Batılı Beyaz Adam‘ tarihi’nin “Sahte Tarih” olduğunu yazmayı istemem epey öncedir bende oluşan bir duygu olsa da; bu tür ‘ezber bozan’ konuları Trabzon’da yaşayıp da İstanbul ve Ankara’daki ‘ideolojikleşmiş yayınevlerine’ rağmen yayınlatabilmenin kolay olmadığını bilebiliyoruz. Üstelik de, ‘Benim’ gibi siyasi veya dini grup bağlantısı olmayan, ama aynı zamanda, dini görüşler de dahi, “bilgi” adına ortalıkta bulunan “bilgisizliğin ezberini bozan” bir Yazar’a, ‘İslami (denilen) Yayınevleri’nden de güçlük çıkartılmasını da zaten yaşıyorum. Buna rağmen de, “Batı Medeniyet Tarihi”nin aslında “Aydınlanma değil”, “mezhep-din savaşları tarihi”, “mezhepbilimsel çatışma tarihi” olduğunu ortaya koyma iştahım da hâlen de sürüyor. Bu düşüncede, ortalıkta bırakın bir eseri, neredeyse bir yazı bile göremediğim için, bugün hiç olmazsa bir (ilk) makale yazıyor, umarım ve dilerim ki de, yazmayı istediğim “Gerçek Batı Tarihi” için bu bir başlangıç da olur diyorum… İmdi…

Hıristiyanlık ‘Hıristiyanlığa’ karşı…

Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesinden (M.S.395) sonra Hıristiyanlıkta aynı bölünmeyi yaşıyordu. Roma’da, Hıristiyanlığın “Katoliklik kolu” ortaya çıkarken; İstanbul’da da “Ortodoks Hıristiyanlık kolu” hakim mezhep oluyordu. İlki ‘Batı Roma İmparatorluğu’, ikincisi ise ‘Doğu Roma İmparatorluğu’ adı ile yaşayıp; MS. 476 ve 1453’de ikisi de bitiyordu. Bu ‘iki koldan’ Roma’daki piskoposluğun, “Papalık” haline geldiği 1054’te İstanbul’a; “Doğu Roma Kilisesi”ne gönderdiği bir mektup sonucu, ‘iki kilise’nin birbirlerini karşılıklı olarak aforoz etmiş olduğunu da biliyoruz. “Katolik/Papalık Kilisesi” ve Ortodoks kiliseleri” şeklindeki ayrışma, asırlarca süren ‘çatışma’ içerse de, “Batı Tarihi”ni, “Katolik-Ortodoks çatışması” değil, “Katoliklik ile Protestanlık çatışması” yazmış bulunuyor…

Roma’daki “Kilise/Papalığa bağlı devlet yapısının”, 15’ncı yüzyıla kadar –Ortodoksluk dahil diğer bazı küçük Hıristiyan mezhepleri üzerinde– “baskın” olması, tarihe, ‘Coğrafi Keşifler yüzyılı’ veya ‘15. yüzyıl Rönesansı’ olarak geçen yüzyıl,  Sömürgecilik, ama esasında “din ihracı” olarak yaşanıyor; Osmanlı’nın Akdeniz’i kendilerine kapatması sebebiyleHıristiyanlık, yeni ‘keşfedilen’ yerlere akıyor ama, “Dünyanın düz olduğunu” söyleyen “Kilise’ye/Papalığa” güven de gittikçe sarsılıyordu. Artık hemen herkes, ‘Kilise/Papalık’ kurumunun ‘yozlaşmış’ ve “çürümüş’ olduğunu söylüyor, hatta bu durum, inananlarını Hıristiyanlıktan uzaklaştırıyordu. 16’ncı yüzyıl başlarında Papalık’tan bağımsız ‘Milli Kiliseler’ kurma fikri doğuyor, reform hareketleri yeni bir mezhebi, Protestanlığı ortaya çıkarıyordu.

