Nuh’un Gemisi Avcıları!..

Jeoloji (yerbilim), yerküreyi inceleyen bir bilim dalı anlamına gelir. Bu tanımıyla da yerbilim, bir ´tarih´ bilimidir.

Batıda, ´on dokuzuncu´ yüzyılın ortalarına değin, kayaçların sergilediği yerbilim bilgileri (bilimsel veriler) ile, Eski Ahid’in birinci kitabında anlatılan, ´Altı Günde Yaratılış´ın (Yedinci günde dinlenme) aşamalarını bağdaştırma yolunda önemli çabalar harcanmıştır. Üzerinde en çok durulan konulardan biri de Nuh Tufanı olmuştur.

Dünyanın çeşitli yerlerindeki pek çok ´Tufan destanı´ bulunuyor olması, yerbilim çalışmalarında Eski Ahid’in ´Nuh Tufanı’nın dünya çapında yaşandı´ bildirisini doğruladığını düşündürtüyordu. Fakat, beklenti, boşuna oldu. Çünkü, kutsal kabul edilen ´Tanrı’nın eseri´ değil, insan yazmasıydı. Bu sebeple de, ´Tanrı eseriş olan evren-dünya (evren-yerkürenin bilimsel tarihi) ile, insan yazması öngörüler çelişecekti, çelişti de. Bu durum, din aleyhine (!) biten ve de ´yirminci´ yüzyıla da taşınan bir savaşım oldu. Bazılarınca Yerbilim kazanmıştı!

Bu sonuç, bilimin ´din´e üstünlüğü gibi görüldü. Aslında bu sonuç, ´gerçek bilim´in, ´Tanrı’nın öngörüleri´nin, “Kur’an-ı Kerim’in bildirileri” dışında olamayacağını ortaya koymuştu. Yani, bilimsel gelişmeler, ´dini´ olanı doğrulamış, buna karşın ise, “insanın el attığı dini” yanlışlamıştı.

Nuhun Gemisi nerededir?

Tufan hadisesi, dinler tarihinin olduğu kadar medeniyetler tarihinin de önemli bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. Çünkü, semavi  kitapların yanı sıra mitolojik ve arkeolojik bulgular da ´insanlık tarihi´nde böyle bir hadisenin vuku bulduğuna tanıklık etmektedirler. Bu konuda en küçük bir ihtilaf yoktur. Tartışma konusu olan konularda biri, Tufan Gemisi’nin karaya oturduğu yer konusunda olmaktadır.

´Sümer Tufan Tableti´nde Tufan Gemisi’nin karaya oturduğu yerin bilgisi yoktur. Tufan hadisesi ile birlikte bütün dünyanın sular altında kaldığını ve bütün insanlığın çamur haline geldiğini bildiren ´Gılgamış Destanı´nda ise, Tufan Gemisi’nin karaya oturduğu yer ´Nissir Dağı´dır.

Tufan ile birlikte bütün dünyanın sular altında kaldığını ve bunun sonucunda bütün canlıların hayatının son bulduğunu bildiren Tevrat’ta ise, Geminin karaya oturduğu yer ´Ararat Dağları´dır (Ahd-i Atik: Tekvin 8/4).

Bunların yanında, Tufan hadisesini, Nuh kavmine özel bir ceza olarak sunan Kur’an-ı Kerim’de ise, Nuh’un  Gemisi’nin karaya oturduğu yer Cudi Dağı’dır (Hud-44).

Öyle ise, Tufan kıssalarında sözkonusu edilen bu dağlar nerededir (?), Nuh’un Gemisi bu dağlardan hangisinde aranmalıdır?..

Nissir Dağı nerededir?… Cudi Dağı Nissir Dağı’dır..

Kurtuluş anlamına gelen ´Nissir´, Tufan’dan kurtulanların gemiden karaya ayak bastıkları, Tufan Gemisi’nin karaya oturduğu yer olmaktadır.

Gılgamış Destanı’nda, Gemi’nin karaya oturduğu yer olarakadı geçen Nissir (Nisir=Nizir) Dağı, arkeolojik kaynaklarda, Dicle ile Aşağı Zap suyu arasında kalan ve Dicle’nin doğusuna düşen dağlar olarak tarif edilmektedir. Nissir Dağı, “Asur topraklarının doğusunda, muhtemelen Aşağı Zap suyuyla Dicle’nin doğusu arasındaki bölgede yer almaktadır.” denilmektedir (x). Nissir Dağı’nın yeri, Dicle ile Küçük Zap Suyu arasındaki dağ şeklinde tarif edilmektedir (x). Asur kitabelerinde, Asur ili’nin (Yukarı Mezopotamya-Kuzey Irak) kuzeydoğusundaki dağ olarak da tarif edilmektedir (x).

Yapılan bu tanımlamalardan anlaşıldığı üzere de, Gılgamış Destanı’nda bildirilen Nissir Dağı’nın, Cudi Dağı’nın da içersinde bulunduğu “Yukarı Mezopotamya” bölgesinde olduğuna işaret edilmektedir. Bir başka deyişle de, yapılan tanımlamalara Ağrı Dağı’nın veya bir başka dağ’ın konumundan ziyade, Cizre/Şırnak vilayetimiz sınırları içerisinde yer alan Cudi Dağı’nın konumu uymaktadır. Bazı bilim adamlarının, Gılgamış Destanı’nda adı geçen Nizir Dağı’nı Cudi Dağı ile özdeş tutmaları da (x) bu sebepledir. Yani, Gılgamış Destanı’ndaki Tufan kıssasında bildirilen Nissir Dağı, Cudi Dağı’dır, Tufan’dan kurtuluş yeri Cudi Dağı olmaktadır.

Ararat ‘Ağrı Dağı’ değil, Cudi Dağı oluyor…

Tufan hadisesinden kurtulanları taşıyan Gemi, Ahd-i Atik’te yer alan ´Ararat Dağları´ tanımından, Ararat’ın da ´Ağrı Dağı´ olduğu kabulünden hareketle, Tevrat ve İncil bağlıları tarafından Ağrı Dağı yöresinde aranmaktadır.

Oysa, Ararat Dağları ile anlatılmak istenen Ağrı Dağı değildir. Önceleri ´Cudi Dağı´nı içersine alan bölgenin adı olan ´Ararat´ ismi, sonraları Ağrı Dağı ile özdeşleştirilmiştir. Ararat kelimesi, “Rrt” kelimesinin Kitab-ı Mukaddes yazarlarının (Hahamların) yanlış seslendirilmesi sonucunda ortaya çıkmış olup, hatalı yorumlanmış ve Nuh’un Gemisi’nin indiği yer olarak (hatalı ya da kasıtlı bir şekilde) Ağrı Dağı gösterilmiştir  (x) undan sonra da Ağrı Dağı’na, Ararat denmeye başlanmıştır.

Halbuki, Ararat ismi, Van Gölü’nün güneydoğusundaki dağlık bölgenin adı olmaktadır. Tevrat’ta yer alan, Nuh’un Gemisi’nin Ararat Dağları’na oturduğuna dair olan ifade, “M.Ö. 5. asırda kaleme alınan ruhban metnine ait olup, Ararat kelimesi Ahd-i  Atik’de, bir ülkenin, bir krallığın ve bu ülkede bulunan bir dağ silsilesinin adı olarak geçmektedir…Bu isme ilk defa M.Ö.1274 yılına ait, Asur Kral’ı I.Salmanasar’ın kayıtlarında rastlanılmakta ve bundan belli bir devlet veya etnik gruptan ziyade, Van gölünün güneydoğusundaki dağlık bölge kastedilmektedir.”(x). Anlaşılabildiği gibi de, Ararat, bir dağ ismi değil, bir bölgenin (ülkenin) ismi olmaktadır.

Asurlular bu bölgeye ´Uruadri´ adını vermişlerdir ki; bu kelime Ararat ve Urartu kelimelerinin değişik söylenişidir. Anlamı ise, ´yüksek dağlar ülkesi´ veya ´yüksek ülke´ demektir. Bu yüzden Tufan Gemisi, Ararat olarak kabul edilen Ağrı Dağı’na değil, Van Gölü’nün düneydoğusunda bulunan ´yüksek ülke´ye, yani Ararat-Uruadri-Urartu bölgesinde bir dağın üzerine oturmuş bulunmaktadır.

Tevrat’ta geçen ´Ararat´ kelimesinin adının türediği kelime olduğu ileri sürülen ´Urartu´nun, “yüksek memleket, yüksek arazi” manasına geldiği ve Babilonya’ya (Mezopotamya’yayakın olduğu belirtilmektedir ki, bu ifadedeki, –Mezopotamya’ya yakın– kaydı, Ağrı Dağı yerine Cudi Dağı’nın konumuna uymaktadır (x). Ararat’ın tanımında geçen, “Van gölünün güneydoğusundaki dağlık bölge”tanımına, Ağrı Dağı’nın konumundan ziyade, Şırnak vilayetimiz sınırları içerisinde yer alan Cudi Dağı’nın konumu uyduğu tartışılır bile değildir. Zaten, Tevrat’ta, Geminin, suların (Fırat-Dicle) doğduğu bölgeye yürüdüğünün bildirilmesi ve eldeki bütün belgeler bizi, Ağrı Dağı’nın güneydoğusundaki bu dağa, Cudi Dağı’na götürmektedir.

