Diğer kanallarda da var ama ATV başrolde gibi… Hangi alanda mı?.. İslam “geleneğine” ‘darbe’ vurulması konusunda daha bir namlı!.. Kanal D’nin “Yabancı Damadı” da vardı ama, ATV’nin, hatırlayabildiğim “Sıla”, “Karayılan”, “Rumeli”si vardı… Birincisinde Müslüman kız, Hıristiyan bir erkekle aşk-meşk gösterisinde; ikincisinde, ermeni kardeşliği’, Gaziantep kurtuluşuna katkı hikayesi görülüyordu.. Eski Türk filmlerinde Müslüman erkeğe aşık olan Hıristiyan Kız olurdu, Rumeli’sinde ise, “Müslüman Kız”, Hıristiyan erkeğe aşık ediyor…

Bütün bu ve dahası benzeri filmlerde hemen hemen aynı “kurgular”, İslam geleneğinin “kırılması” var… İnsan öldürülmesi kınanması bir tarafa, “Töre” denilerek yapılan “saldırılar”; “Kadın” denilerek, “başka kadın model” istekleri, “İslam kadın kimliğinin kırılması” var… Korkunç bir “saldırı” sürüyor, “İslam denilen” 20002’i yıllarla yaygınlaşan bu oluyor… Aşk-ı Memnu dizisi bile –inanın- masum kalır bu “kirliliğin” yanında, çünkü birisi aleni, diğerleri “gizli/sinsi” yapılıyor…

“İslamcı” denilen cahilleri/bilgisizleri bir tarafa, diğerleri de zaten değinmiyor, zaten her iki gurup, ‘Haşemacı’ ve ‘Bikiniciler’, dünyada neler olduğundan bihaberler, yazmak düşüyor başımıza!..

Günlerden 28 Şubat Pazar; hani o, “bin yıl sürecekken” balonu, “şişirenleri” tarafından söndürülen günün yıldönümü, saat 17.40 gibi, ATV’de tekrarı yayınlanan “Kasaba” dizisine bakıyorum, sahne de konumuz da şu: Dede Meclisi!…

Sahnede… Ortada, sakallı, dizide “DEDE” rolündeki bir kişi… Etrafında da CANLAR’ı… Oturumun adı “Dede Meclisi”…

Ancak “Dede” ile “çözülecek sorun”, Sunni olmayan bir genç kızın, adı Hüseyin olan Sunni bir genç erkeğe aşık olup, ailesinden kaçması sorunu…

Meclis’in (!) başrol oyuncuları “Sunni olmayan” kız tarafı ile, eş-dostları… Görüşlerini belirtecek ve “Dede”denilenkişinin kararına/hükmüne boyun eğecek olanlar onlar…

Bu Meclis’in (!) çıkacak kararına bir de -isteseler de istemeseler de-, ‘uymak zorunda’ olan “Sunni taraftan iki misafir” de var… Onlar dizinin “baş ‘oğlan-kız’” karakterleri; Mümtaz ve Yağmur oluyor… Hesap “alacak-verecek” halkanın (-olağanın) dışında, ‘izleyici’ olarak oradalar…

Mümtaz ve Yağmur “karakterleri”nin; dizinin daha önceki bir bölümünde, aralarında evlenmelerini konuşurlarken; Mümtaz’ın, “dini nikah da” yapalım isteğine karşın, Yağmur olanın, “sağanak” olup; “olur mu böyle saçmalık; olmaz, kabul etmem” diye -İslam geleneğine- ‘kahramanca’ direniş (!) sahnesi de izleniyordu…

Meclis’imize (!) dönersek de, “Meclis”in/filmin “Dede” karakteri, ‘oturumu’ açıyor; ‘canlara’ söz veriyor… Genç (Sunni olmayan) kız karakterinin babası, annesi, eş dostları söz alınca, önce bir ayağa kalkıyor, “el göğüs” gösterisi/saygısı sunuyor, sonra oturulup görüş belirtiliyor… 