Bu ‘doğuşla’ birlikte Protestan toplumları Papalığın ‘baskın’ karakterine karşı çıkıyor, “Katoliklik-Protestanlık çatışmaları” yeşeriyordu. Kilise’nin etkisinden uzaklaşmaya başlamış olanlar, Hıristiyanlığı/dinlerini, “Papalığın/Katolikliğin” öngördüğü gibi değil, daha ‘yumuşatılmış’ bir din olarak yaşamak istiyordu. Fakat, “çatışmayı” körükleyen en önemli sebep, Katolik Kilisebiliminin karşında “Protestan Kilise/Bilimi” çıkması oluyor, bunun sonucu olarak ‘Kutsal Roma/Kilise’nin dinî/otoritesi sarsılıyordu. “Katolik Hıristiyanlık tanrıbiliminin” öngörülerinin, “Protestanların bilimsel çalışmaları” tarafından yanlışlanması “mezhepbilimsel çatışma’ oluyordu. Böylelikle, Katolikliğin temsil ettiği Hıristiyanlığa ve onu temsil eden Kiliseye/Papalığa karşı ‘isyan’ başlıyor, ‘çatışmayı’ her iki mezhebin ‘din/bilimadamları’ başlatıyordu. “Kiliseye/Papalığa” karşı oluşan muhalefet’, Martin Luther’in şahsında 31 Ekim 1517’de ortaya çıkıyor, Katolik Kilisesi’nin dogmalarına karşı reform; Hıristiyanlığın ‘yeniden inşâ’sını istiyordu. 25 Eylül 1555 tarihinde Almanya`nın Augsburg şehrinde imzalanan ‘Augsburg Barışı Antlaşması’, Luther’in Protestanlık mezhebinin, Katolik mezhebinden dolaylı olarak ayrıldığı anlaşma oluyordu. Anlaşmanın sebebi ise, ‘ortak düşman’ “Kanuni/Osmanlı, İslam dininin” Batı’ya doğru ilerleme tehlikesi oluyordu. Aslında, “gerçek bilimi” sunan bu “Son din İslam”, Hıristiyanların, “Katolik ve Protestan mezhepbilimsel” çatışmalardaki tüm yanlışları, dolayısıyla ‘çatışmayı’ ortadan kaldıracak nitelikte ama, sahip olunan inançı ‘sorgulanmadığı’ içinfarkındalık yaşanamıyordu…

İşte, Avrupa’da, Katolikler ile Protestanlar arasındaki çatışmaların başladığı 16’ıncı yüzyıldan itibaren yeşeren “bilimsel gelişmeleri” incelediğimizde, Batı’da bilimin gelişmesi denilen şeyin –başlangıçta bilimi Müslümanlardan almaları bir tarafa-, ‘Katoliklik/Papalık’ ile karşıtları ‘Protestanlar’ çatışması üzerinde yeşerdiğini görebiliyoruz. Protestanlığın, “Tanrının insanla ilgili niyetleri/bildirileri, Kilisede/Papalıkta değil, Tevrat ve İncil’de, hatta tabiatta aramak gerektiği düşüncesi baskın düşünce oluyor, 16. yüzyılın ikinci yarısında bilim adamları arasında, Katolik’likten Protestanlığa geçiş yaşanıyordu. Bilimde görülen değişiklikler, ‘kainat’ile ilgili fikirlerde başlıyor, fakat bu değişiklikler sadece Astronomiyi etkilemiyor;Botanik, Zooloji, Tıp, Kimya, Fizik, Matematik alanında da yaşanıyor, tabii ki de, Katolik Kilisesi’nin‘mezhepbilimsel öngörülerini (tanrıbilimini)’ olumsuz olarak etkiliyordu...

