Bakmayın siz onun ‘fantezilerine’, ne yazdığını bilebilen biri; durun, hemen “waw…” çekmeyin; malumunuz, o “Mardukçu”, ben de “Mardukçuluk hurafeciliktir” diyen biri; “İslamcı” denilen kesimde de “yazar/bilgilendiren yok” düşüncem de çok net ve biliniyor; bu sebeple, Serdar Turgut’ın dün yazdığı yazıya cevabı vermek de yine bize düşüyor…

 “Tanrı Üzerine” başlığıyla çıkan yazısında; “Batı aleminde bir süredir, ateizmi savunan kitap ve yazıların sayısı çok arttı…Batı aleminde örgütlü dine karşı belirgin bir tepkinin bulunması bu kitapların tartışılacağı ortamın oluşmasını kolaylaştırdı. Bu tür çalışmalar sadece dine saldırmakla kalmadığı gibi inanç kavramına da saldırdılar…ateistlerin saldırısı karşısında kolaya kaçmak anlamına geleceğini düşünenler, ateistlerin yazılarında bazı önemli felsefi meselelerin de tartışmaya açıldığını, bunlara önem vermeyerek sorumluluktan kaçınılamayacağını düşünen düşünürler çıktılar ve bir arayışı başlattılar…iki farklı eğilim ortaya çıkacağı şimdiden belli oldu: 1- Bir tanesi Norman Mailer tarafından yazılmış olan ‘Tanrı Üstüne’ (On God) adlı kitapta ortaya konulan düşüncedir. Norman Mailer kendisinin dindar olmadığını ancak evrenin oluşturucusu ve kurgulayanı olarak Tanrı’ya inandığını ve bu inanışının kabul görmesi ve kendisi tarafından engellenmeden yaşanması için gereken şartların oluşturulması için mücadele ettiğini söylüyor… Diğeri ise şu: 2- Ateistler için din. Bu kavramı Alain de Botton ortaya attı ve hakkında yazıyor. Dine ve inanca karşı olması gereken ateistler için önerilen din adından başka hiçbir yönüyle dine benzemiyor… Tüm bu arayış zahmetine girmeden insanlar kendilerini bir dinin rahatlatıcı kucağına bıraksalar daha iyi olmaz mı diye sorabiliriz…kendilerine ‘Beyaz Türk’ adını taktığımız zümreden ümidimi iyice kestim, onların çoğu maalesef düşünce tembeliler” diyor (1).

Serdar Turgut; ‘dini konularda’ çok yazan biri oluyor… Bu yüzyılın, inancın güçleneceği bir yüzyıl olacağını düşünen, öngören de biri oluyor… Fakat zannetmeyiniz ki, din olan İslam ile ‘işi’ var; ııh, yok, bahsettikleri, “din olan İslam” olmuyor… Onun zemini, ‘Amerikan din/dış politikası’, bu pencereden yazıp duruyor…

Etrafınıza bir bakın… Serdar Bey’in bu son yazısına cevap var mı? Bakın bakın… İddia ediyorum yoktur… Kimilerine sorarsanız; “onu ciddiye almaya bile gerek yoktur”…Bence ise, onu anlayıp değerlendirebilecek ‘kafa/bilgi birikimi’ ortalıkta pek yok… Dikkat edilmesi gereken çokça şeyler söylediler ama, tembel buldukları ‘Beyaz Türkler’, ki, asıl tanımları, ‘Kara Türkler’ olması gerekenler; onu anlayamazlardı, zaten çok boşinan bir toplumsal katman da oluyorlar… İslamcı denilen katman ise, “allame”ler; bilmediklerini de bilmezken, Serdar Bey’in ‘zararları’nın nasıl farkında olabilirler!..  

Ne dersiniz Serdar Bey, ‘kankiniz’ Ertuğrul Özkök sizi anlayabiliyor mu?..