Baba’nın, görüşünü belirtirken Sunni olan (kızının aşık olduğu) genci; “adı güzel, kendi güzel olmayan –can olmadığı için, neredeyse insan olmayan– Hüseyin” tanımlaması da, ‘açılmadık yerimiz kalmadığını’ gösteriyor…

Canlar ‘görüşlerini’ belirttikten sonra, “hüküm koyucu (karar verici) ‘Meclis Başkanı’ “DEDE”; genç kızın başka bir yerde kalması hükmünü ve (-insan davranış göstermeyen) Hüseyin’in, davranışlarının takip edilmesini de öngörüyor!..

Orada olmaması gerekirken izleyici olan, “konuk Sunni karakterler”, bulunmalarının, “kendilerini onurlandırdığını” açıklıyor, tüm ‘Meclis’ sahnemiz de toplam bu oluyor…

İmdi… “Kasaba” dizisindeki “Dede Meclisli” sahne, “Çevik Bir’li 28 Şubat döneminde”, Sunniler tarafından sergilenmiş olsaydı; yani, “sahne Sunni hoca ve müridleri”nin olsaydı “darbe sebebi” olur muydu (!), sorumuzun cevabını siz düşüne durun; belirtmek istediğim husus şu; “28 Şubat darbesi”, önceli olan “12 Eylül 1980” darbesinin; yerleştirilecek olan “Liberalleşme” amacı için “gerekli olması” gibi; milletin “İslam olan” dininin, “İslam gibi değil de, İslam dışı” olarak yaşanması; Sunni İslam anlayışının yerini, “Alevi-Bektaşi Türk İslamı” anlayışının alması için gerekir oluyordu!.. O dönemde, “Askerimiz arasında Alevi kadrolaşma”dan söz edilmesi de, amaçlananı gösteriyordu… Bugünlerde “İslam olanın”, Protestanlaştırılması; buna paralel olarak ortalıkta, “Şii Ahmet Yesevi” türedikçe türemesi de, “28 Şubat/Darbecilik” doğurganlığı oluyor… “Yesevi modası”nın kaynağı için, Murat Bardakçı, “Türkiye’de Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra ortaya çıkan “Yesevî” modasının sebebi ise, sadece ve sadece siyasîdir.” diyorsa da (Murat Bardakçı: “Ahmet Yesevi’nin Anadolu’da büyük bir etkisi yoktur” , 08.102009); Murat Bey, “dünyada neler olup bittiğini” pek bilemediği için doğru olmuyor; çünkü, bu ‘yeni moda’, “Küreselleşme” gereği, yani “Küresel Tek Yapı” amacı kurulmasına katkı için doğuyor!..

Başbakan Tayyip Erdoğan, AKP 3. Olağan Kurultayı’nda her ne kadar; “Bu ülkenin tarihinden Ahmed Yesevî’yi, Hacı Bektaş-ı Veliyi, Pir Sultan’ı…görmezden gelirseniz, onları yok sayarsanız bu ülke öksüz, yetim, köksüz kalır….” demiş olsa da; bu sayılanlar, TRT’de, diğer Tv. Kanalarındaki dizilerde de, ama çok bolca da, Namık Kemal Zeybek/çe’sinde izleniliyor: “Diyorum ki Osmanlı devletinin resmi din yolu Alevi-Bektaşilik idi…Ne zamana kadar mı? Selim Padişahın Şah İsmail’e ve Safeviliğe karşı bir Sünni set inşası ihtiyacını duymasına kadar…Mısır’dan getirilen Eşari-Sünni din bilginleri Osmanlı memleketine dağıtıldı ve halka Eşari-Sünnilik öğretildi…” denilmesi (Namık Kemal Zeybek: “Osmanlı mı? Sunni mi? Otmanlı mı? Alevi mi?”, Radikal, 15.01.2008), “28 Şubat darbeciliği”nin  bize, “Yeni Dede” biçmesi gereği yaşanıyor.  “Zeybek/çe” ayrıca; “Sünniler Hazreti Peygamberden sonra sahabenin yorumlarına uyanlardır. Alevi Bektaşi ve Şiiler ise Hazreti Ali’nin ve ehlibeyt imamlarına bağlananlar…Herkes seçtiği yolda gider, menzilde buluşulur. Çözüm birlik bilincindedir.” de diyor ama (Namık Kemal Zeybek: “Alevilik’te namaz var mı?”, Radikal, 08.02.2008); neden, kimin için “birlik” olunması gerektiğini söylemiyor… İnancım olan “İslamın”, başka bir “inançla” birleştirilmesiyle ortaya çıkacak olanın, “artık benim inancım olmayacağı”; Samuel Huntington’un, “dinlerin birleşmesi” isteğine katkı olacağı anlaşılabiliyor…Ülkemizde yaşanmış “Darbeler”in, “ABD istekli” olduğu ‘genel görüşü’ ayyuka çıkmışken, “darbelerin” ve “doğurdukları sonuçların”, kimin için “gerekir” olduğu da, ayyuka çıkmış oluyor…