Hıristiyan tanrıbiliminden, ‘Hıristiyan tanrı bilimine’…

Katolik tanrıbilim yanlışlığından bilimin gerçekleştirdiği sıçrayış,  Kopernik, Kepler, Galileo’nun, yerküreyi, Güneş Sistemi içersindeki yerine oturtmasıyla başlıyordu. “Kilise/Papalık bilimi”ile “Protestanlık bilimi” arasında başlayan bu kavgada kaybeden taraf “Kilise/Papalık ve bilimi”oluyor, 17’nci yüzyılda “Kilise/Papalık” etkisi gittikçe azalıyordu. Reform’un asıl başarısı da bu, ‘Katolik Hıristiyanlık tekeli’ yıkması oluyordu. Protestan Hıristiyanlıkta Luther ve Kavlin, Katolik’likteki Papakadar otorite oluyor, “Bilim Devrimi” denilen şey de bu; Katoliklik ile Protestanlık arasındaki çatışmanın, Protestanlık lehine sonuçlanması oluyordu. Protestan (Galileo’cubilimdeki gelişmeler, ‘Katoliklik/Kilise tanrıbilimine’ galip geliyordu. Tartışma, “papaz/bilim adamları”arasındayaşanıyor, Voltarie, Luther’inKiliseye/Papalığa karşı çıkışının sonucu doğuyordu! “Tartışma girdabına bilim adamları da kapıldı. Evrenle ilgili sorularda Kilisenin boğucu hakimiyetini yıkmayı başaran onlardı. Bu konuda aklın inanca üstünlüğünü…kanıtlamışlardı.” deniliyordu (2). Kilse/Papalık ‘tanrıbilimine’ karşı, ‘Protestan bilimi’ başarı kazanmıştı ama, ‘kanıtlandı’ denilen şey, “aklın inanca üstünlüğü değil, Hıristiyanlığın Protestan olanının,bir diğer Hıristiyan inancı/mezhebi olanKatolik Hıristiyanlık inancaüstünlüğü oluyordu. Olan Hıristiyan tanrıbiliminden, yine ‘Hıristiyan tanrı bilimine geçmek’oluyordu. Bu durum bilimi, “Kilise biliminden” koparıyorama, bilimde ve sosyal hayatta  ‘ahlaksızlığı’ da doğuruyordu.

İşte, “din ile bilimin ayrı olduğu yalanı da” bu kopuştan doğuyor; kopuşu getiren ‘çatışmada’, “gerçek bilimi” barındıran  “İslam dini hiç yok ama”,  “din ile bilimin çatışması” denilen ‘ahlaksızlık’ da, bu kopuşla “İslam ülkelerine  taşınıyordu. “Katolik Hıristiyan tanrıbiliminden”, “Protestan Hıristiyan tanrı bilimine” bu geçişte “savaşı” başlatan kişi ise, Gelileo Galile oluyordu….

Galieo Galile ‘çatışmayı’ başlatıyor…

Protestan bilimi ile ‘Katolik Hıristiyanlık bilimi’ arasındaki ‘çatışmayı/savaşı’, bir başka deyişle, “Bilim ile Din arasında çatışma var” denilen şeyibaşlatan kişi Galileo Galile (1564-1643) oluyor; ilk ‘bilim şehidi’ o olmuştur deniliyordu (3). Aslında sadece bu açıklama bile, “bilim din arasındaki savaş” denilen şeyin, “İslam/Kur’an bilimi” ile ilgisi olmadığını; “bilim ile” kastedilenin ‘Protestanlık bilimi’, “din ile” kastedilenin de, Katolik Hıristiyanlık dini olduğunu ifade ediyordu ama, ‘ahlaksız’ bir şekilde, ‘Kilisenin günahı’, “İslam dinine” ceza olarak kesiliyordu. Protestan Galileo ile, Hıristiyanlar artık “Kilise bilimini” gözlem dışına itiyor, ‘kendi yolunu kendi’ çizmeye başlıyordu. Galileo’nun, “Kopernik teorisini” savunması; insanın ve Yer’in, evrenin merkezinden çıkarıyor, diğer gezegenler arasındaki herhangi bir gezegene sürgün ediyor ve insanın artık Tanrının bir görüntüsü olarak kendisinin eşsiz doğasına uygun bir konumda yer almamasını başlatıyordu. , ona ‘saldıran’ kişi ise, bir Dominik (1215’de kurulan bir Katolik Hıristiyan Tarikatı) papazı oluyordu…