Cudi Dağı’nın bulunduğu bölgeye geçmişte, ´Ararat´ denildiği kesindir. “Ararat dağ değil, bölgedir. Bu bölge ise, Urartu’ların yaşadığı ve Cudi Dağı’nın bulunduğu Cordyean bölgesidir….(M.Ö.III. asırda yaşamış olan Babil’li din adamı) Berossus’un bahsettiği dağlar, Cordyean bölgesindedir. Bu bölge (Cordyean bölgesi) ise, Van Gölü’nün güneyinde kalan dağlık bölgedir.” (x). Bir dağ adı değil, bir bölgenin adı olan Ararat, Cudi Dağı’nın da içersinde bulunduğu ´Cordyean´ bölgesinin adı olmaktadır. “Babilistan ve Kalde Tarihi”ni yazarak, M.Ö.280 tarihinde Selevkos Hükümdarı’na sunan (Babil’li din adamı) Berosses ve daha pek çok ilk çağ tarihçisi, Nuh’un Gemisi’nin, Cordyean (Gordyene) dağlarında bulunduğunu yazmışlardır. Babilli din adamı Berossos’un yazdığı Tufan kayıtlarında, Tanrı…Sisithros’a (Sümerli Nuh Ziusudra’ya) tufanı önceden haber verdi. Buyruğu alan Sisithros, derhal Doğu Anadolu’ya yelken açtı ve hemen Tanrı’nın ilhamına mazhar oldu. Gemi  karaya oturdu. O zamanlar bulundukları yer, Doğu Anadolu idi. Gemi böylece burada karaya oturduğundan, bir kısmı hala Doğu Anadolu’daki Cordyean Dağları’nda durmaktadır ve halk, geminin dışını kaplayan katranı (zifti) kazıyarak bir muska ve tılsım şeklinde kullanır.” denilmektedir (x).

Dinadamı yazarın sözünü ettiği Cordyean bölgesi, Van Gölü’nün güneyindeki dağlık yöredir. Van Gölü’nün güneyindeki bu bölgede, Geminin karaya oturduğu dağın ismi de Ture Kardu olup, Ture Kardu de, Cudi Dağı’nın ismi olmaktadır. “Kalde’li Rahip Beroses’un tarihinde, Gemi’nin Musul’un kuzeydoğusundaki Kurt Dağı üzerine oturduğu yazılıdır. Tekvin, 8/4’ün Aramice ve Süryanice tercümeleri Gemi’nin indiği dağı Ture Kardu olarak zikreder ki, burası Van Gölü’nün güneydoğusundaki dağlardır. Süryani yorumcularına göre Ture Kardu, Kur’an’da, Gemi’nin indiği dağ olarak gösterilen Cudi Dağı’dır.” (x). Aksoy, Tevrat’ın eski metinlerinde Nuh’un Gemisi’nin karaya oturduğu dağ’ın ismi  olarak geçen Kardu (Cudi) Dağı isminin, daha sonraları nasıl değiştirildiğini şu şekilde anlatmaktadır: “Tevrat’ın ilk metinleri arasında yer alan Süryanice ve Aramice yazmalarında, Nuh’un Gemisinin Kardu Dağı’nda olduğu belirtilmekte idi. Tefsircilerin genel görüşünce Kardu Dağı, Kur’an’da adı geçen Cudi Dağı idi…Yahudi Tefsirciler, yakın yüzyıllarda Cudi adını değiştirdilerArarat Dağları deyimini kullandılar. Nitekim, bugün de Tevrat’ta Nuh’un Gemisi’nin Ararat Dağları üzerinde durduğu yazılmaktadır…Tevrat’taki ifade değişikliği gerçekleştirilerek, Kardu Dağı yerine Ararat Dağları ifadesi kullanılmıştır. Gordyene denilen bölge de Ararat (Urartu) sınırları içersinde değerlendiriliyordu; bu bakımdandır ki, Ararat adı genel bir ad olarak Tevrat’ta yerini aldı.” (x).

Tevrat’taki Ararat ifadesinin Cudi Dağı olması gerektiğine, Kur’an’ın indirildiği dönemde (-M.S.610) Yahudilerin ellerinde bulunan Tevrat nüshaları da destekler mahiyettedir. Yani, o dönemdeki Tevrat nüshalarında Tufan Gemisi’nin Cudi Dağı üzerinde oturduğu yazılı olmalı idi. Çünkü, eğer yazılı olmasaydı, Kur’an’ın, Tufan Gemisi’nin Cudi Dağı üzerine oturduğu haberini duyan o dönemin  Yahudilerinin,  Kur’an’ın haberini duyduklarında itiraz etmeleri gerekirdi. Oysa,  böyle  bir  itiraz  sözkonusu  olmamıştır. Bunun olmaması da, Tevrat’taki Ararat’ın, Cudi Dağı olması gerektiğine işaret etmektedir. Zaten, Tevrat’ın eski metinlerinde, Gemi’nin ´Cudi´ye oturduğundan bahsedilmektedir. Motamot Arapça’ya çevrilen bir Tevrat metnini kaydeden Yakut el-Hamevi’nin (Vefatı: 1229 M.) kaydettiği metinde, “…Gemi, Tufanın yedinci ayının onyedinci gününde Cudi’ye oturdu..” haberinin verildiğinden bahsedilmektedir (x). Yakut’un yaşadığı dönem göz önüne alınırsa, Miladi 13’üncü asra kadar, Tufan Gemisi’nin, Cudi Dağı’na oturduğunu bildiren Tevrat nüshalarının bulunduğu anlaşılmaktadır.

Tevrat’ta geçen ´Ararat Dağları´ deyiminin Cudi Dağı olarak anlaşılması gerektiğine, Gılgamış Destanı’ndan gelen haberler de işaret etmektedir. Çünkü, destanda, Tufan kahramanı Utanapiştim’in karayı bulmak için bir Güvercin gönderdiği, karayı bulan Güvercin’in de, ağzında bir Zeytin dalı ile Gemiye geri döndüğü haberi vardır. Yani, Tufan bölgesinin Güvercin uçuşu yakınlarında zeytin ağacı, dolayısıyla da bir kara vardır. Sadece bu haber bile, Geminin oturduğu kara parçasının, Ağrı Dağı yöresinde olamayacağını, Cudi Dağı yöresinde olması gerektiğini, ayrıca da, Ağrı Dağı’na da Ararat denemeyeceğini ve de Tufanın sadece belirli bir bölgeyi etkilediğini, yani, Tufan sırasında yeryüzünde Tufan baskınına uğramamış başka bölgeler de bulunduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü Zeytin ağacı, Akdeniz bölgesine has bir ağaçtır. Bu bölgeye ise, Ağrı Dağı’nın değil, Cudi Dağı’nın konumu uymakta, Cudi Dağı’nın güneybatısındaki yörede Zeytin ağaçları bulunmaktadır. Bu yüzden, Gemi’den uçurulan Güvercin’in, bir Zeytin ağacının dalını bulup getireceği kara parçasının Cudi Dağı’nın da içersinde bulunduğu bölgede olması gerekmektedir. Bu sebeple de, Nuh’un Gemisi’nin, Ağrı Dağı’nda değil, Cudi Dağı’nda  aranması ve Ararat olarak zikredilen ismin de, Cudi Dağı olması gerektiği, Gılgamış Destanı’nından gelen bu haberle de anlaşılabilmektedir.

Ağrı Dağı ve Doğubeyazıt’ta bulunan Gemiye benzetilen şekillerin, Tufan Gemisi olmadığını ortaya koyan bir çalışmada, “Van gölü ile Yukarı Mezopotamya arasındaki toprakları kapsayan Arar Ülkesi’nin adı, 14’inci yüzyıla kadar Arar=Cudi Dağı olarak anlatılmakta, bu yüzyıldan sonra ise Arar ya da Ararat’ın, Ağrı Dağı olması üzerindeki görüşler yoğunluk kazanmaktadır.” denilmektedir (x). Yani, Ararat’ın Ağrı Dağı olarak anılmaya, bu düşüncenin bir inanç halini almaya başlaması 12-13’nci asır sonrası olmuştur. Bu değişikliğin, Anadolu’nun, 11’nci yüzyılda Müslüman Türkler tarafından fethinin sonrasına rastlaması, hadisenin gerisindeki ´Haçlı´ ya da ´Misyoner´ ruhunu da ortaya koymaktadır.

Fakat, her ne olursa da olsun, tıpkı Nissir Dağı’nın Cudi Dağı olması gerektiği gibi, Ararat Dağları da Cudi Dağı olmaktadır. Nuh’un Gemisi Cudi Dağı’nda olduğuna göre, Cudi dağı nerededir?

Cudi Dağı Cezire (Cizre)’dedir?