Katılıyorum… “Tek kişilik tarikat sahibi, pusulasız keşiş” Ertuğrul Özkök’ün, onu anladığını düşünüyorum… Çünkü, pusulasız kalsa iyi, İslama müdahale ediyor, karma din anlayışı pusulasızlığı oluyor (2). Mart/2010 tarihinde web siteme yazmış, Ertuğrul Özkök, Haşemacıların “Amerikan İslamını”, İslam zanneden Bikinicileri rahatlatmak için, bakın neler söylüyor demiştim. Okumayanlar için : “Geçen perşembe günü Davos’ta çok ilginç bir oturumu izledim. Konusu İnanç ve Modernleşme’ydi…artık din kelimesinden çok inanç kavramı kullanılıyor…Orada Rick Warren adlı Amerikalı..gelecek tahmininde bulundu…:‘Siz, dünya ekonomisini yöneten insanlar. Kendinizi şöyle bir geleceğe hazırlayın. Geleceğin dünyası çağdaş laik değil, dinsel çoğulculuk olacaktır (dedi).…Acaba sekülarizmin yerini alması beklenen dinsel çoğulculuk nedir? Yani sekülarizm gidecek ve onun yerini, hiç değişmeyen, bugünkü anlamıyla bağnaz…bir din mi alacak?..dinsel çoğulculuk kavramı, özerk, bağımsız iradelerden oluşan federatif bir inanç sistemini mi haber veriyor?…Bana göre öyle…İnanç kavramı da rekabete açılmıştırHiçbir tek tanrılı din, bugünkü dogmatik ve hayatı dışarıdan düzenleyici haliyle varlığını sürdüremez…Bugün türban zaferini kazandığını sanan insanlar… geçmişi temsil etmektedirler…Bu geçici zaferinancı yeniden tarif edecek, Allah’ı keşfedecek yeni bir seküler dünya karşısında hezimete dönüşmeye mahkûmdur.” diyor (2-1) demiştim… Özkök’ün, “lego dinler” bahsi ile değindiği konu, Serdar Bey’in öngördüğü “din anlayışı” ile örtüşüyor…

