istemediği için otomobilini caddeyi kesen sokaklardan birine park etmeyi tercih edip de, eğlencesi sonrası aracını nereye park ettiğini bir türlü bulamayıp, görev yapan polislerden yardım istiyorsa, böyle bir “Sanatçı” ya da “eseri” için ne diyeceğiz!.. ‘Tecavüzcülükleri’ dışında Alço ve Göğen’i kim hangi Sanat ve Sanatçı/eseri olarak biliyor? Ya da televizyon programlarına bile bu ‘yönleriyle’ çağrılmıyorlar mı? 

1982 yılında çekilen film, Müjde Ar’ın ilk başrol oynadığı, 1982 yılı sinema yapıtı “İffet” (!) filmi; Faruk Peker’in Müjde Ar’ı “otomobil camına sıkıştırıp “tecavüz” ettiği sahne ile akıllarda kalmasaydı bugünlerde ‘dizi versiyonu’ için hazırlıklar sürdürülür müydü? Ya da “Sanat eseri” olduğu için mi ‘Fahriye abla’ eser, Müjde Ar “Sanatçı” oldu!.. Tv. programlarındaki canlı yayınlarda seviyesiz muhabbetler yapanlar ya da “çişim geldi” diyen insanlar mı “Sanatçı”, bunların ortaya koydukları mı eser/ler oluyor!..

Tarkan’ın, ‘uyuşturucu muhabbeti’ de bir tarafa, şıkıdım şıkıdımlı “kalça kıvırması mı” Sanat/Eser olup, Sanatçı olmasını ifade ediyor? İsviçre’de bir gazete tarafından, “en seksi sanatçı” ilan edilen Hadise kimin için ne oluyor ya da ‘vücut sergisi’ olmasa kim ne için dinleyecek oluyor? Ya da Nefes isimli şarkıcıya, ‘Belim çok ince, elle bir’ diyen Seda Sayan ile, Sayan’ın popsuna dokunan eli sonrası, “Erkekler gerçekten çok şanslı, erkek olsam Seda Hanım’ı kaçırmazdım” diyen Nefes denilen ‘Sanatçı’, kimin için ne ifade ediyorlar?…

Çağının önünde olması gereken bu yapı/insanlar mı Sanat/Sanatçı oluyor!..   

Sadece buradaki isimler değil.. Geneli konuşuyoruz…

Gazetelerdeki köşe yazarları… Üniversitelerdeki profesörler… Camilerde, varsa ‘medreselerdeki’ hacı-hoca… O bu şu, bunlar, şunlar, onar..

Toplumun sorunları için kim ne demiş ya da ne düşünmüşler!..

Sanat/eser ve Sanatçı veya düşünebilenler ortada olsaydı bugün yaşadığımız “hastalıklı toplumsal yapıyı” ya da “bağımsızlığımız kaybetmiş hâli” yaşıyor olur muydu?

Sormak hakkımız…

Kim/ler “Sanat/eser ve Sanatçı?

Toplumsal yapımızdaki “Sanat/eser ve Sanatçı” denilenden… edebiyat, sinema, tiyatrodan vb… Kadının, seksin, tecavüzün, lezbiyen öpüşme sahnelerinin “pazarlanmadığı sahneleri” çekip alın bakalım geriye hangi Sanat/eser ve Sanatçı kalıyor!..

Fatmagül’ün suçu mu kalır ortalıkta!..

Hemen her zemin eşcinsellik ‘bulaştırılmasını’, küfrü ve argoyu alın bakalım “Sanat/Sanatçı”dan, hangi “Sanat” ve “Sanatçı” kalıyor ortalıkta…

Yaşı müsait olanlar hatırlayabilir… 1980 öncesi sahnelerde, tiyatroda –biraz da ideolojik sol olarak- Zeki Alaysa ve Metin Akpınar fırtınası “argo, cinsellik (vb.) kullanımı” ile fırtına gibi eserken, televizyonlarda kullanamadıkları zaman neden izlenemediler? Ya da ne oldu Sanat ve Sanatçılıkları!..

Bugünlerde dizilerde ve sinemada misyonerlik olan, “Müslüman kızın gavur erkeğe aşık olması (-farklı kültürlerin sentezi) yapılmasın” bakalım ki, kim ‘Sanat/eser ve Sanatçı” oluyor ya da kalabiliyor!..