Galileo Gelile’nin düşünceleri, tabii ki birdenbire ortaya çıkmıyordu. Roma Katolik Kilisesinin “tanrıbilimine” karşı “Protestanlık tanrıbilimini” çıkaran ilk kişi –Galileo’dan 14 yıl önce– Giordano Bruno (1548-1600) oluyor, bu aralıkta, Almanya’da doğup,  “teoloji (papazlık)” eğitimi almış olan Johannes Kepler (1571-1630) de yer alıyordu. Ayrıca da, Galileo’yu savunan (1616), filozof, yazar-şair Tommaso Campanella (1568-1639) dabulunuyordu. Campanella’nın, Kalabriya’yı, Katolik İspanyol egemenliğinden kurtarmak için Osmanlılarla irtibatı oluyor; bu durum, o dönemlerde Osmanlı’nın, daha güçlü olan “Katolik Hıristiyanlığa” karşı, “Protestan Hıristiyanlığa” destek vermesi oluyordu. Bruno’ya rağmen, ‘Bilim Devrimi’ ya da yanlış bir şekilde ‘Modern Bilim’ denilen bilimin doğuşu, Galileo ile başlatılıyor ama, kökeni anlayabilmek için asıl, Kopernik olarak bildiğimiz, Nicolaus Coperninus (1473-1543)’e bakmak gerekiyordu. Çünkü, “Protestan tanrıbilimin”, “Katolik tanrıbilim” ile çatışmasının kaynağı, Kopernik’in kozmolojisi oluyordu. Copernicus’un yeni geometrik sentaksı Bruno, Galileo, Descartes, Newton ve Voltaire’in bilimsel ve felsefi görüşlerinin gelişmesinde temel önemde bir rol oynuyordu (4). Polonya doğumlu papaz Kopernik, o dönemin ve sonrasının diğer bilim adamları gibi “din adamı” oluyor, dini eğitim için gittiği İtalya’dan 1497’de memleketine dönüp, Kilise’de görev alıyor, fakat, papaz/kilise adamı olmasına rağmen de, “Dünya Güneş’in çevresinde değil, Güneş, Dünya’nın çevresinde dönüyor” şeklindeki “Kilise öngörüsüne ters düşerekdünyanın ve diğer gezegenlerin Güneş etrafında döndükleri kuralını açıklıyordu. Onun fikirlerini savunan Galileo Galile’de, öğrenimine bir manastırda/papaz olarak başlıyor, o da Kopernik gibi inancını, “Kilise öğretilerine göre değil, inancını sorgulama (aklın) temeline” oturtuyordu. Galileo’nun öngörüleri, ‘Kilise’nin tepkisini çekiyor, haliyle de ‘Kilise’ bu duruma tepki gösteriyordu. Çünkü, “Güneşin dünyanın çevresinde dönmeyen, merkezde sabit olduğu” düşüncesi, “Kutsal/Kilise öğretisine” ters düşen bir görüş oluyordu. Çatışma şiddetlenince de, Galileo Galile engizisyon önüne çağrılıyor, kendisinden istenildiği üzere, “Kopernik sistemini”artık ne sözlü ne de yazılı hiç bir şekilde savunmayacağını bildirerek bağışlanmasını diliyor ve bir süre suskunluk içine giriyordu, fakat…

Galileo, bir süre uran suskunluk sonrasında, “Güneş-Merkezli sistemin” doğruluğunu yine savunuyor, “Kilise öğretileri” ile ince ince ‘alay’ ediyor, bu arada engizisyon ise, şiddetini gittikçe arttırıyordu. Bu sebeple, Galileo bir kez daha engizisyonönüne çıkarılıyor, hücreye atılıyor, yargı önünde tövbe etmediği takdirde işkence göreceği söyleniyor; eline verilen metni diz çökerek okuyordu: “Ben Galileo Galile, geçmişteki tüm yanlış ve aykırı düşüncelerimden dolayı huzurunuzda kendimi lanetliyor, bir daha öyle saçmalıklara düşmeyeceğime, Kutsal öğretiye aykırı hiç bir fikir taşımayacağıma yemin ederim.” diyordu. Otuz yıl önce Bruno’yu yakarak cezalandıran engizisyon, Galileo’ya daha yumuşak davranıyor, ev hapsinemahkûm etmekle yetiniyordu. Kilise kazanıyordu ama, “Katolik Hıristiyan öğreti”yle ‘çatışma/savaş” da başlamış, sürüyordu…

Mezhepbilimsel ‘ilk çatışmalar’…

Descartes, Locke, Leibniz, Hume, Kant vb… Bize sunulagelenin aksine, “insan aklının” kullanılması hareketi değil, ‘dini/mezhebi’ hareket oluyor. Protestanlık mezhebinin görüşlerinin, Kilise’nin/Katolikliğin temsil ettiği “tanrıbilime” karşıtlığı oluyordu…