İslami kaynaklarda, Cudi adını taşıyan “iki” dağ sözkonusudur. “Bunlardan biri Arabistan yarımadasında yer alan ve Tay kabilesinin yerleşme alanında bulunan dağdır…Diğeri ise yukarıda konumu ve özellikleri belirtilen Cudi Dağı’dır. Bütün tefsir kitaplarında kaydedilen ve İbn Abbas, Ka’b B.Ahbar gibi sahabelerden nakledilen rivayetlere göre Gemi’nin indiği dağ Cudi diye bilinen, Cezire’de Musul yakınlarında bulunan (mesela bak.Taberi, VII, 48; Zemahşeri, II, 271) ve bugün Türkiye sınırları içinde yer alan dağdır…Öte yandan  Hz.Peygamberin  Cudi’yi Arabistan’da ve bütün dağların en yükseği saydığı iddiası da mesnetsizdir.” (x). Yani, Cudi Dağı Musul civarında bir dağdır. Cudi Dağı Musul civarındadır (x). Cudi  Dağı’nın,  “Musul yakınındaki Cezire’de veya Musul üzerinde üç günlük bir yerde veya Cezire toprağında olduğu.” rivayet edilmiştir (x). Yani, Cudi Dağı, ´Cezire´de bulunan Dağ olmaktadır.

Cezire ise, Şırnak ilimizin ilçesi Cizre’nin adıdır. Cizre’nin, Cezire adıyla anıldığı bilinmektedir (x). Zamahşeri, Keşşaf isimli tefsirinde, Nuh’un Gemisi’nin Cudi Dağı’na vardığını ve Cudi Dağı’nın da Musul’a yakın olduğunu yazmaktadır. Bunun yanında, isimlerini burada zikredemeyeceğimiz sayıdaki pek çok İslam alimi de, Cudi’nin Cezire’de bulunduğunu, Cezire’nin de Cizre’de olduğunu beyan etmişlerdir.

Hz.Nuh’un yaşadığı yerin Mezopotamya (-Irak) olarak rivayet edilmesi, Mezopotamya’nın kuzeyindeki ilk büyük dağların Cudi Dağı Silsilesi olması, İslam tarihçilerine göre de, Cizre’nin, Tufandan sonra kurulan ikinci şehir olması, Tufan Gemisi’nin karaya  oturduğun yerin konumunu, yani Cudi Dağı’nın konumu ortaya koyar niteliktedir.

Cezire (Cizre)’de bulunan Cudi Dağı, Türkiye-Irak sınırına 15 kilometre mesafede, Cizre ilçemizin 30 km. kuzeydoğusunda bulunmaktadır.

Cizre’nin hemen yanıbaşındaki Cudi Dağı, 2000 metreyi aşan dört tepeye sahiptir. En  yükseği 2114 metre olan bu dört tepeden 2017 metre yüksekliğinde olanı ´Nuh Peygamber Ziyareti Tepesi´ adını taşımaktadır. Bu yüzden Kur’an’ın, Tufan Gemisi’nin üzerine oturduğu yerin ´Cudi´ olduğu haberi ile, Cudi Dağı’nın 2000 metrelerine (-tepesine) oturduğu anlaşılmamalıdır. Zaten, Kur’an’ın, Tufan Gemisi’nin Cudi üzerine yerleştiği haberinden de tepesine yerleştiği anlaşılmamaktadır. ´Cudi´ kelimesinin, -yüksekce yer/tepe- anlamından hareketle de, suların belirli bir yüksekliğe eriştiği, ancak Cudi Dağı’nın tepesi seviyesine, hatta yüksek tepelerinin seviyesine ulaşmadığı anlaşılmalıdır. Bu yüzden, Tufan Gemisi, Cudi’nin yüksek tepelerinde değil, güney yamaçlarında aranmalıdır.

Fakat, ne yazık ki de, günümüzde Cudi Dağı’nda, bırakın Nuh’un Gemisi’ni arama çabası içersinde olanı, bunu dert edinen Müslümanı dahi yoktur. Zaman zaman bir ekip kurup Cudi dağı yöresinde Nuh’un Gemisi’ni aramayı düşünsem de, bunun benim ötemdeki ki şartlarının  da oluşması gerekir.  Nuh’un Gemisi, Cudi Dağı’nda aranması gerektiğine göre, Ağrı Dağı’nda ne arandığını ortaya koymamız gerekir.  

Ağrı Dağı’nda ne aranıyor?

Ağrı Dağı, uzaktan görkemli görünümü, zirvesine çıkılmasının güçlüğü gibi nedenlerle eski zamanlardan beri insanların dikkatini çekmiştir. Bu sebeple de Yakındoğu kültürlerinde Ağrı Dağı ile ilgili pek çok efsane geliştirilmiştir.

Tevrat’a sonradan sokulan, Nuh’un Gemisi’nin ´Ararat Dağları´nda bulunduğu, Ararat’ın da Ağrı Dağı olduğu inancı, pek çok kişiyi bu dağa tırmanmaya sevk etmiştir. Hıristiyan Batılıların dikkatlerinin Ağrı Dağı’na çevrilmesinin sağlanmasında hiç şüphesiz ki Ağrı Dağı’nı “kutsal” kabul eden Ermenilerin de önemli rolü olmuştur. Ağrı’nın, Ermenilerin ´Büyük Ermenistan´ hayalinin merkezi olduğu iddiaları, sözkonusu dağın hem dini hem de siyasi yönden önemini arttırmış, bu durum, Nuh’un Gemisi’nin bu dağda aranması çalışmalarını da yoğunlaştırmıştır.

Nuh’un Gemisi’nin Ağrı Dağı’nda aranmasına yönelik olarak gerçekleştirilen çalışmaların ilk başlangıcı, on yedinci yüzyıla kadar götürülmektedir. Nuh’un Gemisi’nin, Ağrı Dağı üzerinde olduğundan ilk söz eden kişi’nin, Hollandalı gezgin Jan Struys olduğu, 1670 yıllarında  Anadolu’ya geldiği, Ağrı Dağı eteklerinde inzivada yaşayan bir keşişle  görüştüğü, keşişin anlattığına göre de, keşişin Gemiye girmiş olduğu, hatta gezgin Struys’a, Gemi’nin parçalarından kopardığını iddia ettiği bir ahşap parçasından oyulmuş küçük bir ´haç´ verdiği, Struys’un ise, 1684 yılında yayınladığı kitabında,  Geminin Ağrı dağına oturmuş bir resmi bulunduğu ileri sürülmektedir.

Resmî kayıtlara göre ise, Nuh’un Gemisi’ni Ağrı Dağı’nda arama faaliyeleri 19’ncu yüzyılda başlamıştır. Padişah II.Mahmut’un izni ile, 18 Ağustos 1829’da Ağrı Dağı’na  çıkan Alman asıllı  Friedriche Parrot’un (1791–1841) (x), 19’ncu yüzyılda başlattığı araştırmalar, sonrasında çeşitli araştırmacılarca birbiri ardınca sürdürülmüştür. “F.Parrot, 1829’da Ağrı dağına tırmanmış ve Nuh’un Gemisinin bulunması muhtemel 200 adım çapında bir düzlükten söz etmiştir.” (x). Tabii ki de, her Ağrı’ya çıkan Nuh’un Gemisi’ni de keşfederek (!) geri dönmüştür.

1876 yılında ise, Sir James Bryce adındaki İngiliz devlet adamı, dağcısı, gezgin, yazar denilen şahıs, Ağrı Dağı’ndan bir delille (!) dönmüştür. Sir James, Ağrı Dağı’nda, 4000 metrede, 121.92 cm uzunluğunda ve 12.70 cm kalınlığında yontulmuş tahta parçası gördüğünü (!) iddia etmiştir. İddiaları ile Sir James ve delili gazetelere manşetlere çıkmış olsa da, iddialarını fazla ciddiye alan olmamıştı.

1883 yılında ise, Ağrı Dağı üzerindeki toprak kayması durumunu araştırmak üzere  görevlendirilen bazı Türk hükümet görevlilerinin gemiyi Ağrı Dağı üzerinde  keşfettikleri iddiası, Chicago Tribune gazetesi tarafından, “İstanbul’da yayınlanan bir gazete, Nuh’un Gemisi’nin keşfedildiğini ilan ediyor.” şeklindeki haberiyle kamuoyunda yerini almıştır.

1893’de Ağrı Dağı’na çıkan Prens John Joseph Nourey (Nouri) ise, hayal ettiği Nuh’un gemisini karşısında bulmuştu! Kudüs (Nasturi kilisesinin) Başdiyakosu Dr.Nouri, Geminin orta bölümüne rastladığını (!) ifade etmiştir. Ağrı dönüşünde anlattıkları, önceki anlatımların uzantısından farklı değildi, zaten Gemi de her defasında bulunuyordu!