Lego din/ler; bugün yeryüzündeki din/lerin, hepsinden biraz alınarak (lego parçaları birleştirilerek) kurulacak “yeni din ” anlayışı, yani “dinlerin birleştirilmesiyle” ortaya çıkacak “yeni tek din” oluyor… Serdar Beyin, dindar olmayan, ateist olanların bile kendine yer bulabileceğinden söz ettikleri; insanlar kendilerini bir dinin rahatlatıcı kucağına bıraksalar daha iyi olmaz mı, şeklinde söz ettikleri, bu “yeni karma/sentez din” anlayışı oluyor… “2012-14/Marduk” palavrasını öngörmesi, dinlerin birleşmesi ile doğacak “Yeni (Altın) Çağ”ın ortaya çıkması da, Marduk hurafesi yaşanması sonrası düşleniyor… 2012 ‘yükleyicisi’ Serdar Turgut, bu tarihten “korkmamız” ya da “istenildiği gibi” olmamız için, elinden geleni de hiç esirgemiyor: “Kökleri yüzyıllar öncesine kadar giden esrarengiz örgütler, kendilerine yüklenmiş büyük misyonlar olduğunu düşünen dini inanışlar ve dünyayı düzenleme görevini gönüllü üstlenen saldırgan ideolojiler, koordineli harekete geçmek için bundan daha uygun bir dönemi seçemezlerdi. Çünkü 21’inci Yüzyıl’ın başlarında dünyada bir dizi alışılmadık olay olacağı, bu olaylar sürecinde de dünyanın olağanüstü bir değişikliğe uğrayacağı, bunların sonunda da ‘yeni bir dünyanın kurulacağı’ beklentisi, inancı bu saydığım gruplar arasında hayli yaygındır. Bunların hepsi de ‘üçüncü bin yılda’ tamamen farklı bir dünya kurulması gerektiği inancındadır… Örneğin Marduk adı verilen gezegen gelebilir… Diyeceğim o ki dünyayı değiştirmek yoluna büyük riskler alarak çıkan güçler gerektiğinde kıyamet benzeri olayları kendileri de yaratmak (-daha sonra bunları ‘olağanüstü’ yorumlama yoluna gidecek) kararlılığındadırlar…Büyük bir dinlerarası savaşı, bir dünya savaşını da göze almışlardır…Bahsettiğim Irak’taki küçük olaylar değil bir dünya savaşıdır. Bu korkunç adıma ya doğadan gelecek bazı olaylara sığınıp efsanelere uyan açıklamalar getireceklerdir ya da kıyamet benzeri olayları kendileri yaratarak hem kendi halklarını inandıracaklar hem de vahşetlerine kitle desteği alacaklardır. Şunu bilin dünya belki de en tehlikeli dönemine girmek üzeredir.” diyor (3). Marduk için (o dönemde) gazetesinde yazan Engin Ardıç ise;  “Tövbe. Bir daha olmayacak. Bir daha, ortalama Türk okuruna ve ortalama Türk gazetecisine büyük gelen konulara girmeyeceğim. ‘SSK maaşı kuyruklarında çekilen emekli çilesini’ yazacağım. Başka bir halttan anlamıyorlar. Çünkü, cehaletin gıcıklıkla birleşmesinden doğan kakavanlığa malzeme olmaktan bıktım. Alay konusu olmaktan da sıkıldım. ‘Marduk geliyor’ diye gününü gün etmeye bakanlar, tarikat kuranlar, vur patlasın çal oynasın dağıtanlar ve fakat hayattan elini eteğini çekenler, ‘yüksekçe bir yerlerde arazi satın alıp’ yerleşmeye kalkanlar da varmış…Hiçbir sorumluluk kabul etmem. Kimse bu saçmalıkların faturasını bana çıkarmaya kalkmasın. Kimilerine göre de, Burak Eldem, Engin Ardıç’ın takma adıymış! Serdar Turgut ile kafa kafaya verip, ‘kendimiz yazamayacağımız için’ adı geçen arkadaşa şu ‘2012’ kitabını yazdırdığımızı söyleyen de var. Olabilir. Türkiye, dangalak darlığı çekilen bir ülke değildir. Ancak şu ‘Marduk gezegeni dünyaya çarpacak’ dangalaklığı, bu alanda geçerli Türk standartlarını da zorlamaya başladı. Dünyaya bir şey çarpacak falan değil, bin kere söyledik, fakat üçüncü sınıf magazincinin hoşuna gidiyor, kendi uydurduğu lafı alıp sakız gibi uzatmak.” diyordu (4)…