Mezhepbilimsel ‘savaş’ Glileo ile başlamış olsa da, bu çatışmalar “ilk olarak” Hobbes-Wallis çatışması ile sahne alıyor, sonrasında, Newton-Leıbnz kavgası, Voltaire-Needham savaşı şeklinde devam edip gidiyordu…

Thomas HOBBES (1588-1679) ve John WALLİS  (1616-1703) kavgası: İngiliz felsefeci Thomas Hobbes, diğer benzerleri gibi Kilisenin “Tanrısal hakkına” itiraz ediyor, Hobbes’e savaş açan ise, yine İngiliz Rahip, John Wallis oluyor, Wallis; “Hobbes’un…Kilise için nasıl tehlike oluşturduğundan söz ediyordu(5)…

– Isaac NEWTON (1642-1727); Gottfried W.LEİBNZ (1646-1716) kavgası :

Ünlü İngiliz bilim adamı, Katolik düşmanı Newton ile, Katolik Leıbnz kavgasında da, “Tanrının Evrendeki rolüne” ilişkin inançlar farklılığı‘çatışılan oluyordu. Newton’a göre, Evren, yaradılışın başında “Tanrı tarafından kurulmuş” bir saate benzetilebilirdi ancak, “Tanrı saati kurup kendi haline bırakmışsa” o zaman da, bazı beklenmeyen düzensizlikler, mesela Güneş Sistemi yoldan (!) çıkabilir ki, bu kabul edilebilir olmuyor. Leibniz ise, Evrenin kusursuz olduğuna inanıyor, peryodik olarak kurulması gereken bir saat gibi işlediği düşüncesinin Tanrının kusursuzluğunu zedelediğini söylüyordu.“..Newton ile Leibniz… düşmanlığı…hem felsefi hem dediniolmak üzere temel inançlarından kaynaklanıyordu…HemLeibniz hem de Newton Çok dindardılar.” deniliyordu (6). ‘Bilim Devrimi’ denileni “din/eğitim adamlarının” yapmış olmalarına karşın, bizdeki bilim adamı denilen ‘içi boş’ insanların, “gerçek din/bilim” olan“İslam”ın, adını duymalarında bile hortlak görmüş gibi olmaları,utanılması gerekenhalleri oluyor.

VOLTAİRE (1694 – 1778) ve John T. NEEDHAM (1713-1781) kavgası: Voltaire ile Needham kavgası da öncekiler gibi, “mezhepbilimsel/dini” oluyordu. Voltaire de, Newton gibi, evreni yaratıp kendi haline bırakmış Tanrı anlayışını kabul etmiyor, yaradılışın sürekliliği kavramını benimsiyor, İrlandalı Papaz Needham ise, Newton’a karşı çıkan Leibniz gibi düşünüyordu. Fiziksel dünyanın araştırılmasıyla başlayan bu ‘savaş’, sonrasında, “canlılar” için ‘ikinci kavga’ olarak doğuyor, “üremenin ve türemenin” nasıl başladığı sorusu ‘kavga’ konusu oluyordu. “Önceden oluşumcu Katolik/görüş”,bütün embriyonların, Yaradılış sırasında Tanrı tarafından, önceden oluşturulmuş olarak, yumurta ve spermde var olduğunusavunuyordu. Başkalaşım ve değişim yoluyla oluşum demek olan Epigenes görüşü ise, her bir embriyonun, başka ve henüz organsal yapısı bulunmayan maddeden yeniden oluştuğunu savunuyordu. Katolik/Roma Kilisesini savunan Needham, tanrının bütün organizmaları dünyanın/evrenin oluşumu arasında yaratmış olduğu iddiasında bulunuyor fakat, “Katolik tanrıbilim” bu alanda da yeniliyordu. Çünkü, yumurtada ve spermde önceden oluşmuş bir organizma bulunmuyor, ‘kavgayı’ “türemeciler” kazanıyordu. Yaşanan mezhepbilimsel çatışmalar’, 18’nci yüzyılın sonuna, Fransız İhtilali’ne (1789) kadar sürüyor, çatışmayı ‘ilk başlatan’ Galileo, suçlanıp, “Kilise tarafından” ev hapsine mahkum edilmiş olsa da, sonradan gelen Protestan torunları, Galileo’yu, suçlayanlarının torunlarına aklatıyordu!..