Nuh’un Gemisi’nin bulunduğuna (!) ait keşifler bitmek bilmiyordu. Bir keşif (!) de, 1902 yılında gerçekleşti. Ermeni kökenli Yorgo Agopyan’ın açıklamasına göre, çocukluğu sırasında amcası onu, Ağrı Dağı’ndaki Nuh’un gemisine (!) götürmüştü. Tabii ki de, keşfedilen (!) Geminin resmi de yapılıp kamuoyuna sunulmuştu.

1916 yılına gelindiğinde ise, Birinci Dünya Savaşı yıllarında, Ağrı Dağı üzerinde uçuşlar yapan ve muhtemelen Ermeni olan Sovyet pilotlarının; Ağrı Dağı’nda Gemi kalıntısı gördükleri şeklindeki raporlar gündem yapıldı. İddialar göre, Nuh’un Gemisi, Ağrı Dağı’nın doruğundaki buzların arasında yatıyordu!

Bu dönemi takipeden ´Kurtuluş Savaşımız´ın sürdüğü günlerde, ´Nuh’un Gemisi Avcıları´nın, Tufan Gemisi’ni aradıklarını göremiyoruz. Cumhuriyetin kurulmasından sonra Ağrı Dağı’ndaki ilk araştırmayı ise, 1936 yılında Yeni Zellanda’lı H.Knight yapmıştı. Knight’da, öncelleri gibi Nuh’un Gemisi’ni keşfetmiş (!), Ağrı’nın kuzey yamaçlarında kalas parçaları gördüğünü açıklamıştı.

1937 yılında, daha sonra 5. Cumhurbaşkanı olan Binbaşı Cevdet Sunay ile birlikte Ağrı’nın zirvesine tırmanan “on beş subay ve elli er”den oluşan bir heyetimiz ise, ´gerçeği görüyor´, keşfedildiği veya görüldüğü iddia edilen yerlerde Nuh’un Gemisi’nin enkazına rastlamıyorlardı.

Buna rağmen de, ´Nuh’un Gemisi Avcılığı´ durmak bilmiyordu. Yazar ve çizer Robert Ripley de, 1938 yılında keşiflere katkısını (!) koyuyor, yazıp çizdiklerini okuyucusu ile buluşturuyordu.

İkinci Dünya Savaşı sırasında bölge üzerinde uçuşlar yapan çeşitli uluslara ait pilotlar, ama tabii ki de muhtemelen Ermeni kökenli pilotlar, yaptıkları açıklamalarla dikkatleri yine Ağrı Dağı üzerine çekmişlerdi. Bu dönemde de yine pek çok rapor, yine Nuh’un Gemisi’nin görüldüğünü (!) belirtiyordu. Pilotlar,  Gemiyi karlar buzlar arasında gördüklerini (!) söylüyorlardı.

1949 yılı yazında, ´Bakanlar Kurulu´ndan aldıkları izinle Ağrı Dağı’na çıkan Prof.Dr.A.J.Smith Başkanlığındaki bir araştırma heyeti ise, Gemi enkazı görüldüğü iddia edilen mevkilerde yaptıkları aramalarda hiçbir şey bulamıyordu. 

´Nuh’un Gemisi Avcıları´nın, 1950 yılından sonra Ağrı Dağı’na yaptıkları çıkışlarda ise, Fransızlar ön planda oldu. Dağ’a çıkmak üzere yurdumuza gelen bir ekibin başkanlığını Fransız yüzme şampiyonu Fernan Navarra yapmış, sözkonusu heyete, o dönemde Cumhuriyet Gazetesi muhabiri olan (yazar) Yaşar Kemal Bey de katılmıştır. Yapılan araştırmalar için heyettekilere takıldığını ifade eden Yaşar Kemal Bey,  “Fransızlar artık oralı değil. Ağrı’nın hem her tarafını dolaşıp film çektiler. Bütün dünyada Nuh’un  Gemisi namına üyelerine gösterip para kazanacaklar. İşte Nuh masalı” diyordu (Cumhuriyet Gazetesi;28.08.1952). Y.Kemal Bey, “masal” diyordu ama, 1953 ve 1954 yıllarında da Ağrı Dağı’na çıkan Fernan Navarra, bulduğu bir tahta parçasının Nuh’un Gemisi’ne ait olduğunu iddia ediyordu. Tabii ki de, Navarra’nın iddiasına da pek fazla itibar eden olmuyordu.

1952’de ise, Ortadoğu’da çalışan Amerikalı George Jefferson Green adlı bir mühendis, keşif uçuşu yaptığı bir sırada Ağrı Dağı’nda Nuh’un Gemisi’ne rastlamıştı! Koca Gemi (!) kayalar arasında sıkışmış bir durumda, orada duruyordu!

1954 yılında Ağrı Dağı’na çıkan bir başka heyet ise, Gemiye rastlamadan geri dönüyordu. “1949 yılında Amerikalı arkeolog Dr.Smith ve arkadaşları, dağı etekten tepeye kadar araştırdılar. 1954 yılında başka bir Amerikan heyeti de dağın tepesine kadar çıktı. Fakat, her iki heyet de hiçbir ize rastlamadan geri döndü.” (x). Çünkü, Ağrı Dağı’nda bulunacak bir ´gemi´ yoktu. Buna rağmen de, Ağrı Dağı’ndaki aramalar hiç durmadan sürdürüldü, sürdürülüyordu.

1950’lerin sonu ile 60’ların  başlarında, Ağrı Dağı yöresinde pek çok uçuş yapan ABD’nin ünlü U-2 casus uçaklarının, uçuşlar sırasında çekilen fotoğraflarında bazı görüntülerin inanılmaz bir biçimde gemiye benzediği (!) iddiaları da ileri sürüldü.

1960’da İhtilalimiz (!) de oldu ya, buna paralel olarak da, ´Nuh’un Gemisi Avcıları´nın keşif (!) gezilerinin sayısı da arttı. 1960’lı yıllarda önü alınamaz bir “Nuh’un gemisini bulma akımı” başlamıştı. 1960 Şubatı’nda üç Amerikalı, Ankara’daki ABD ABD Büyükelçiliği aracılığıyla Türk Hükümeti’ne başvurarak Nuh’un Gemisi kalıntılarını satın almak istediklerini resmen bildirmişlerdi.

1969 yılında bir kez daha Ağrı Dağı’na tırmanan F.Navara ise (Daha önce, 1952-1954 yıllarında da çıkmıştı), bu çıkışında da yine bir şeyler bulmuş (!), bir kaç tahta parçası ile ülkesine geri dönmüştü.

Ağrı Dağı’nda Nuh’un Gemisi’ni bulmak amacı ile, ilk kez 1954 yılında olmak üzere 7 kez ülkemize gelen  Amerikalı dağcı John  Libi ise, her seferinde eli boş dönmesine rağmen  de, ”Bu defa da olmadı ama, Nuh’un Gemisi’ni eninde sonunda bulacağım” diyordu. Bay Libi, diyordu ama, o da diğer ´Nuh’un Gemisi Avcıları´ gibi, bu arzusuna kavuşamadan (!), 1971 yılında Kaliforniya’daki (-ABD) evinde ölüyordu.

19’uncu yüzyıldan beri yapılagelen, “Nuh’un Gemisi’ni bulduk” açıklamaları, buna karşın da “bulamadınız” açıklamaları birbirini izleyedursun, Türkiye, 1974 yılında, Ağrı Dağı ve çevresini yasak bölge ilan etti. Çünkü, 1974 Kıbrıs Barış Harekatını takip eden yıllarda ülkemize ABD ve Kanada’dan gelen sözde araştırmacı akınının birdenbire hızlandığı gözlenmişti. Kendilerini ilim adamı, uzman, hatta misyoner dernek başkanı olarak ta tanıtan bu araştırmacıların (!) çoğu, Ağrı Dağı’na çıkmak ve o bölgede Nuh’un Gemisi’ni aramak (!) istiyorlardı. Fakat, o dönemde iş başında bulunan Hükümet, Ağrı Dağı’nın bulunduğu yöreyi, ´ulusal güvenlik´ açısından ´yasak bölge´ ilan edince, Nuh’un Gemisi’ni aramak için Ağrı Dağı’na yapılan tırmanışlarda bir duraklama görüldü. Türkiye’ye  akıp gelen sözde araştırmacılara izin vermeyen yöneticiler, onların gayelerinin Nuh’un Gemisi’ni aramak değil, eski Ermeni kalıntılarını ve haritalarını çıkararak, zaman içersinde aleyhimize kullanmak olduğunu düşünüyorlardı. Bilindiği gibi de, aynı  dönemde Amerika’da, çeşitli Ermeni iddiaları ile ilgili olarak aleyhimize kamuoyu oluşuyor, 1975 yılı sonbaharına gelindiğinde ise, ülkemiz dışındaki Türk Diplomatlarına karşı gerçekleştirilen Ermeni cinayetler zinciri de başlıyordu.

´Nuh’un Gemisi Avcıları´na 1974 yılı sonrası getirilen bürokratik zorluklar ya da yasak, 1980 ihtilali sonrasını takip eden dönemde, 1982 yılında aşılmıştı.  Her karışık dönem içersinde olageldiği gibi, bu defa da yine zaafımızdan istifade ediyorlardı. Başlayan bu yeni dönem ile birlikte, Nuh’un Gemisi’nin yeri sorununun ya da bulunduğu iddialarının günlük gazetelerimizde sıklıkla yer almasının sağlandığı görülüyordu.