Fakat Marduk/2012/Kıyamet öngörülerini uzatan Serdar Turgut durmuyor, “Armageddon yaklaşıyor” diye yazıyordu:  “Önceki gün ABD Uzay ve Havacılık Dairesi (NASA).. ‘Deep Impact’ adlı bir operasyonu gerçekleştirdi. Bununla yaklaşmakta olan bir kuyrukluyıldız ilk kez uzay aracından gönderilen bir kapsülle vuruldu. Sinema tutkunları Amerika’nın aslında ‘Armageddon’un provasını yapmakta olduğunu fark edeceklerdir. Bu (-Deep Impact) adlı filmde dünyaya çarpma rotasındaki kuyrukluyıldıza astronotlar gönderilerek yüzeye konulan atom bombasıyla bu yıldız tamamen imha edilmişti. Bu kez başka bir filmden alınan bir isimle anılan Deep Impact operasyonunda…bunun havada vurulmasının tatbikatı yapılmıştır. Bu tatbikat daha sonra olabilecek daha büyük felaketi önleyecek operasyonun düzgün gitmesi için yapılmıştır. O gün de anti-Amerikan kalabilecek miyiz?..Ülkemizde de son derece güçlü bir anti-Amerikan lobisi var, ben şu senaryo ile özellikle onlara seslenmek istiyorum…dünyayı ve ailemizi ölümden kurtaracak tek silahın ve bilginin Amerika’da olduğunu öğrendiğimizde acaba o gün bile anti-Amerikan duygularımıza teslim olmayı sürdürebilecek miyiz?…Amerikan yönetimini koşulsuz sevelim demiyorum…Tehlikeler gerçektir ve tahmin edilenden daha yakındır…Gelecekte dünyaya yönelik hiçbir tehdit gözükmese bile süper güçle sürekli kavga edilerek yaşanamaz.” diyordu (5). Dahası, “Fırat ve Dicle arasında kalan topraklar tüm dinlerin çıkış noktasıdır…Dünyayı yöneten güçler bir hesaplaşma gününün yaklaşması gerektiğine karar vermiş durumdalar. 21’inci yüzyılda dünyanın din coğrafyasını yeniden düzenlemeye de kararlılar.” açıklaması (6), Ertuğrul Özkök ile örtüştükleri noktayı ortaya koyuyor. 

Peki de, “düzenlemeyle” ortaya çıkacak bu din, hangi din oluyor? Ya da şöyle soralım: “Lego dinler” üretip, bunların birleşmesini sağlayacak olanlar, hangi dinden sözediyor?

Bu sorunun cevabı çok açık, “federatif bir inanç” sistemi, Huntington’un öngörüsü, “din/lerin birleştirilmesi (karma din oluşumu)”, asıl amaç da, Babil Sendromu’nun çözümü (Küresel Tek Dil-Devlet-Din) oluyor. Küresel Isınma YALANI bile da bunun için çıkartılmış bulunuyor… Ülkemizin, Mülkiye Harbiye kültür eksenli (Bikinici) daha baskın olan yapısının değiştirilip, İlahiyat-Tarikat-Siyaset eksenli (Haşemecı) yapıyı daha baskın olacak şekilde dizayn edilmesinin sebebi de bu oluyor.

İşte, bu noktada başa; Serdar Bey’in, “Tanrı Üzerine” başlıklı yazısındaki açıklamalara dönüyor; Norman Mailer’in, kendisinin dindar olmadığını ancak evrenin oluşturucusu ve kurgulayanı olarak Tanrı’ya inandığını ve bu inanışının kabul görmesi ve kendisi tarafından engellenmeden yaşanması için gereken şartların oluşturulması için mücadele ettiğinisöylerken, hangi dinden sözediyordu, sorusunun cevaplanmasına geçiyoruz…

Ama önce şu… Beni yakından tanıyanlar, bir filmi seyretmeden nasıl eleştirebileceğime veya bir kitabı okumadan nasıl eleştirebildiğime şaşarlar… Oysa anlaşılmayacak bir şey yok… Sahip olduğumuz “bilgi” birikimiyle, “dünyada ne olup bittiğini” zaten bilebiliyoruz… Norman Mailer’ın, 2003 yılında çıkan,”Bir de beni dinleyin!” kitabına yapılan eleştiri yazısında yakalanan birkaç cümle, niyeti de veriyor: “İlk sayfalardan itibaren Markos, Matta, Luka ve Yuhanna’nın İncil’lerini reddeden İsa, yazar Mailer’a göre şöyle diyor: ‘Onlar kitaplarını ben gittikten yıllar sonra yazdılar ve yalnızca yaşlı, çok yaşlı adamlardan duyduklarını aktardılar. Kökleri yerinden sökülmüş, rüzgârda savrulan bir çalılığa dayanmak ne kadar eminse, bu anlatılanlar da işte o kadar emin’…” deniliyor       (7). Anlaşılabileceği gibi de, Serdar Turgut’ın övdüğü Norman Mailer kitabındaki İsa, sık sık İncil’deki abartılardan bahsediyor, Katoliklik inancının öngördüğü ‘İsa anlayışını’ yok ediyor… Ortaya çıkartılmak istenilen ‘yeni din’in önünde sorun görülen (olmaması gereken) mezhebin/dinin birinin ne olduğu da anlaşılabiliyor…