Bugünkü “Sanat/eser” ve “Sanatçılık”, ‘pazarlama-cılık’, psikolojik savaş (saldırı) alanı oluyor…

Dahası ve esası…

Kendi/öz kimliğini/kültürünü “kırma işi” yapılması “Sanat/eser”, “kimlik kıran” da “Sanatçı” oluyor!…

Sibel Kekilli, Fatih Akın Ferzan Özpetek…

Ülkemiz versiyonlarını da siz sayın!..

Dahası…. Sanat ve Sanatçı sadece televizyoncu, sinemacı, edebiyatçı değil ki…

Profesörü öğretmeni, yazarı çizeri, hacısı hocası, siyasetçisi ona karşı çıkanı,, İslamcısı, Ulusalcısı…hePisi

Tüm “Sanat/kârlar/ın”…

Ödülleri ‘kimlik kırıcılık’larından… kendi “insanını/toplumunu” reforme etmelerinden, ‘Batılı Beyaz Adam’a teslim etmelerinden… geliyor…

“Kimliğinizi kırmazsanız” eğer, bırakın ödül almayı, hava bile alamazsınız!…

Ve de…

Size bir ölçü vereyim… elin gavuru da size ödül veriyorsa, kendinizi sorgulamalısınız… “Sanat/kârlık” bence bu…

Keşke bir ‘yazar (bilgilendiren)’ çıkabilse de, genelde “Türkiye Sanatını ve Sanatçısını”, özelde Antalya Portakalı ‘pazarlamacılığı’ da dahil festivallik halimizi ortaya koyabilse…

Ünlüleri başta olmak üzere, ülkemde ‘yazar’ pek bulunamadığı için, biz yine “Seni de sigaya çeken Molla Kasım bulunur’ rolümüzdeyiz!…

Bırakın yazabilmeyi, görebilmek gerekiyor önce…

Cumhuriyeti kutluyoruz…

Bir tarafta bir ‘kutlama’, diğer tarafta bir başka ‘kutlama’…

Sanırsınız ki birbirlerinden “esasta” farklılar… hayır, değiller…

Soruyorum…

Hangisi –insanlığın da başbelası- Amerikanlaşmamıza (Anglosakson-Judea ortaklığına) karşı…

Kim bunu alenileştiriyor…

Hiç biri…

Eee…

İki “birbirine zıt gibi yapı”, Amerikanlaşmamız sürdükçe sürüyor…

Kananlar birbirine zıt yapıda yer alanlar oluyor…

Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracağız.” diyen Mustafa Kemal Atatürk nerede duruyor, nerede “muasır medeniyet seviyesine çıkacağız” masalı anlatanlar…

Hani Atatürk’in “milli kültür” vurgusu, nerede?…

Ne Atatürkçüsünde var, ne karşıtları denilenlerde var..

Ülkenin yönetilmesi de Sanat’tır, iyi yöneten de Sanatkar…

İyi yönetimi seçmek de Sanat, seçebilenler de Sanatkar…

Her dönemdeki çağdaşlık ve öncü olmak budur…

Ne yazık ki de, Sanat’ın ve Sanatçı’nın ne/kim olduğu ya da çağdaşlığın ne/kim olması gerektiğiyle kimse ilgilenmiyor

Alın “milletin (Kültür Bakanlığı desteği)” parasını, yakında askerlikteki yasağı da ‘serbest olabilme’ tehlikesi bulunan eşcinselliğe veya misyonerliğe verin pazarı!…

Sonram da…

Alın ödülünüzü verin şarabımı!..

Ya da deniz, güneş, kum… Malibu’ya!

Parasız şarapçısı ya da paralı viskicisi

Model rol (versiyonları)’ farklı gibi görünse de “ikisi de” aynı oluyor…

Fark, “Sanat” ve “Sanatçı”nın olanıyla “olmayanı” farkında…

Sanatı, “insanlar arasında anlaşmayı sağlayan” bir araç, “anlatım birliği” olarak kabul edersek… sorumuz şu oluyor…

Sanat, “anlatım birliğiyse”, “Sanat ve “Sanatçı”nın neyi anlatması gerekiyor?..

Bu noktada söylenebilecek şey ise…

Kişi ister “Sanatkâr çöpçü” veyahutta “Sanatkâr profesör” vb… olsun…

Her alandaki “Sanat” ve “Sanatçı”nın, esaslı/doğru bir alem tasavvuru, insana ilişkin doğru bir perspektifi –Sanatın bilgi, Sanatçının da bilgi sahibi- olması gerekiyor…

Bu ‘perspektifte “doğru” birden çok değil, “tek”…

Kimse sizi yanıltmasın, herkese göre doğru olmaz,…

Yeryüzünün neresinde olursanız olun, “doğru” ‘tek’dir, “bir adet” bulunuyor…

Sizi yanıltmasın….