Yasak kalktıktan sonra Ağrı Dağı’na çıkma iznini almayı başaran ilk kişi, ABD’lı uzay adamı (astronot) James Benson Irwinolmuştur. “Apollo 15” uzay aracıyla aya giden ve ay toprağından örnekler getirmesiyle ünlenen Irwin, Nuh’un Gemisi’ni aramak için ´ilk´i 1982 yılında olmak üzere, 6 defa ülkemize gelmiş, zaman zaman yaptığı açıklamalar ile, 1980’li yıllar boyunca Nuh’un Gemisi’nin yeri sorununu aktüel hale sokmuştur. 

Irwın, 1982 ve 1983 yıllarında Ağrı Dağı’na yaptığı çıkışlarda hiç bir şey bulamamış olsa da, ertesi yıl (1984) 20 kişilik bir grupla yine Ağrı’ya gelmişti. Sözde  araştırmacılar, bu gelişlerinde bu defa, ´iki´ gruba ayrılmışlardı. Ağrı Dağı araştırma grubunun başında Irwın, Doğuyazıt’ın Üzengili köyündeki araştırmaların (!) başında da, Amerikalı dağcı Marvin Steffins bulunuyordu. Steffins’in ve İrwin’in içerisinde yer aldıkları araştırma heyetinin masraflarını ise, merkezi ABD’nin (Ermeni vatandaşların fazla bulunduğu) Californiya  eyaletinde bulunan “Creation Research İnstition” isimli köktendinci bir kuruluş karşılıyordu.

Irwin, Ay’a gidip  geldikten sonra birdenbire “dini bütün bir Hıristiyan” kesilivermiş,  ya da ona verilen ´yeni görev´ (!) bu olmuştu. Nuh’un Gemisi’nin, Tanrı’nın insan kullarının doğru yoldan ayrılmaması için var ettiği olayların en büyük delili olduğuna inanıyordu. “Tanrı’ya ve kutsal kitaba ne kadar inanıyorsam, bu kutsal geminin varlığına da en az o kadar inanıyorum.” diyordu. İnanç açısından baktığımızda, söyledikleri anlaşılabiliyordu. Irwin, Nuh’un Gemisi’ni bulamamış olsa da, ´kutsal emanet´in Ağrı Dağı’nın buzulları altında yattığına inanıyordu. Çünkü, inancı Ararat Dağları diyor, Ararat’ın da Ağrı Dağı olduğuna inanıyordu. Bu yüzden kendisini Nuh’un Gemisi’ni bulmakla yükümlü sayıyor, -Tanrı’nın yardımıyla bu işin üstesinden geleceğiz, diyordu.

Irwın’le birlikte gelen diğer Grup Başkanı Marwin Steffins ise, Ağrı Dağı’nda değil, Aürı’nın yanıbaşındaki Doğubeyazıt’ın Üzengili köyü yöresindeki araştırmaları sonrasında, “Nuh’un Gemisi’ni Buldum” açıklamasını yapıyordu (x). 1984 yılının 25 Ağustos’unda Ankara’da, eski politikacılarımızdan Kasım Gülek’in evinde bir basın toplantısı yaparak, küçük naylon torbalar içine koyduğu toprak, taşve ne olduğu belli olmayan birkaç parça şeyi gazetecilere göstererek, Nuh’un Gemisi’nin bulunduğunun (!) delilleri olduğunu söylüyordu.

Marwin Steffins, Ankara’da bu masalı anlatırken (Nuh’un Gemisi’ni bulduk derken), Ağrı’nın tepesine tırmanmaya çalışan astronot Irwın ise, inişi sonrası, “Ağrı’nın tepesine çıktık, fakat Nuh’un Gemisi’ne ait herhangi bir ize, bir görüntüye ya da kalıntıya rastlamadık, tek bir belirtiye bile rastlayamamyışımız bizi çok şaşırttı, hiçbir şey bulamadık, bu sebeple Türk makamlarına teslim edeceğimiz bir şey yoktur”  diyordu.

Bir naylon torba içersindeki  taş ve toprak parçalarını Nuh’un Gemisi’nin bulunduğunun delili olarak kamuoyuna gösteren Marvin Steffins ise, gösterdiği parçaların ülkemizde incelenmesinin istenmesi üzerine ortadan kayboluyordu. Bu kayboluştan bir müddet sonra Steffins’in, Kasım Gülek ve bulduğunu ileri sürdüğü Nuh’un Gemisi’nin kalıntılarıyla (!) birlikte Amerika’ya gittiği öğreniliyordu. Bu dönemde Gülek, İrwin’in Ağrı Dağı’ndaki çalışmalarını alkışladığını ifade ederken, güvenlik güçlerinin Amerikalı astronata karşı takındığı tavrı da şiddetle kınıyordu.

Bu hadisede anlaşılamayan bir durum da şuydu: Varsayalım ki de, ´sözde avcılar´ Nuh’un Gemisi’ni bulmuşlardı! Eğer Nuh’un Gemisi bulmuşlarsa (!), her yönden değeri olması gereken böyle bir antik esere ait parçaları izinsiz olarak nasıl yurt dışına çıkarılabilirlerdi? Türkiye küçük Amerika (!) olunca, cevap da Amerikanca (!) oluyordu. Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı, olayı küçümseyerek, “Eğer bulunan parçalar izinsiz çıkarıldıysa, bundan Türkiye’nin çok önemli bir kaybı yoktur. Bu konu dünyanın gözünü bize çevirdi, bizim yararımızadır.” diyerek, kendince turizmcilik sergiliyordu! O döneminin Ankara Valisi sayın Bedük ise, olayın soruşturulduğunu, gerek Irwin ile arkadaşlarının, gerekse Steffins’le ekibinin “sportif amaç” için izin aldıklarını, bunun dışında yaptıkları araştırmaların yasal olmadığını söylüyordu.

1982 yılında Devlet Başkanı  Kenan  Evren’in izni ile Ağrı Dağı’na  çıkan Irwın’in yaptığı araştırmalar casus olduğu söylentilerini doğurmuşsa da, 1983 yılından itibaren kendisine 4 yıl aralıksız rehberlik yapan Uçman Sungur, “O casus olamaz, sadece  para kazanmak ve şöhretini devam ettirmek için, Nuh’un Gemisi ve Ağrı Dağı efsanesini kullanıyor.” açıklamasında bulunuyordu (x). James Irwın ve arkadaşlarına, Ağrı Dağı’na 1984 yılındaki çıkışları sırasında mihmandarlık yapan Türkiye Dağcılık Federasyonu Dağ Rehberi Rıdvan Karpuz ise, tırmanıştan sonra yazdığı raporunda, Nuh’un Gemisi’ne ait herhangi bir veriye rastlanılmadı derken, 1985 yılında yine Ağrı Dağı’na tırmanan Irwın, Nuh’un Gemisi ile ilgili yine bir delil bulamamıştı (x). Çünkü, Ağrı yöresinde bulanacak bir şey yoktu.

Buna rağmen, 1998 yılında Ağrı Dağı’na uğrayan biri, Amerika’nın Virginia Eyaletindeki Liberty Üniversitesi profesörlerinden olduğu söylenen Jim Hal, kendinden önce pek çok kez bulunan (!) Nuh’un Gemisi’ne ait kalıntıların, Ağrı Dağı’nda olduğuna ilişkin önemli ipuçları elde ettiğini açıklıyordu (x).

Uzun yıllar ileri sürülen “bulduk” iddiaları ortada iken, 1999 yılının sonuna doğru verilen bir gazete ilanı, 1999 yılına kadar, Tufan Gemisi’nin Ağrı Dağı ve Doğubeyazıt’ın Üzengili köyü yöresinde bulunmadığını açıkça ortaya koyuyordu.

Hıristiyanlar için önemli olan ´üçüncü milenyum´un başlamasının hemen öncesinde gazetelere verilen ´1 milyon dolar ödüllü´ bir ilan, ´üçüncü milenyum´un başlangıcı olan 2000 yılı başına kadar Ağrı Dağı yöresinde Nuh’un Gemisi’nin bulunmadığının delili oluyordu. “Merkezi ABD’de bulunan Nuh’un Gemisi Derneği (Noah Ark Alliance)…geminin kalıntılarını bulana yaklaşık yarım trilyon lira verileceğini duyurdu. Dernek tarafından bir gazeteye ´Nuh’un Gemisine 1 milyon Amerikan Doları Ödül´ başlığı altında verilen ilanda, 20. Yüzyıl boyunca insanların Nuh’un gemisinin kalıntılarını bulmak için çaba gösterdikleri vurgulanarak, şöyle deniliyordu: ´Doğu Türkiye’de Ağrı ağı’nın çevresinde yapılan düzinelerce keşif, bir dolu iddialar ve gözlemlerle sonuçlandı, fakat hala kanıtlanmış bir keşif yoktur. Bu ikinci milenyumun sonuna yaklaştığımız şu sırada biz, Nuh’un gemisinin bulunması için gerekli imkanlar ve enerjiyi sağlamak görevini üstlenmenin aciliyetine inanmaktayız.” deniliyordu (x).