Yıllardır yazıp konuştuğum gibi de, tıpkı Da Vinci kitapları ve filmi, daha pek çok benzerinde; bugünkü Katolikliğin anlattığı İsa’nın, “Tanrı/Peygamber” İsa olmadığı, tamamen “insan” olan İsa olduğu anlatılıyor… Hz. İsa’nın çarmıha gerilmediği, onun yerine başkasının çarmıha gerildiği, İsa’nın o olaydan sonra uzunca bir süre daha yaşadığı, Vatikan’ın ‘fahişe’ olarak sunduğu Mary Magdelena’nın aslında İsa’nın karısı olduğu, onların evliliklerinden çocukları bulunduğu, dahası bu kan bağına ilişkin belgeler de bulunduğu; Hıristiyanlığın temelindeki asıl gerçeğin bu olduğu empoze edilerekKatolik akidesi yıkılıyor… Bu yokedişin, “Hz. İsa’nın çarmıha gerilmediği, onun yerine başkasının çarmıha gerildiği” boyutunu, Kur’an’da da öyle olduğu için -Müslüman saf olmaz da- bazı “saf Müslümanlar” ‘yutuyor’; Katoliklik yok edilmesi için Protestanlarla işbirliği yapılıyor… Bu sebeple de, yıllardır, “hacınızı hocanızı, siyasetçinizi sorgulayınız, Anlosakson-Judea ortaklığı Katolik Hıristiyanlığı yok ederken, İslam olan da Protestanlaştırıyor” demekten yorulmuş bulunuyorum, bu bahs-i diğer… Fakat, yola çıkartılmış bu ‘yeni din’in oluşması için, lego din olması gerekenler,başta İslam Dini ve Katolik Hıristiyanlık oluyor, “Peygambersiz din” oluşturulmaya çalışılıyor…

Peki de; özellikle 2000’li yıllarda, “birilerinin”; “Tanrı/Peygamber İsa” olmaması (Katoliklik akidesini yıkmak) için ya da İslam dininin, “lego din” şekline sokmak için uğraş verdiğini –İslamcıların bilmemesi bilgisizliklerinden normal de– Serdar Turgut bilmiyor mu (?) ya da söz ettiğim bu ‘birileri’ kim oluyor?..