Bugünlerde ekranlara çıkan emekli generallerden birinin (yanılmıyorsam Nejat Eslen Bey idi), Tv’de; “1993-94’de Brüksel’de iken bize, İslam dini, ‘düşman’ olarak anlatılıyordu” şeklindeki açıklaması, ‘irtica’nın türedikçe türemesinin, “müdahaleciliğin” gerekçesini de alenileştiriyor… Bu tip ‘Darbecilik’ bitiyor olsa da, “Darbecilik” hiç bitmiyor… Bu işin “IN” olanı artık, “siyasi/sivil olanı”, ama yine “ABD istekli” oluyor… “Alevi açılımı” denilen şeyin, artık TV dizilerine de “yansıması”; Türklere, “Sunni İslam” yerine”, Şii/Aleviliğin “din” olarak “biçilmesi” gereği, ama esasta, dinlerin (olan olmayanların hepsinin) birleştirilmesi (tek tip haline getirilmesi); Köktendinci Anglosakson-Judea tuzağı “Babil Sendromu çözümü” için gerekiyor… “Küresel Tek Yapı” ile uyanmamak için, “İslam olan” ile, “olmayan diğer din/öğretiler” arasındaki “farkın” korunması, milli birliğimiz için de gerekiyor…

Bu ülkenin neyin üzerine kurulu olduğu ve neyin olmayışıyla “öksüz, yetim, köksüz” kalabileceği, tabii ki de bilinebiliyor… “Hz.Muhammed’siz (Sav)” bir “inancı” kabul etmiyor ya da “Yeni Kasaba/Dede”, “Adı güzel olmayan Hüseyin” tanımlamaları, tabii ki istemiyor, hatta “bölücülük” olarak da görüyoruz… Her kim, “hangi Dede’ye inanır” veya “neyi tercih ederse, etsin” de kınamıyor, karşı da çıkmıyoruz… “Dede’leri” ve “Ben Müslümanım” diyenleri (vb.) “çeşitlilik” olarak görüyor, “Tercihler” olarak kabul ediyoruz… Biz sadece, kendi “Kasabamıza”, yani “kimliğimize/inancımıza” yapılan bir “saldırıyı” ortaya koymaya çalışıyor; “İslam geleneğine” sinema, edebiyat üzerinden sonra, “dizilerle de” gelen “yeni inanç eklenmesi” girişimlerine (tam bir kitap eser olacak bu soruna), “başka kapıya” demek için yazıyoruz…

Bu yazıyı, ulusal basında “yazacak kimse/Yazar” olmadığı, “İslamcılar” ise, her şeyden “bihaber” olduğu için yazdım… “2000’li yılların ya da “siyaset-hizmet dönemi”nin, “İslam/geleneğinin” yıkıldıkça yıkıldığı dönem olduğudüşüncemi, tarihe bir kez daha göndermek için

Ahmet MUSAOĞLU / 28.02.2010