Bir milyon dolar ödüllü bu ilan, ´ikinci milenyum´ sonuna, yani 2000 yılına kadar yapılan, Ağrı Dağı’nda ya da Üzengili köyü yöresinde ´Nuh’un Gemisi’ni bulduk´ açıklamalarının ´yalan´ olduğunu çok net bir şekilde ortaya koyuyordu.

Fakat, yalan durmak bilmiyordu. 2002 yılında, İncil araştırmacısı olduğu bildirilen, (yine ABD’den) Edward Crawford, Nuh’un Gemisi’nin karaya oturduğu yeri tam olarak bildiğini iddia ederek, daha önce altı kez çıktığı Ağrı Dağı’na bir kez daha çıkmak için yetkililere başvurarak, aba altından sopa da gösterip, artık kamuoyu bilmeli, Dünya bu olayı izliyor demekten de geri kalmıyordu (x).

Bütün bu soytarılıklara rağmen de, bizden etkili ya da yetkili herhangi biri de çıkıp, -Yahu ne yapıyorsunuz, halkımızı neden kandırıp duruyorsunuz, demiyor ya da diyemiyordu. Çünkü, Batılı ile ´uyum yasaları´mız sürüyordu.

Bu arada, ´üçüncü milenyum´ da başlayıp, üstünden dört sene de geçmiş olmasına rağmen, ´Nuh’un Gemisi Avcıları´nın, Ağrı Dağı’ndaki ya da Üzengili köyündeki ´sürek avı´ da sürüp gidiyordu.

Bu defa yabancı avcılarımız (!) ile birlikte yerli avcılarımız, , yeni ´Nuh’un Gemisi Avcılarımız´ sahnededir. “Türk ve Amerikalı dağcılar, Ağrı Dağı’nın zirvesini kaplayan buz ve kar katmanları arasında Nuh’un Gemisi’nden bir parça bulabilmek için bu yaz bir sefer düzenlemeyi planlıyor. Ekibin liderliğini Türk dağcı Ahmet Ali Arslan yapacak. Hawaii’deki Shamrock Trinity Şirketi Başkanı Daniel P. McGivern’ın, ´Herhangi bir kazı yapmayacağız. Herhangi bir eseri almayacağız. Sadece fotoğraf çekeceğiz ve Tanrı izin verirse, hepiniz bunu göreceksiniz” deniyordu” (x). Hadi işine, diyesim geliyor, çünkü, 1829-2010 olmuş; bulundu mulundu yaygaraları olsa da, ortada bulunan bir şey olmadığı, daha doğrusu bulunacak bir şey olmadığı artık fazlasıyla sırıtıyordu.

Yıl, 2010… Ağrı Dağı yöresinde bulunan ya da bulunacak olan bir Gemi hala yoktur ama, yine de bu bölgede Nuh’un Gemisi aranmaları sürecektir. Fakat, yapılacak ´sözde aramalara´ ilim dur  demektedir.

Sözde aramalara ilim DUR demektedir…

Tevrat’ta sunulan Tufan kıssasında; hadise ile birlikte ´tüm dünya´nın dağlarının tepelerine varıncaya kadar sular altında kaldığı ve Nuh’un Gemisi’nin de, yeryüzünde tek kara parçası olarak kalmış bulunan Ararat Dağları’na oturduğu haberinin yer aldığı, buna paralel olarak da Ararat’ın, Ağrı Dağı olduğunun kabul edilmesi sonucu, Nuh’un Gemisi’nin Ağrı Dağı’nda arandığı, geminin bir türlü bulunamaması sebebiyle de, Ağrı Dağı masalına yeni bir safsatanın, Nuh’un Gemisi’nin Üzengili köyü yöresinde bulunduğu (!) masalının eklendiğini ifade etmiştik.

Tüm dünyanın dağlarının tepelerine varıncaya kadar sular altında kaldığı ve Nuh’un Gemisi’nin de, yeryüzünde tek kara parçası olarak kalmış bulunan Ağrı Dağı’na ya da Üzengili’ye oturduğu iddiasının, yani, ilahi olmayan (bilimdışı olan) bu haberin karşısına ilim çıkmış ve bütün dünyanın sular altında kaldığı iddiasının, Dünya’nın düz olduğunu ileri sürmekten öte bir anlamı yokturdiye haykırmıştır. Çünkü, ´tüm dünya´nın dağların tepelerine kadar sular altında kaldığı haberinin, çağdaş ilmin elde ettiği verilerle uyuşabilir hiç bir yönü yoktur. Başka bir deyişle de, böyle bir haber, Tevrat’ın ilahi vasfını kaybetmiş olduğunun da apaçık bir delili olmaktadır (çünkü,  ilahi olanı bilimsel veriler yanlışlayamaz).

Bırakınız binlerce yıllık bir zaman diliminde, tüm “jeoloji (dünya) tarihi”nde Dünya çapında bir Tufan yaşanmadığı bilinmektedir. “Dünyanın bir gezegen olduğundan beri binlerce metre derinlikte, dünya çapında bir Tufanın jeolojik göstergelerde hiç bir kanıtı yoktur.” (x). Bırakınız ´tüm dünya´yı, sadece Ağrı Dağı’nın bir okyanus (deniz) tarafından aşıldığını gösteren ve Anadolu’yu da istila eden bir Tufan’a ait tek bir ilmi delil de yoktur. Eğer Nuh’un Gemisi Ağrı Dağı’nda ya da yöresinde bulunuyor olsaydı, Ağrı Dağı’nın tepelerine kadar çıkmış olacak olan binlerce metre yükseklikteki Tufan Denizi’nin, bütün Anadolu’yu ve doğu’da bulunan İran’ı, hatta Hindistan’ı da kaplamış olması gerekirdi. Halbuki bu bölgelerde Tufan Denizi’ne ait hiç bir jeolojik iz bulunmadığı gibi, hiç bir arkeolojik bulguya da rastlanılmamıştır.

Nuh’un Gemisi’nin Ağrı Dağı ya da Üzengili köyü yöresinde olabileceği iddiası, Tufan ile birlikte Dünya’mızın üzerine binlerce metre yüksekliğinde su yüklendiği iddiasını da beraberinde getirmektedir. Böyle bir iddia ise, ilmen mümkün değildir. Üstelik de, bir kaç okyanus suyu kadar gerekecek olan suyun, nasıl ve nereden temin edilebileceği de ayrı bir sorun olacaktır. Çünkü, “son buzul dönemi”nin bitimi olan M.Ö.10.000-9.000 civarı dünya ikliminin ısınması ile, o dönemlerde bugünkü New York’a, Londra’ya hatta  Sibirya’ya kadar inmiş olan buzulların erimeleri sonucunda bile, Dünya deniz seviyesinin ancak 100-150 m. kadar yükselebildiği bilinmektedir. Bu nedenle de, ´tüm dünya´yı kaplayacak veya sadece Ağrı’yı aşarak Anadolu’yu istila edecek olan, binlerce metre yüksekliğindeki su  nereden  bulunacaktır? İşte, bu sorun da, Nuh’un Gemisini Ağrı Dağı’na ya da Üzengili köyü yöresine oturtup, yine orada arayanların sorunu olmalıdır.

Dünya çapında yaşanmış bir Tufanı ispat etmek için ileri sürülen bir iddiada, Meksika Körfezinde ölü bulunan (foraminifera) adı  verilen planktonik organizmaların kabuklarından hareketle, 11600  yıl önce Kuzey Amerika buz kabuğunun birdenbire kırılıp erimeye başlamasının Tufana sebep olduğu, bu şekilde bütün Dünya’da bir Tufan gerçekleştiği, yaşanan bu Tufana deniz yüzeyinin bir (1) yıl’da ki 32 santimetrelik su yükselmesinin sebep olduğu ileri sürülmektedir ki, Batılı bilim adamlarının bile, bulunduğu ileri sürülen bütün bulguların Gılgamış Destanı ve Tevrat’ta sözü edilen Tufanın bir kanıtı olacağına inanmadıkları ifade edilmektedir (x). Üstelik de, bir (1) yılda ki, 32 cm.’lik bir deniz yükselmesi ile veya bir yıl’daki 100 metrelik deniz yükselmesi ile, ´bütün dünya´yı bir Tufan kapladığı iddialarının ilmi olamayacağı, bunun sadece tahrif edilmiş (insan müdahalesi sözkonusu olmuş) inançtan kaynaklanan bir iddia olarak kalacağı açıktır. Fakat, bir (1) yıldaki 32 cm.’lik bir su yükselmesinin, bırakınız insanlar için bir tehlike olmasını, güle oynaya o bölgeden uzaklaşacağı bir hal olur ki, o da zaten Tufan olmaz. Yine de varsayalı ki, koskoca bir okyanus ayaklanıyor, kıtaları kaplayıp, yoluna çıkan her şeyi de yok ettikten sonra yeniden kendi yatağına çekiliyor! Bu mümkün olabilir mi? Bu mümkün değildir, olamaz. Ya da varsayalım ki, ´bütün dünya´ geçmişte bir dönem gerçekten sular altında  kalmıştır. Fakat, bu denli büyük ve “felaket” olarak nitelendirilecek bir hadise, hangi nedenle gerçekleşmiştir? Ne olmuştur da Dünya’daki en yüksek dağlar sular altında kalmıştır? Bu sorunun da cevabı verilemez. Ama, aslında bu soruları sormak bile anlamsızdır. Çünkü, Tufanın ´bütün dünya´da yaşandığı iddiası, aynı zamanda jeoloji ilminin de inkarı demektir. Bu yüzden de, Dünya çapında bir Tufan yaşanmadığı tartışılır bile değildir.