Beni okuyan/dinleyenler, yıllardır; “insanlığın asıl sorunu” dediğim bu “birilerini”,  biliyor… Bilmeyenler için, imdi Serdar Turgut’a söyletiyorum; “Evanjelik (-ProtestanHıristiyanlar ile Yahudi koalisyonunun (-Anglosakson-Judea ortaklığının) dünyaya yeniden çeki düzen vermek üzere deyim yerindeyse kelleyi koltuğa alarak yola çıkmaları… Evanjelik Hıristiyanlık ile Yahudi ittifakı yani ABD ve İsrail şu anda inisiyatifi ele almıştır…hem Evanjalik Hıristiyanlık hem Yahudiler…inandıkları efsanelerin nihayet gerçekleşmesi zamanının yaklaştığını düşünmektedirler…dünyayı yeniden kendi inanışları doğrultusunda düzenleme görevinin uygulanma zamanının geldiğine de inanmaktadırlar.” diyor (8). Demek ki de, Serdar Bey “tehlikeyi” biliyor. Dahası ise; ‘AB Yıldızları’ oldukça gizemlidirler…Üye sayısı kaç olursa olsun yıldızların sayısı hep 12’dir; bu 12 yıldızın sayısı hiç artmaz ve hiç eksilmez…İşte ben en çok ‘bu neden böyledir‘ diye sorulmamasına kızıyorum. Bu soru sorulmayınca oyuna düşüyorsunuz çünkü. Soruyu sorup da işi araştırınca bu 12 sayısının direkt olarak d”n” içerikli ve d”n”-siyasi bir şifre olduğunu görüyorsunuz. Şimdi Eski Ahit’ten yapacağım şu alıntıyı birlikte okuyalım:…Kutsal Kentin etrafı büyük ve yüksek bir duvarla çevriliydi ve 12 kapısı vardı. 12 kapıda 12 melek bekliyordu. 12 kapının üstünde İsrail’in 12 kavminin adları yazılıydı. Büyük ve yüksek duvarın içinde 12 çeşme vardı ve 12 çeşmenin üzerinde Kuzu’nun (İsa) 12 Havarisinin ismi yazılıydı.’. İşte AB’nin hiç değiştirilmeyen 12 yıldızının önemi burada yatar ve bu, bugünbaşta Ortadoğu olmak üzere tüm Dünya’ya yeni bir şekil vermeye soyunmuş olan Yahudi-Protestan ittifakının dayandığı d”n” metin içinde en heyecanla okunan bölümdür.” açıklaması ile (9), insanlığın “asıl sorunu”nu bilmesine rağmen, hâla da “sorunun büyümesine” katkı koyuyor?..

İşte, Serdar Bey’in “Tanrı Üzerine” yazılarına “bu açıdan” bakılması gerekiyor. Bahsettikleri “din değil,  dindışılık”, “Anglosakson-Judea köktendinciliği”ne katkı olmaktan başka işe yaramaz, yaramıyor… Babil Sendromu ‘çözümünü’ inanç olarak yaşayan “yeni dinin” kurucuları; insanlığın “Adı konulmamış aynı tanrı”; “Ebedi bir Güç” tarafından değişmez yasalarla yönetiliyor olduğu inancı öngörmesinin yanında; “İnsanlığın Evrensel Kardeşliği” etrafında birleşilmesi ve de “Peygambersiz” bir ‘din’, toplum da istiyor. Dünyada önemli oranda ateist veya deist ya da her nelerse, onların da, bu “din denilenin” ucundan tutmaları da zaten onlar için yeterli oluyor!.. Köktendinci “bu uğraş”dan oluşturulacak/çıkartılacak “evrensel melodi/ses”, önümüzdeki bir gün tüm insanlığa; hangi din’e inanacağını, hangi dili konuşacağını ve bunların yaşanacağı Küresel Tek Devlet’i de ‘tanıtacak’, bu şimdiden görülebiliyor…

Peki de neden sadece Anglosakson-Judea da, neden Katolik Hıristiyanlar yok? Ya da Ortodoks Hıristiyan Rusya, bu işin neresinde bulunuyor?..

Hemen belirtmeliyim ki, “İslam olanı” yok etmek için “Katolik Hıristiyanlar yok değil”, “var oluyor”, bu iki düşman kardeş, inanç karşıtlığında hemen birleşebiliyor… Mesela Serdar Turgut’un; “Papa, 24 Aralık 2000’de üçüncü bin yılda artık sıranın Asya’ya geldiğini, bu bin yılda hedefin Asya’nın Hıristiyanlaşması olduğunu açıklamıştı. Bu konuşmadan iki yıl önce 18 Temmuz 1998’de ise İngiltere’nin Canterbury katedralinde 14’üncü Lambeth toplantısı yapıldı. Dünyadaki Anglikan kiliselerinin üst düzey idarecilerinin katıldığı bu toplantıda da Hıristiyanlığın yeni hedef olarak seçilen Asya’daki Türki cumhuriyetler, Ortadoğu halkları ve Müslüman ülkelerde yaygınlaştırılması kararlaştırıldı.” açıklaması, (10), bu düşüncemizi doğruluyor. Dahası, “Anglosakson-Judea ortaklığı”; 1789 Fransız ihtilali, yani “papalığın dize getirilmesi”,  “laikliliğin doğuşu” öncesinde “kuvvet/zulüm” bayrağı, “köktendinci Katolikliğin” elinde bulunuyordu; böyle bir savaşta, her dem yeri, zaten bu tercih oluyor…