‘Galileo Suçu’ aklanıyor!..

Katolikler ile Protestanlar arasındaki ‘mezhepbilimsel çatışma’yı “Katolik Kilisesi/Papalık”, Fransız İhtilali (denilen vahşet) döneminde kaybediyor –Laikliğimiz de, bu mezhepsel bilim çatışma sonucu doğuyor– ama, ‘çatışma’ bitmiyor, sonraki yüzyıllara da taşınıyordu. Bu arada, inanç yönünden özdeşleştikleri Yahudiler ile birlikte ‘gücü’ eline geçiren Protestan Hıristiyanlık (Anglosaksonlar), 19 ve 20’nci yüzyılı, “Katolik Kilisesi”ne olduğu gibi, diğer milletlere de üstünlük sağlayarak geçiriyor, “Kilise/Vatikan’ın”, Galileo’ya karşı, asırlarca taşıdığı, işlediği ayıbın ezikliğini, Katolikliğe yaptığı ‘baskı’ sonucu 1992’de;  Kopernik ve Galileo’dan özür dilettirerek gideriyordu. Katolik aleminin ruhani önderi Papa II.Jean Paul, engizisyon mahkemelerinin Kopernik ve Galileo için biçtiği kınama ve ev hapsi cezalarının ‘feci hata olduğunu’ bildiriyor, sonrasında 2008 yılı Aralık ayında, bu defaPapa 16. Benediktus/Vatikan, Galileo Galilei`ın teleskopu ilk kullanışının 400. yılını kutlayarak, ‘Galileo suçundan’ aklanıyordu!…

Diğer taraftan, onaltıncı yüzyılda Dünya’nın Güneş etrafında döndüğünü söylediği için Katolik Kilisesi’nin hışmına uğrayan Polonyalı gökbilimci Nikolas Kopernik’in, 2004 yılında bulunan mezarı ve kemikleri, Katolik Polonya’nın en önemli rahipleri tarafından kutsanarak, 2010 Mayıs ayında tekrar defnediliyor; Katolik Kilisesi, kavga ettiği gökbilimci Kopernik ile yaklaşık 500 yıl sonra barışıyordu! Kopernik’in kalıntılarının bulunmasına katkı sağlayan rahip Jacek Jezierski, –Bugünkü törenler bilim ve inancın barışmasını gözler önüne serdi diyordu (7). Böylece de, Kopernic ve Galileo’dan ‘özür işlemi’ tamamlanıyordu ama, zannetmeyiniz ki, ‘çatışma’ bitmiştir, bu sonuç, 21’nci yüzyılda da ‘gücü’ elinde tutan “Anglosakson-Judea ortak baskısı”ile gelen özür oluyordu.

Gelileo ve Kopernik’ten önce de bilim vardı…

Katolik ve Protestan mezhepleri çatışması olan “İngiliz Devrimi (1640-1660) ile başlatılan ve “1789 Fransız İhtilali (denilen vahşetle)” ile bitirilen “(sözde) Aydınlanma (akıl çağı) hareketi”, sonuçları itibariyle bütün Avrupa ve Amerika’da etkili olmuş, her yönü ile ‘kötü’ olduğu düşünülen “Katolik Kilise anlayışına dayalı düzeni” yıkıp yerine, “Protestan akla dayalı düzeni”kuruyordu. Yıkılan ile kurulan arasındaki fark, “Tanrı anlayışı” farkı oluyor, Protestanlara göre, Katoliklerce kabul edilen, “‘tanrı/İsa’ şeklindeki din (Katolik Hıristiyanlık) anlayışı”, bütün kötülüklerin kaynağı,  haliyle de, ilerlemenin önündeki en büyük engel olduğu için yerine, “insan akıllı bir varlık olup, evrendeki düzeni anlayabilme kapasitesine sahiptir” şeklinde özetlenebilecek, ‘Protestan mezhepsel anlayış’ konuyordu. ‘Mezhepbilimsel çatışmalar’ sonucu, “Kilise/Papalık yerini, “Yeni Köktendinci Anglosakson-Judea ortaklığı”na bırakıyor, “Katolik/mezhepsel bilimin” yerini de, daha doğru olan, “Protestan/mezhepsel bilim” alıyordu.