Dünya çapında bir Tufan yaşanmadığı, yakın tarihlerde, BBC’deki bir belgeselle de ortaya koyulmuştur. İngiliz yayın kurumu BBC’nin hazırladığı bir belgeselde, Nuh’un gemisi efsanesinin (-daha doğrusu bütün dünyanın Tufan istilasına uğraması iddiasının) bilimsel temellerden yoksun olduğu, gerçeklere dayanmadığı ve Gılgamış Destanı’nın süslenip geliştirilmiş bir versiyonu olduğu öne sürülmüştür. “Nuh’un Gemisi adlı belgeselde, sunucu Jeremy Bowen’ın bilim adamları ve tarihçilerle yaptığı mülakatlar ekrana getirildi. Bilim adamları, tüm dünyanın efsanede yer aldığı gibi sular altında kalmasının mümkün olmadığını, dünyanın tüm okyanuslarında bu kadar büyük miktarda su bulunmadığını, 40 gün ve gece boyunca hiç durmadan yağmur yağsa bile bunun gerçekleşmeyeceğini belirt(mişlerdir)…” (x). Yapılan bu açıklama da, bizim ´bilgisiz´ basınımız tarafından, Nuh Tufanı hiç yaşanmamış gibi algılanmış olsa da, anlatılmak istenen bu değildir. Belgesel de anlatılmak istenen, Dünya çapında bir Tufanın yaşanmamış olduğudur. Bu yüzden de, BBC’nin açıklamasının anlaşılmaz bir yönü de yoktur. Bunun aksine, BBC bilmeden, Kur’an’ın; Tufanın lokal olduğu haberini ispat etmiştir. 

Tufan hadisesinin ´bütün dünya´da yaşandığı ´yanlışlığı´nı kabul edenlerin bir başka yanılgıları da, Nuh’un Gemisi’nin Ağrı Dağı yöresinde olduğunu da düşlemeleridir. Oysa, bu da mümkün bile değildir. Çünkü, Tufan hadisesin yaşandığı Mezopotamya ile, Tufan Gemisi’nin bulunduğu yer olarak ileri sürülen Ağrı Dağı ve Doğubeyazıt Üzengili köyü arasında kalan bölge arasında; Kur’an-ı Kerim’de, Gemi’nin oturduğu yer olarak bildirilen Cudi Dağı’nın, en yüksek tepesi 3500 metreye varan Muş-Bitlis Sıradağlarının, 4058 metreye ulaşan  yüksekliği ile Süphan Dağı’nın ve diğer volkanik kökenli dağların bulunduğu bilinmektedir. Tufan Denizi’nin; Cudi Dağı’nı aştıktan sonra, metamorfik kayaçlardan oluşmuş Muş-Bitlis Sıradağlarını ve materyalleri Ağrı Dağı’nın aynı olan Süphan Dağı gibi volkanik kökenli dağları ve diğer volkanik dağları da aşarak Ağrı Dağı yöresine ulaşması zaten imkansızdır. Böyle bir iddiayı destekleyecek hiç bir Jeolojik delil de (-denizel oluşumlar) zaten yoktur.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizde önemli jeolojik çalışmalar yapan ve Nuh Tufanı ile ilgili görüşler de belirten Doç.Dr.Süleyman Türkünal, “Eğer Tufan suları bölgedeki sıradağların ve volkanik kökenli dağların üzerine yükselmiş bulunsaydı, Tufan sırasında aşınmış kara materyallerinin, suların çekilmesi sonucunda sözkonusu dağların üzerinde, yamaçlarında veya vadilerinde konglomera, kumtaşı, kil taşı veya taşlaşmamış materyaller halinde kalması gerekirdi. Halbuki bu dağlar ve sıradağlarda Tufan sonucunda oluşmuş erozyonlara ait taş veya materyallere rastlanılmamıştır.” demektedir (x). Ağrı Dağı yöresi sözkonusu olduğu için de aynı durum, Nuh’un Gemisi’nin Doğubeyazıt Üzengili köyünde bulunduğu iddiaları için de geçerli olmakatdır. Türkünal, ayrıca, “Büyük Ağrı’nın daimi karlarla örtülü krater düzlüğünün üzerinde gözlenen birkaç Andezit kayasının da Nuh’un Gemisinin kalıntıları olduğu sanılmamalıdır.” da demektedir (x).

Bazılarınca ileri sürülen “Ağrı Dağı’nın yakın zamanlarda bir okyanus tarafından aşıldığını onaylama, sözüm ona yastık lavların görüldüğü söylentisi  inandırıcı  olmaktan tamamen uzaktır.” (x). Çünkü, Ağrı Dağı genç bir volkan olup, volkanik faaliyetler de yakın zamana kadar devam etmiştir. Dağda halen sıcak sular çıkıyor olması da genç bir volkan olduğunun göstergesi olmaktadır. Bu sebeple de Nuh’un Gemisi’nin bu bölgede aranması doğru bile değildir. Arkeoloji alanında ülkemizin tanınmış bilim adamlarından Ord.Prof.Dr.Ekrem Akurgal da, bu yüzden, Ağrı Dağı yöresindeki Nuh’un Gemisi aramaları için, İngiliz yayın kuruluşu BBC’ye, “Yanlış yerde aranıyor, Nuh’un Gemisini Ağrı’da bulmak isteyenlere başarılar dilerim.” açıklamasını yapmıştır (x). Bilimsel olan bu iken, Nuh’un Gemisi’nin Ağrı Dağı ya da Üzengili köyü yöresinde bulunduğu şeklindeki sansasyonel nitelikli haberlerle zaman zaman kamuoyumuz meşgul edilmektedir.

Ağrı Dağı ve Doğubeyazıt’ın Üzengili köyü yöresinde, Nuh’un Gemisi’ne benzer şekillerin bulunduğu iddialarının, Jeolojik ve Jeomorfolojik yöntemlerle araştırılmasına yönelik olarak gerçekleştirilen ve Mart-1985 tarihinde düzenlenen 9. Jeomorfoloji Bilimsel ve Teknik Kurultayı’na sunularak tartışılan ve yerli ve yabancı basında da ilgi ile izlenen bir çalışmada, Gemi olduğu iddia edilen şekillerin Gemi olmadığı da zaten ortaya konulmuştur. Sözkonusu çalışmada “Ağrı Dağı’na ilk çıkanlardan Parrot (1829) ve Abıch (1840)’in, Aras yöresindeki alüvyonları geri çekilmekte olan Nuh Tufanı’nın artıkları olarak değerlendirdiği, gerçekte bunların (moren, tüf ve kırıntılı gereçlerin) günümüzde de etkinliğini sürdüren Cehennem dere buzulunun oluşturduğu aktarılmış morenler olduğu ve Gemiye benzetilen mekik şeklindeki yaygın morfolojik yapıların ise ağdalı kızgın lav veren volkanik çıkış merkezlerine karşılık geldiği,  Mıhtepe mevkiinde izlenen yapının da lav çıkış merkezinden çıkıp yamaç aşağı akan lavların eski topografyada bulunan tepeciği, etrafından çevirmesi sonucunda oluştuğu ve Gevrekkül yaylası civarında bulunan 4 adet şekille, Karataş tepenin güneybatısındaki Gemiye benzeyen oluşumların da yine benzer şekillerde oluştuğu..” belirtilmektedir  (x).

Bunun yanında, Doğubeyazıt’ın Üzengili köyünün 300 metre doğusunda bulunan, Nuh’un Gemisi’ne benzetilmeye çalışılan, fakat Gemi olmayan şeklin de esası kavranamamış, ya da kasıtlı olarak Nuh’un Gemisi olduğu ileri sürülmüştür. Halbuki bu yer şeklinin Nuh’un Gemisi ile değil, bir heyelan sistemiile ilgisi bulunmaktadır. Nuh’un Gemisi’ne benzetilen ´yer şekli´nin bulunduğu alanda M.T.A.Genel Müdürlüğü elemanlarınca yapılan “gizli” nitelikli bir Jeofizik çalışmada, Gemi olduğu iddia edilen ´yer şekli´nin, Gemi olmadığı ortaya koyulmuştur. İki arkeologun da yer aldığı M.T.A. ekibindeki arkadaşlarımızın verdiği şifai bilgilere göre, Gemi olduğu ´zannedilen´ sahada, Jeofizik metotlardan Manyetik, SP ve Rezistivite çalışması yapılmış olmasına, ayrıca aynı yerde, yatay ve düşey sondaj çalışmaları da gerçekleştirilmiş bulunmasına rağmen yine de hiç bir şey bulunamamıştır.