Katolikliğim bunun dışındaki yeri ise, “Anglosakson-Judea ortaklığı”nın ‘saldırı zemini’ olması oluyor. II.Dünya Savaşı sonrası, ama esas da 1990’lardan sonra; Katoliklik ülkeler de, tıpkı bizim gibi, “idarecileri/din adamları” eliyle “reforme ediliyor”; isteseler de, kendilerine dayatılan pek çok şeye karşı çıkamıyor, “parayı alınca”, zaten buyruğu da alıyor, karşı çıkamaması da, “bayrağın /zulüm/vahşetin” artık, ülkeleri ve dini, “tek tip”e çevirmek isteyen “Anglosakson-Judea” gücün elinde olması oluyor…

Bir örnekle sunarsak da… İsrail ordusunun Filistin’de, Hazreti İsa’nın doğduğu yerde olduğuna inanılan Doğuş Kilisesi’ni kuşattığı 39 gün boyunca, dindar Amerikalı Hıristiyanlar, olanlara neredeyse hiç bir tepki vermedi. “Çünkü bu kilise Amerika’da çoğunlukta olan Protestanlardan ziyade Katolik ve Ortodoks Hıristiyanlar için değer taşıyordu…Bütün bunlar bende Amerika’da Katoliklere ve Vatikan’a bakış konusunda ciddi sorular uyandırdı…Yapılan araştırmalar, Amerikan toplumunda kökü geçmişe dayanan bir Katolik antipatisinin varlığını ortaya koyuyor.” deniliyordu (11). Katolikliğe olan bu “düşmanlık”i, Amerika’ya ilk yerleşenlerin büyük kısmının, Lutheryanlar; yani Vatikan’a/Papalığa/Katolikliğe tepkiyle dolu olan düşüncelere sahip Protestanlar olması oluyordu… Avrupa’da Luther ile başlayan mezhep (Katoliklik ve Protestanlıksavaşlarının, Amerika’ya taşınması sonucu bu oluyordu. Tarihsel mezhep (din) savaşları, Avrupa’da bitmedi, Protestan ve Yahudi ortaklığı Avrupada 1789 Fransız Vahşeti ile bitirdiklerini zannettikleri savaşı, hâlâ da durmaksızın (inancı için) sürdürüyor. Anglikan papazlarını ve Puritan azizlerini, bir araya getiren şey de bu; ‘Vatikan’a, yani Katolik Papalığa karşı olan “ortak nefret” oluyordu. Bu zıtlığı görebilmek için çeşitli enstantaneler var, mesela: Müslümanlar’la Katolikler’in, Anglosalson-Judea görüşlerine karşı çıkıp, olabildiğince “göz göze diz dize (Katoliklik yok edilirken İslam olan da yokedildiğinden)” buluşmalarını gördüğümüz yerlerden biri dBM İnsan Hakları Komisyonu’na oluyor: “İnsan haklarının tanımı için Katolik-Müslüman ve komünist (-Ortodoks) cepheye karşı mücadele veriyoruz.’ Bu sözler Dünya Eşcinseller Organizasyonu Başkanı Kürşad Kahramanoğlu’na ait.”  denilmesi bu oluyor (12). Sadece “eşcinselliğin” yayılışını takip edin, Anglosakson-Judea ortaklığının, bu “hastalığı” Katolik ve İslam dünyasında nasıl yaydığını da görebiliyorsunuz… Sözkonusu bu mezhep/din savaşlarında Ortodokslar -bazen isteyerek, bazen de istemeyerek-, “Anglosakson-Judea ortaklığı” yanında yer alıyor, zaten tarihsel olarak da konumları hep bu olmuş, yine de oluyor.