Bu noktada şunu belirtmeliyim ki de, ‘Bilim Devrimi’ ya da uyduruk ismiyle, ‘Modern Bilim’ denilenden, yani Gelileo ve Kopernik’ten önce de “modern/bilim” vardıve bu bilim, Arap/İslam dünyasından geliyordu. Onun da öncesinde Fenike, Mezopotamya, Eski Mısır bulunuyor, onun da öncesi, (Bakz.) ‘Uygarlığın Tarihi’ isimli eserimde ortaya koyduğum gibi de, “ilk bilgi/bilimin” ortaya çıktığı, -Şehirlerin Anası (Şura-7)- Mekke Dönemi yaşanması oluyordu. Bu gerçeğe karşın, modern bilimin doğuşunun, Galileo’nun çalışmalarıyla aynı zamana rastladığını kesinlikle söyleyebiliriz denilse de (8), bu anlayış, kesinlikle doğru olmuyor, ‘tarihi kendilerine göre yazan’ bir anlayışın zırvası oluyordu. Çünkü, “Bilim Devrimi” veya “Modern Bilim” denilen şeyin kökeninde, “Müslümanlar/İslam” bulunuyor; Müslümanlar yalnızca “bilgi geleneğini” korumak, geliştirmek ve sürdürmekle kalmamışlar, bu düşüncenin Batı()da yeşermesinde de etkin rol oynamışlardı. İslâm biliminin Latince’ye kazandırılmış bölümleri olmasaydı, “Kilise/Papalık tanrısal bilimi” aşılamaz, “Bilim Devrimi” ya da “Modern Bilimin doğuşu” denilen sıçrama da zaten yapılamazdı.

Bu noktada, bilimin; “modern bilim” diye tanımlanması zırvadan başka bir şey olmuyor. Çünkü, bu zırvayı kabul ettiğinizde, 17’inci yüzyıldan önce yaşamış insanlar, evrenle ilişkili hiçbir şey ortaya koymamışlar ya da insanın soru sorması ilk olarak (sadece) 17’nci yüzyılda başladı demek oluyor ki, tabii ki bu zırva yalanoğlu yalan oluyor. Bilgi “ortada İslam ile” dururken kullanamayan Avrupa/Batılı ancak, “bilimin başladığı asır denilen” 17’nci yüzyılda, yani “kendi (Kilise/Hıristiyanlık) inancına karşı çıkması (Kopernik ve Galileo) döneminde “bilgiyi” yakalayabiliyordu. Kendinden önceki ‘İslam bilgisine’ sahip olan “Protestanlar”, elde ettikleri ‘bu bilgi’ ile, Afrikalıdan, Orta-Güney Amerikalıdan, hatta Asyalılardan –kan ve gözyaşı bırakarak– çaldıkları altınlar ve gümüş (vb.) ile oluşturduğu sermayeyi birleştirerek, “gücü yakalıyor”, bu durum ise, aslında “geri bir medeniyetgin”, yaklaşık son 200 yıllık ‘Sahte İnsanlık Tarihi’ni –kan ve gözyaşı ile– yazması da demek oluyordu. İstenilen “Vatikan’sız Hıristiyanlık”, buna paralel olarak da “İslam/coğrafyasının” yokedilmesi ve reforme edilmesi oluyor. Yaşatılan süreç, daha önceleri belirttiğim, “Babil Sendromu çözümü (Küresel -Tek- Devlet/Dil/Din” ya da “Leviahan : Canavar Tek Devlet” kurulumu, insanlığın da asıl belası oluyor. Asıl özür dilenmesi gereken de, “İslam/Kur’anbilimi-Müslümanlar” oluyor.