Yanlışın ise bir den çok versiyonu bulunuyor…

Bu sebeple, “Sanat” ve “Sanatçı” her vadide başıboş (doğru olanın dışında, bilgisiz) dolaşmaması gerekiyor…

Kişi doğru hareket edebilmek için neyin “doğru” olduğunu bilmek zorundadır

Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu (Kur’an-ı Kerim)

Yaşamak zorunda kaldığımız ‘gerçek’ için şu deniliyor:

Ölüm tepemizde öylece durur-, tekrarlanan nakarattır. Bir adam diğerini gömdükten sonra kendisi uzatılır ölüm yatağına. Ve bir diğeri de onu gömer; ve bunların hepsi kısacık bir zamana sığar. Sonuçta hep gözlenen budur”…

Bilimsel verilerin de öngördüğü şey bu…

‘Ölümün yeniden doğuş için’ olduğu oluyor…

Bu durumda da şu : Her alandaki “Sanat” ve “Sanatçı” –varoluşun, başka bir açıklaması olmadığı için de- kadim/kutsal bir gelenekten beslenmesi gerekiyor…

Bunun için olacak, rahmetli Necip Fazıl Kısakürek, Sanat için:

Anladım işi, Sanat Allah’ı aramakmış,

Marifet bu, gerisi çelik çomakmış!” demişti…

Ne doğru söz…

Çelik Çomak “oyunu” ve “oyuncular”, “Sanat” ve “Sanatçı” olmuyor…

Her ne konumda olursanız olun ya da unvanınız her ne olursa olsun aramanız gereken şey, ‘kendi gerçeğiniz’, bulmamız gereken şey ‘İnsanın Gerçeği’ oluyor…

Bu durumda karşımıza çıkan gerçek de şu oluyor…

Tanrısal gerçekler bilinmeden, insani gerçekler bilinemez…

Bu bana ait bir söz…

Kim ki, “bilinebilir” diyor… o zaman da…

Yerden OT gibi bitmedi ya insan ya da “bitirip” de göstermesi gerekiyor insan olanın

“Gerçek Sanat/Sanatçı”nın ‘nimet’ olarak sunduklarını kullanmadan kim “Sanat” yapabiliyor ya da ‘Sanatkâr’ olabiliyor!..

Yok eğer yine de, “Evren/insan” yerden OT biter gibi “bitti” diyorsanız, ‘bilim/sellik’ bu düşüncenizi çöplüğü atıyor ama, “Yaşam Tercih olduğu için”, siz bu ‘bilimdışı tercihi’ tabii ki yapabiliyorsunuz…

Fakat…

Bir “Dünya” oluşturmanız yetmez… onun içinin de doldurulması gerekiyor…

Yörüngesinde Ay ve Güneş’e çarpmadan fırfılak gibi dönmesini sağlamanız da yaşam için yetmiyor…

Samanyolu Galaksisi içersinde bir “Yaşam Bölgesi” icat etmeniz de gerekiyor…

Dikkat ediniz de, kainatın ilk atom Hidrojen; onun yalnız bırakmayın; Oksijen/Su; Mg, Karbon gibi ağır elementlerin de ortaya çıkartılması gerekiyor…

……….

Kainatın “ilk başlangıcından” insanoğlunun “ortaya çıkışına kadar” milyarlarca benzeri eylem yapmalısınız…

Bir “Evren Sistemi” inşâ etmelisiniz!!!…

Edin de, sonram, “Sanat bu”, “Gerçek Sanatkar da benim” deyiverin…

Eğer başarabiliyorsunuz…

Yok eğer yapamıyor, ama yine de “itirazınız” varsa…

Kadim/kutsal bir gelenekten beslenmedim, beslenmiyorum diyorsanız…

Tercihinize, yani “yanlış olana” saygı duyulmaMası gerekir olduğu için “saygı göstermeyecek” olsam da, olumsuz bir davranışım da olmaz…

Sadece, “Varın biraz da siz oyalının, sizinki “Sanat” değil, siz de “Sanatkar” değilsiniz derim…

Başka bir şey dememe de gerek yok zaten…

Ama…

Oymamanız için “çelik çomak” da benden!..

Haydi bakalım, kolay gelsin!..

Ahmet MUSAOĞLU / 30.10.2010