Serdar Turgut’un “Tanrı ile ilgilenmesi” de bu, bilerek, bilmeyerek,  “fundemantalist Anglosakson-Judea ortaklığı”nın politikasıma katkı  için gerekiyor!.. Kendilerinin “gerçek din” ile ilgilenmeleri, geçirdiği beyin kanaması sırasında doğmuştu… O zamana kadar ateist (Tanrı tanımaz) olduğunu, Almanya’daki hasta yatağında Kuran okuduğunu belirten Turgut, “ben artık ateist değilim” de demesinin ötesinde; “Dindarlığımı destekleyen bilgi istiyorum.” da diyordu (13)…

İşte, bu sorununun ‘çözümü’, “Ben oluyorum”; beni okumalı, dinlemeli de diyorum… Ben öngörümde gönüldenim; ‘logocu kankisi’ , “Tek kişilik tarikat sahibi, Pusulasız keşiş” Ertuğrul Özkökün de bilgilenmesine yardımcı olmasını istiyorum…

Bilgisiz İslamcılara “bilgi sunmak” kolay değil, ama siz/ler/i ‘inşa’ edeceğime, “bilmediğinizi bilmediğinizi” öğreteceğime eminim!…

Yaşam “tericih”tir, tercih siz/ler/in…

Cevaplarınızı beklerken, “ilk dersim” şu olsun: İnsanoğlu bir sağlık krizi yaşadığında hemen “gerçek tanrı”ya yaklaşır/yakınlaşır, krizini atlattığında ise uzaklaşır; bu benim değil, “Sözün Sahibinin” Sözü oluyor:

Baksan a size âyetlerinden göstermek için ni’metiyle gemilerin denizde akışına! …Ve kara bulutlar gibi dalga sardığı vakıt onları dini Allaha hâlis kılarak yalvarırlar, sonra karaya çıkarıldığı vakıt içlerinden doğru giden de bulunur ve bizim âyetlerimize ancak gaddar, nankör olanlar çıfıtlık eder” / Lokman (31) 31,32 

Sahi Serdar Bey, siz karaya çıksanız nereye gidersiniz!.. İnsanlığı “iyiler” ve kötüler” şeklinde “ayrıma” tabii tutan “kötülüğü”, yani “Fundemantalist Anglosakson-Judea ortaklığı”nın yapmak istediklerini anlatıyorsunuz da, zararını neden hiç yazmıyorsunuz!.. Amerikan olandan “korkmamız gerektiğini” bizden istiyorsunuz da, bu ülkenin bugünlerdeki sıkıntısının bile, “Amerikanlaşmak” olduğunu bilmiyor musunuz!.. Ya da “Din olan” ile olmayanları bildiğiniz hâlde, neden “kokteyl/lego din” istiyorsunuz!..  

Akledilebilir ki, insanın; “Gemi tehlikesi” yaşamadan “gerçek dini” görmesi gerekiyor. Yoksa ‘Fiavun imanı’ gibi olur, işe yaramaz oluyor… Bahsettiğiniz, “Kıyamet durumunda bile bazı alternatif çıkış yolları olabilir.” açıklamanız (14), “sahte kıyamet/çiler” Anglosakson-Judea ortaklığı anlamında ise, eyvallah da; “gerçek kıyamet” de böyle bir ‘lüks’ olmaz, “buyurun derler adama!”…

Çok açık ve net söylüyorum: Benden almaları zor, siz yazarsanız eğer, “dünyada neler oluyor?”dan bihaber olan “İslamcı”lar belki “aklederler”, hiç olmazsa bunun için…

Ahmet MUSAOĞLU / 06.03.2010