“İslam olan”dan özür dileyin…

Anglosaksonlar (Protestanlar) ile, hemen hemen aynı inancı paylaştıkları Judea (Yahudiler), hâlen de tarih yazıyor ve yeryüzünde hükümferma olsalar da, yine de “İslam/Kuran biliminden” alacakları pek çok “bilgi” bulunuyor. Çünkü, “modern bilim (yani, her dönem devirdeki ‘gerçek bilim’)” ancak, “Kur’an/İslam bilimi” oluyor. Mesela, ‘Anglosakson-Judea ortaklığı’ndan (Tevrat’tan) gelen, Nuh Tufanının “bütün dünyada yaşandığı”, kainatın/evrenin, bildiğimiz hafta günlerinden altı günde yaratıldığı, Yaradılışı gerçekleştiren tanrının ‘(insan gibi) yorulduğu” ve Cennet-Cehennemin yeryüzünde olduğu gibi bilimdışı iddiaların bilimsel cevabını, “Kur’an/İslam bilimi” veriyor. Dahası, Evren Sistemi’mizin Big Crunch’ı (Kıyameti) sonrası “yeniden doğuş” yaşayacağımız Evren Sistemi’nin (Ahret Yurdu’nun), “yeni bir Big Crunch ile” yokolup olmayacağı gibi astrofizik sorularının cevabı da yine, bütün bilimlerin köken kitabı da olan “İslam/Kur’an-ı Kerim” tarafından veriliyor. Bu sebeple de, “Protestan-Yahudi “mezhepsel/dinsel bilimin”, “Kur’an biliminden” alacağı pek çok ders de bulunuyor…

Bu noktada, “İslam/Kur’an bilimi bu kadar ayrıcalıklıysa, İslam alemi neden bugünkü perişanlığı yaşıyor (?)” sorusu sorulabiliyor. Bunun cevabı, “ülkemizde ve İslam coğrafyasında” İslam olanın bulunmadığı, ‘Amerikan İslamı’nın veya ‘Ilımlı/Türk İslamın’ ya da “Sahte İslamın” yaşadığı oluyor. Bunun da sebebi, “Kilisenin papazlarının” sunduğuna benzer bir yapının, İslam “denilen de” yaşadığı; hacılar hocalar, ilahiyatçılar –bugünkü Tasavvuf- yapısının bulunmasıoluyor.  Tıpkı her şey ve herkes “Kilise/Papalık’ın” olması gibi, Müslüman fertler de, bu unsurlara “teslim edilmiş” bulunuyor. Bu, “bilgisiz/İslamdışı yapı”, ortaya neredeyse “kutsal içerikli ölçüler” çıkarmış, Müslüman olanı istihbaratların da kucağına ve kullanmasına bırakmış da bulunuyor. Her alanda ‘sınırları belirleyen Kilise’ gibi, Kur’an’ın/İslamın, Peygamberinin önüne geçirtilen hacılar, hocalar, şıhlar, siyasetçiler, idareciler; “Kur’an’ın, akletmez misiniz” öngörüsünü de ‘sınırlaması’, Müslümanın aklı yerine “kendi aklını” koyması yüzünden, “Müslüman olan” kendine gelemiyor! “İslam/Kur’an biliminin”, “yanlışlık nereden gelirse gelsin düzeltiniz” emrine de yok ettiği için, hacısının hocasının (vb.) yanlışlığını kimse düzeltemiyor! Bu hâl, Mehmet Akif Ersoy’un, “Müslümanlık bilmem amma, galiba göklerdir” ifadesinin yansıması, perişanlığımızın da açıklaması oluyor…

İmdi: Kopernik ve Galileo’dan “özür dileyenler” ve “diletenler” de dahil tüm ‘Batılı Beyaz Adam’ın, “İslam/Kur’anbilimine/Müslümanlara” özür borcu bulunuyor. Bunun yanında, ülkemizde, “din ile bilim çatışıyor” denilen şeyin,“İslam/Kur’an bilimi” ile hiç ilgisi olmadığı gerçeği ortada iken, “İslam/Kuran ile, bilimin işi yoktur, din ayrı bilim ayrı” diyenlerin de, bu cahillikleri (bilgisizlikleri) sebebiyle, “İslam/Kuranbilimini”, haliyle de, “Müslümanları” incittikleri için, özür dilemeleri gerekiyor… “Gerçek bilime”kendine de saygısı olan varsa…

Ahmet MUSAOĞLU / 08.09.2010