Yeryuvarının bir oyunu  sonucu ortaya çıkan şeklin, Nuh’un Gemisi olmadığı, “söz konusu şeklin, hava fotoğrafları veya eğik açılı yer fotoğrafları incelenmesinde veya Üzengili Köyü dolayından bakılmasında Gemi olmadığı anlaşılmakta ve bir heyelanın etkisiyle (bir erozyon sürecine bağlı olarak) meydana gelmiş olduğu..” tespit edilmiş bulunmaktadır (x). Güner’in bu çalışmasını detaylı ve bilimsel olarak değerlendiren Avcı, “Yüzbaşı İlhan Durupınar’ın çektiği, Hayat Mecmuasında (Cilt:1,S:6,15-17,1959) yayınlanan hava fotoğrafındaki görüntü, biraz da hava fotoğrafçılığında çok oluşan, doğanın gölge oyunları nedeniyle ortaya çıkmış bir durumdur. Gemi şekli yerinde görüldüğünde, hava fotoğrafında görüldüğü kadar gemiye benzememektedir…Güner, bu şeklin bir yer kayması neticesinde meydana geldiğini ileri sürerek doğru bir bilimsel yaklaşımla işin boşinan (aklın alamadığı, hurafe) tarafını kapatmıştır. Ancak, Güner bu yer şeklinin  oluşum mekaniğinin esasını açıklamakta yanlışa düşmüştür.” demekte  ve  “Gemi Şeklinin kendisi, bu büyük yer akmasının bir parçasıdır. Ama tabii ki özel bir parçasıdır Ana akma içinde bir sal gibi sürünerek kaymıştır. Malzemesi de toprak, taş, kaya, çakıl ve/veya bunların karışımı olan sıkılaşmış ve pekişmiş yığıntı malzemesidir. İnsan yapımı bir gemiyle hiçbir ilgisi yoktur.”  açıklamasını yapmıştır (x). Sayın Avcı, sözkonusu kütlenin (Nuh’un Gemisi’ne benzetilen şeklin), Güner’in ileri sürdüğü gibi erozyenel süreç tipi bir çamurakması sonucu değil, bir yerakması sonucu oluştuğunu, Nuh’un Gemisi değil, doğal olarak oluşan bir yapıolduğunu ifade etmektedir (x).

Evet, her ne olursa olsun insan yapımı bir gemi değil, yani Nuh’un Gemisi değil ama, hala herkese, Nuh’un Gemisi olarak pazarlanmaktadır.

Birazcık bilimdallarını, özellikle de yerbilimlerini bilenler ise, Ağrı Dağı yada Doğubeyazıt’ın Üzengili köyü yöresinde Nuh’un Gemisi’nin bulunmasının mümkün olmayacağını da iyi bilirler. Birazcık düşünebilen her insanın sorması gereken soruyu da, sayın Prof.Dr.Tolga Yarman soruyor, o bölgede Tufan, yani ´deniz basması´ iddiaları için diyor ki, “Bir istavrit kılçığına rast gelinmiş midir? Böyle bir şey yoksa bence Nuh’un Gemisi’ni Ağrı’da (-Doğubeyazıt’ta) aramakla, Ay’da aramak arasında bir fark yoktur.” demiştir (x). Tabii ki de, Ağrı ya da Doğubeyazıt yöresinde Nuh’un Gemisi’ni aramakla ´Ay’da aramak´ arasında hiç fark yok ama, ´Nuh’un Gemisi Avcıları´, Ağrı Dağı ve Doğubeyazıt Üzengili köyü yörelerinde Nuh’un Gemisi’ni aramaktan yine geri durmayacaklardır.

Yine de arayacaklar fakat…

Ağrı Dağı ve Doğubeyazıt yöresinde bulunan ve Gemiye benzetilen bütün morfolojik yapıların Nuh’un Gemisi olmadığı ve olamayacağı tartışılır bile değildir. Bununla birlikte, Ağrı Dağı’nda Gemiye benzer şekiller olduğunu ileri sürmek, birçok Gemi olacağı düşüncesini de beraberinde getirir ki, bu anlayış Tufan kıssasının mantığına (çünkü bir Gemi olması gerekir) terstir.

Doğubeyazıt’ın Üzengili (Telçeker) köyü yöresinde bulunan ve Gemi olmadığı anlaşılan, fakat Turizm gafleti ile hala pazarladığımız morfolojik şeklin, Nuh’un Gemisi olduğunu ileri sürmek ise, Gemi’nin Ağrı Dağı’nda olamayacağı düşüncesini de beraberinde getirir ki, bu durum, tahrif edilmiş Tevrat ve İncil bağlılarının ileri süremeyeceği bir görüş olması gerekir. Üstelik de, Tevrat’ın bildirdiği gibi, dünya çapında bir Tufan yaşandığı, sadece bu yörenin kara olarak kaldığı geminin de burada karaya oturduğu iddilarının bilim dışılığı tartışılır bile değildir.

Tarihi gerçek, Nuh’un Gemisi’nin vardığı yerin Kardu Dağı, Kardu’nun da Cudii Dağı olduğudur. “Ermeni tarihçiler 11 ve 12’inci yüzyıllar arasında, Nuh’un Gemisi ile  birlikte vardığı yeri Masis olarak nitelemezler. Bu süre içersinde Nuh’un Gemisi’yle vardığı yerin  Kardu Dağı olduğu belirtilir. Bu bakımdandır ki, bilim adamları önceleri geminin yerini Cordyene’de aradılar.” (x). Yani, Nuh’un Gemisi, geçmişte, Van Gölü ile Yukarı Mezopotamya arasında kalan bölgede, Cudi Dağı’nın bulunduğu bölgede aranmıştır. Türklerin Anadolu’ya girmelerine kadar da, Nuh’un Gemisi’nin Ağrı Dağı yöresinde arandığına dair bir iddia bile sözkonusu değildir.

Bunun dışındaki iddialar, önce Kudüsü, sonrasında Andolu’yu kaybeden Haçlı ruhunun, Anadolu’nun hatta Kudüs’ün, kendi toprakları olduğu, geri alınması gerektiği inancının yaşatılması isteği olmaktadır.

Tufan Gemisi’nin, Ağrı Dağı ve Doğubeyazıt yörelerinde olamayacağı çeşitli disiplin dallarınca da kabul edilen bir gerçek olmasına rağmen, Yahudi kutsal metinlerinde ve Hıristiyanlık’ta, Nuh’un Gemisi’nin karaya oturduğu yer olarak ´Ararat Dağları´ geçtiği, Ararat’ın da ´Ağrı Dağı´ olduğu kabul edildiği için, Tevrat ve İncil bağlıları ve de ´Büyük Ermenistan´ hayali ile yaşayan ideolojik Ermeniler, Nuh’un Gemisi’ni yine de Ağrı Dağı ve Doğubeyazıt yörelerinde aramaya devam edeceklerdir fakat her defasında da elleri boş döneceklerdir….

Bulduk diyenlere bir kez daha…

2010’un 27 Nisan’ında basında yansıyan; “Nuh’un Gemisi’nin Ağrı Dağı’nda  bulunduğu” haberleri yer alıyordu…

Bu haberlere yorumum da şu: Onlarca kez Ağrı Dağı’nda Nuh’un Gemisi’ni bulmuştunuz!.. Sonrasında kalktınız, “Doğubeyazıt’ın Üzengili köyünde bulunuyor”, dediniz Müze bile açtınız!.. Şimdi yeniden bir kez daha “Ağrı Dağı’nda buluyorsunuz!”.. Kaç kez daha bulacaksınız!…

Devlet dediğimiz organizasyonun başındakilere sesleniyorum: Şu yalanlara ve yalancılara artık dur demeli değil misiniz?… Nuh’un Gemisi’nin Tevrat kökenli Ararat’ta (Ağrı Dağı kabulü) bulunacağı iddiasına bilim DUR der (beyaz gömlek de giydirir) ve iddia sahiplerini yalancı ilan eder.. Bitirilsin artık bu yalanlar… Tabii ki de, yönetenler veya Diyanet ne iş yarar diye sormanın anlamı da yok…  işe yaramadığı gibi, yalanoğlu yalanlara “Müze veya tarihi eser” gibi uydurmalarla katkı da konuluyor

Bir sözüm de, Nuh’un Gemisi’ni onlarca kez Ağrı Dağı’nda bulup da bir kez daha bulan (!) basına: YUFFFF… size… hâlâ akıllanmayacak mısınız…  

Ahmet MUSAOĞLU / 27.04.2010